Türkiye’nin En İyi Online İngilizce Eğitim Sistemi Konuşarak Öğren’den Ücretsiz Konuşma Dersi Almak İçin Tıklayın !
6.Sınıf İngilizce Kelimeler: Türkçe Anlamları ve Okunuşları (1-10 Ünite)
İngilizce | Türkçe | İngilizce Cümle | Türkçe Cümle |
Unit 1 | |||
leisure | boş | I spend my leisure time playing computer games. | Boş zamanımı bilgisayar oyunu oynarak geçiririm. |
count | saymak | My nephew can count to 100. | Yeğenim 100’e kadar sayabiliyor. |
win | kazanmak | He won the game. | O oyunu kazandı. |
have a snack | atıştırmak | When she is hungry, she has a snack. | Aç olduğunda, atıştırır. |
take guitar courses | gitar dersleri almak | Esra takes guitar courses once a week. | Esra haftada bir kez gitar kursuna gider. |
do karate | karate yapmak | My little brother is doing karate. | Küçük erkek kardeşim karate yapıyor. |
do homework | ödev yapmak | He should do his homework or he will fail the lesson. | Ödevini yapmalı yoksa dersten kalıcak. |
well | iyi | I am very well thanks for asking. | Sorduğun için teşekkür ederim çok iyiyim. |
get home | eve varmak | When I get home, I will sleep. | Eve vardığımda, uyuyacağım. |
leave home | evden ayrılmak | Don’t forget to turn off the lights when you leave home. | Evden ayrılırken ışıkları kapatmayı unutma. |
go shopping | alışverişe gitmek | Mum goes shopping everyday. | Annem her gün alışverişe gider. |
stay | kalmak | Please, stay with me! | Lütfen, benimle kal! |
hang around | takılmak | I will hang around with my friends tonight. | Bu akşam arkadaşlarımla takılacağım. |
meet friends | arkadaşlarla buluşma | After she finishes her job, she will meet friends. | İşini bitirdikten sonra arkadaşlarıyla buluşacak. |
relative | akraba | Kıvanç is my very close relative. | Kıvanç benim yakın akrabam. |
tidy room | odayı düzenlemek | Mum asked me to tidy my room before leaving the house. | Annem evden ayrılmadan önce odamı temizlememi istedi. |
would like to | istemek | I would like to have a cup of coffee. | Bir bardak kahve istiyordum. |
join | katılmak | He will join the army. | Orduya katılacak. |
wear | giyinmek | I prefer to wear t-shirt in summer. | Yazın tişört giymeyi tercih ederim. |
cook | pişirmek | She cooks better. | O daha iyi pişiriyor. |
traditional | geleneksel | I will attend to traditional pilaf day of the school. | Okulun geleneksel pilav gününe katılacağım. |
graph | grafik | Look at the graph and choose your answer. | Grafiğine bak ve cevabını seç. |
always | her zaman | Her dog always eats grilled meat. | Onun köpeği her zaman kızarmış et yer. |
usually | genellikle | He usually comes late. | O genellikle geç gelir. |
often | sık sık | I often eat pizza. | Sık sık pizza yerim. |
sometimes | ara sıra | My father sometimes watches football matches. | Babam bazen futbol maçları izler. |
never | asla | Never say never. | Asla hiçbir zaman deme. |
find out | öğrenmek, bulmak | We should find out who did this. | Bunu kimin yaptığını öğrenmeliyiz. |
presentation | sunum | For my presentation I prepared almost 3 hours a day. | Sunumum için günde yaklaşık 3 saat hazırlandım. |
Unit 2 | |||
bagel | simit | I eat bagel in the morning. | Sabahleyin simit yerim. |
bean | fasulye | Eating bean makes you fart. | Fasulye yemek seni osurtur. |
blueberry | yaban mersini | Blueberry cakes are delicious. | Yaban mersinli pastalar lezzetlidir. |
cereal | mısır gevreği | Eating cereal in the morning is not always good. | Sabahları mısır gevreği yemek her zaman iyi değildir. |
croissant | kruvasan | These croissants are very tasty. | Bu kruvasanlar çok lezzetlidir. |
muffin | kek | I bought muffin from patisserie. | Pastaneden kek satın aldım. |
junk food | abur cubur | Don’t eat junk food all the time. | Her zaman abur cubur yeme. |
sushi | Suşi | Sushi is originated from Japan. | Sushi Japon orijini bir yemektir. |
fast food | Fast food | Fast food products are harmful for your body. | Fast food ürünleri vücudun için zararlıdır. |
garlic | sarımsak | Don’t forget to drink milkafter eating garlic. | Sarımsak yedikten sonra süt içmeyi unutma. |
butter | Tereyağı | Butter with honey is a perfect combination. | Balla tereyağ mükemmel bir kombinasyondur. |
honey | bal | Butter with honey is a perfect combination. | Balla tereyağ mükemmel bir kombinasyondur. |
cheese | peynir | I love cheese. | Peynire bayılırım. |
jam | reçel | My grandmother makes great strawberry jam. | Büyükannem harika çilek reçeli yapar. |
olive | zeytin | Olive grows in Egean side mostly. | Zeytin çoğunlukla Ege bölümünde yetişir. |
blackberry | böğürtlen | Blackberyy jam is my favorite. | Böürtlen reçeli benim favorimdir. |
pancake | krep | Pancake in the breakfast is the best way to start a day. | Kahvaltıda krep yemek güne başlamak için en iyi yoldur. |
cucumber | salatalık | Peel cucumber carefully. | Salatalığı dikkatlice soy. |
cookies | kurabiye | These cookies are very expensive. | Bu kurabiyeler pahalı. |
bread | ekmek | This bread is more expensive. | Bu ekmek daha pahalı. |
salt | tuz | Don’t forget to add salt into the soup. | Çorbaya tuz eklemeyi unutma. |
sugar | şeker | Can you give me some sugar? | Bana biraz şeker verir misin? |
enjoy | eğlenmek | I enjoy being here. | Burada olmaktan hoşlanıyorum. |
dislike | beğenmemek | She dislikes your behaviours. | O senin davranışlarını beğenmiyor. |
want | istemek | I want you. | Seni istiyorum. |
invite | davet etmek | Rachel invited all her friends to the party. | Rachel bütün arkadaşlarını partiye davet etti. |
tell | söylemek | I should tell you something. | Sana bir şey anlatmalıyım. |
have | kahvaltı, akşam yemeği vs. yapmak, yemek | I had a dinner last night with my girlfriend. | Dün akşam kız arkadaşımla akşam yemeği yedim. |
mean | anlamına gelmek | It means you should stay here. | Bu demek oluyor ki sen burada kalmalısın. |
buy | satın almak | Buy only necessary things for the picnic. | Piknik için sadece gerekli şeyleri satın al. |
serve | sunmak, hizmet etmek | How should we serve cereal? | Mısır gevreği nasıl sunmalıyız? |
nutritious | besleyici | Vegetables are nutritious. | Sebzeler besleyicidir. |
special | özel | I have got a special gift for you. | Senin için özel bir sürprizim var. |
baked | pişmiş | I like baked chicken more. | Pişmiş tavuğu daha çok severim. |
grilled | kızarmış | Grilled meat is tastier than the baked one. | Kızarmış et pişmiş etten daha lezzetlidir. |
Enjoy your meal! | Afiyet olsun! | Here you go! Enjoy your meal! | Buyrun! Afiyet olsun! |
omelet | omlet | Would you like to have an omelet? | Omlet ister misiniz? |
room temperature | oda sıcaklığı | You should keep the medicine in room temperature. | İlacı oda sıcaklığında tutmalısın. |
Yuk! | İğrenç! | Yuk! What the hell is this? | İğrenç! Bu da ne böyle? |
Yummy! | Nefis! | This soup is yummy. | Bu çorba nefis. |
Unit 3 | |||
city | şehir | A city is more crowded than a country. | Şehir kırsal alandan daha kalabalıktır. |
country | kırsal alan | A city is more crowded than a country. | Şehir kırsal alandan daha kalabalıktır. |
crowded | kalabalık | A city is more crowded than a country. | Şehir kırsal alandan daha kalabalıktır. |
noisy | gürültülü | Downtown is very noisy. | Şehir merkezi gürültülü. |
Downtown | şehir merkezi | Downtown is very noisy. | Şehir merkezi gürültülü. |
traffic light | trafik ışığı | You should stop when the traffic light is red. | Trafik ışığı kırmızı olduğunda durmalısın. |
town | kasaba | A town is bigger than a village. | Kasaba köyden büyüktür. |
village | köy | A town is bigger than a village. | Kasaba köyden büyüktür. |
skyscraper | gökdelen | Skyscrapers in the city are covering the sky. | Şehirdeki gökdelenler gökyüzünü kaplıyor. |
population | nüfus | The population of Istanbul is 20 million. | İstanbul’un nüfusu 20 milyon. |
average | ortalama | Average male height in Turkey is 1.70 cm. | Türkiye’deki ortalama erkek uzunluğu 1.70 tir. |
suitcase | bavul | Prepare your suitcase before the trip. | Seyahatten önce bavulunu hazırla. |
neighbourhood | mahalle | We used to play football in our neigbourhood. | Mahallemizde önceden futbol oynardık. |
building | bina | This building is very weak. | Bu bina çok güçsüz. |
floor | zemin | The floor is dirty. You should clean it. | Zemin kötü. Temizlemelisin. |
balcony | balkon | Sitting in a balcony in summer is a good option for old people. | Yazın balkonda oturmak yaşlı insanlar için güzel bir seçenektir. |
speech bubbles | konuşma baloncuğu | Fill the speech bubbles according to the text. | Konuşma balnocuklarını parçaya göre doldur. |
busy | meşgul | I am busy tonight so I can not come to the party. | Bu akşam meşgulüm bu yüzden partiye gelemiyorum. |
queue | kuyruk | Waiting on a queue to get what you want is really boring. | İstediğini alabilmek için kuyruk beklemek sıkıcıdır. |
relaxing | rahatlatıcı | During the massage seance we were listening relaxing songs. | Masaj seansı esnasında rahatlatıcı bir müzik dinliyorduk. |
traffic jam | trafik sıkışıklığı | During rush hour, there is traffic jam on the street. | İş çıkışı saatinde, caddede trafik var. |
Unit 4 | |||
affect | etkilemek | The weather affects the children’s emotions. | Hava çocukların duygularını etkiliyor. |
anxious | endişeli | I feel anxious. I can’t go to sleep. | Endişeli hissediyorum. Uyuyamıyorum. |
Celcius | santigrat | It’s 12 degrees Celcius. | 12 santigrat derece. |
degrees | derece | It’s 12 degrees Celcius. | 12 santigrat derece. |
dull | donuk | I feel tired and sleepy on foggy days because it’s dull outside. | Sisli günlerde yorgun hissediyorum çünkü dışarısı donuk. |
emotion | duygu | I think the weather doesn’t affect my emotions. | Bence hava benim duygularımı etkilemiyor. |
foggy | sisli | But I feel tired and sleepy on foggy days because it’s dull outside. | Sisli günlerde yorgun hissediyorum çünkü dışarısı donuk. |
lightning | yıldırım | Lightining scares me. | Yıldırım beni korkutur. |
moody | karamsar, huysuz | I don’t like snowy and freezing winter days. I always feel cold and moody. | Dondurucu ve soğuk kış günlerini sevmem. Kendimi soğuk ve karamsar hissederim. |
stormy | fırtınalı | I feel really scared at stormy nights. | Fırtınalı havalarda gerçekten korkarım. |
weather forecast | Hava Durumu Tahmini | Prepare a weather forecast poster and compare the weather conditions in different cities. | Hava durumu tahmini posteri hazırla ve hava durumlarını farklı şehirlerle kıyasla. |
wet | ıslak | The floor is wet. Because my mom is cleaning the house. | Zemin ıslak. Çünkü annem evi temizliyor. |
hot | Sıcak | The weather is hot. | Hava sıcak. |
snowy | kar yağışlı | Walking out in snowy weather is very enjoyable. | Karlı havalarda dışarıda yürümek çok eğlencilidir. |
sunny | güneşli | I feel happy on sunny days. | Güneşli günlerde mutlu hissediyorum. |
rainy | yağmurlu | Today will be rainy don’t forget to get your umbrella. | Bugün yağmurlu olacak şemsiyeni almayı unutma. |
cloudy | bulutlu | You can not see the sun on cloudy days. | Bulutlu günlerde güneşi göremezsin. |
windy | rüzgarlı | Your umbrella can break down on windy days. | Şemsiyen rüzgarlı günlerde bozulabilir. |
coat | ceket | Wear your jacket. It is freezing out there. | Ceketini giy. Dışarısı donuyor. |
freezing | dondurucu | Wear your jacket. It is freezing out there. | Ceketini giy. Dışarısı donuyor. |
mittens | eldivenler | Mittens protect your hands from cold weather. | Eldivenler ellerini soğuk havalardan korur. |
fly | uçmak | Fly like the wind. | Rüzgar gibi uç. |
kite | uçurtma | Flying a kite requires some skills. | Uçurtma uçurmak beceri ister. |
happy | mutlu | Don’t worry, be happy. | Endişenme, mutlu ol. |
sleepy | uykulu | After a tiring work day, I feel sleepy when I get home. | Yorucu bir iş gününden sonra, eve vardığımda uykulu hissederim. |
upset | üzgün | She was upset after she heard the bad news. | Kötü haberi aldıktan üzgün olmuştu. |
anxious | endişeli | A mother can be very anxious about their children’s lives. | Anne çocuklarının hayatları için çok endişeli olabilir. |
scared | korkmuş | She looks scared. | Korkmuş gözüküyor. |
map | harita | We will follow the road on the map. | Haritadaki yolu takip edeceğiz. |
Unit 5 | |||
amazing | şaşırtıcı | She made amazing progress in English. | İngilizce’de şaşırtıcı bir gelişme gösterdi. |
big wheel | dönme dolap | When I get fun fair, first off I will get on the big wheel. | Lunaparka gittiğimde, öncelikle dönme dolaba binerim. |
bumper car | çarpışan araba | Bumper cars is not my thing. I find them very childish. | Çarpışan arabalar bana göre değil. Onları çok çocukça buluyorum. |
carrousel | atlıkarınca | There is a carrousel in the Shopping Centre named “Carrousel.” | Carrousel adlı alışveriş merkezinde atlıkarınca var. |
crazy | çılgın | Ghosts trains are for crazy people. | Hayalet trenler çılgın insanlar içindir. |
fair | fuar, panayır | We will have fun at the fair. | Fuarda eğleneceğiz. |
fantastic | fantastik | It was a fantastic movie. | Fantastik bir filmdi. |
ghost train | hayalet tren | Ghosts trains are for crazy people. | Hayalet trenler çılgın insanlar içindir. |
horrible | korkunç | Murderers and rapists are horrible people. | Katiller ve tecavüzcüler korkunç insanlardır. |
nervous | gergin | I get nervous whenever I argue with someone. | Ne zaman birisiyle tartışsam gergin olurum. |
roller coaster | lunapark hız treni | After a roller coaster, it makes me feel like I can puke. | Lunapark hız treninden kusabilirim gibi hissediyorum. |
skeleton | iskelet | The skeleton of an adult human consists of 206 bones. | Yetişkin bir insan vücudunda 206 tane kemik vardır. |
swing | salıncak | I love to hang up swings. | Salıncakta sallanmaya bayılırım. |
tap | musluk | You should turn off the tap while you are brushing our teeth. | Dişlerini fırçalarken musluğu kapatmalısın. |
terrifying | dehşet verici | Aren’t roller coasters terrifying? | Hız trenleri dehşet verici değiller mi |
thrilling | heyecan verici | Which is more thrilling? The swing or the big wheel? | Hangisi daha heyecan verici? Dönme dolap mı yoksa dönme salıncak mı? |
vampire | vampir | Ghost trains show you horrible creatures such as vampires, skeletons and monsters. | Hayalet trenleri sana vampir, iskeletor ve canavar gibi korkunç yaratıkları gösterir. |
wave swinger | dönme salıncak | Which is faster? A big wheel or a wave swinger? | Hangisi daha hızlı? Dönme dolap mı yoksa dönme salıncak mı? |
fearful | korkak | Are you fearful or fearless? | Korkak mısın ya da korkusuz musun? |
fearless | korkusuz | Are you fearful or fearless? | Korkak mısın ya da korkusuz musun? |
scout camp | izci kampı | Did you ever go to a scout camp? | Hiç izci kampına gittin mi? |
creature | yaratık | Ghost trains show you horrible creatures such as vampires, skeletons and monsters. | Hayalet trenleri sana vampir, iskeletor ve canavar gibi korkunç yaratıkları gösterir. |
Fasten your seat belts | Kemerlerinizi bağlayın | Fasten your seat belts in the car. | Arabadayken kemerlerinizi bağlayın. |
Pets not allowed | Evcil hayvan yasaktır | Pets not allowed to the restaurant. | Restorantta evcil hayvan yasaktır. |
Insert your token | kartınızı takın | Insert your token before entering. | Girmeden önce kartınızı takın. |
warning | uyarı | Thank you for warning. | Uyarı için teşekkür ederim. |
facial expression | yüz ifadesi | Pay attention to their facial expressions. | Yüz ifadelerine dikkat edin. |
stick | yapıştırmak | Stick the speech bubbles next to your friends’ pictures. | Arkadaşının resimlerinin yanına konuşma balonlarını yapıştır. |
Unit 6 | |||
forest | orman | We walked in the snowy forest. | Karlı ormanda yürüdük. |
lake | göl | Which lake is larger? | Hangi göl daha büyük? |
mountain | dağ | Which mountain is higher? | Hangi dağ daha yüksek? |
pick | toplamak | We climbed mountains and picked flowers. | Dağları tırmandık ve çiçekler topladık. |
river | nehir | The Fırat river is longer. | Fırat nehri daha uzun. |
sail | denize yelkenliyle açılmak | Let’s sail with our ship. | Gemimizle denize açılalım. |
seaside | sahil | They went to the seaside. | Sahile gittiler. |
sightseeing | Gezi | Tourists are joining sightseeing tours. | Turistler gezi turlarına katılıyorlar. |
tower | kule | Galata Tower is very long. | Galata Kulesi çok uzundur. |
vacation | tatil | I need to take a vacation. | Tatile gitmem gerekiyor. |
Statue of Liberty | Özgürlük Anıtı | This weekend, I visited Statue of Liberty. | Bu hafta sonu Özgürlük Anıtı’nı ziyaret ettim. |
holiday | tatil | My parents are on holiday for 2 months. | Anne ve babam 2 aydan beri tatildeler. |
stay in a tent | çadırda kalmak | When we went to camping, we stayed in a tent. | Kampa gittiğimizde, çadırda kaldık. |
pick berries | çilek almak | Pick those berries Howard. They look delicious. | Şu meyveleri topla Howard. Leziz gözüküyorlar. |
hut | kulübe | They stayed in a hut. | Kulübede kaldılar. |
get on | binmek | During my London trip, I got on London Eye. | Londra seyahatim esnasında, London Eye’a bindim. |
planet | gezegen | Imagine you visited another planet. | Başka bir gezegeni ziyaret ettiğini düşün. |
another | başka | Imagine you visited another planet. | Başka bir gezegeni ziyaret ettiğini düşün. |
visit | ziyaret etmek | This weekend, I visited Statue of Liberty. | Bu hafta sonu Özgürlük Anıtı’nı ziyaret ettim. |
coloured | renkli | Stick pictures on a coloured cardboard. | Resimleri renkli kartona yapıştır. |
Buckingham Palace | Buckingham Sarayı | The tourist group is going to visit Buckingham Palace. | Turist grubu Buckingham Sarayı’nı ziyaret edecek. |
Hyde Park | Hyde Park | To rest a little bit, you can stop by Hyde Park. | Biraz dinlenmek için Hyde Park’a uğrayabilirsin. |
Unit 7 | |||
occupation | meslek | What is your occupation? | Mesleğin nedir? |
sew | dikmek | My sister knows how to sew, so I’ll ask her to shorten my pants for me. | Kızkardeşim dikmeyi biliyor, bu yüzden ondan pantolonlarımı kısaltmasını isteyeceğim. |
fabric | kumaş | You’ll have to change needles on the sewing machine because this fabric is very thick. | Dikiş makinesinin iğnelerini değiştirmek zorunda kalacaksın çünkü bu kumaş çok kalın. |
cut | kesmek | I cut my t-shirt by mistake. | Tişörtü yanlışlıkla kestim. |
dress | elbise | She needs a new dress. | Onun yeni bir elbiseye ihtiyacı var. |
trousers | pantolon | This trousers is too tight. | Bu pantolon çok dar. |
skirt | etek | Girls have to wear skirts. | Kızlar etek giymek zorundalar. |
prescription | reçete | I can write prescriptions because I am a doctor. | Reçete yazabilirim çünkü ben bir doktorum. |
operate | ameliyat etmek | I can operate on ill people. | Hasta insanları ameliyat edebilirim. |
plane | uçak | I can fly the plane and take you anywhere you like. | Uçağı uçurabilir ve seni istediğin yere götürebilirim. |
spaceship | uzay gemisi | Can you use a spaceship? | Uzay gemisi kullanabiliyor musun? |
interview | röportaj | Listen to the interview and check your guesses. | Röportajı dinle ve tahminlerini kontrol et. |
write a program | program yazmak | I am a computer engineering student and I can write a program. | Ben bilgisayar mühendisi öğrencisiyim ve program yazabiliyorum. |
doctorate class | doktora sınıfı | She goes to her doctorate class. | Doktora sınıfına gider. |
starting date | başlangıç tarihi | When is your starting date of your work? | İş başlama saatin ne zaman? |
job location | iş konumu | Where is your job location? | İş yerin nerede? |
job description | iş tanımı | Can you tell us about your job description? | İş tanımı hakkında bahsedebilir misin? |
working days | İş günleri | What do you do on working days? | İş günlerinde ne yapıyorsun? |
make a survey | anket yapmak | Firms are making a survey about incoming election. | Firmalar önümüzdeki seçimler hakkında anket yapıyor. |
school magazine | okul dergisi | I’m making a survey for our school magazine. | Okul dergisi için anket yapıyorum. |
technician | teknisyen | When did you become a technician? | Ne zaman teknisyen oldun? |
electrical device | elektrikli cihaz | I mend the electrical devices. | Elektrikli cihazları tamir edebilirim. |
repair | onarmak | You repair the lamps, projectors, etc. at school. | Sen okuldaki lambaları, projektörleri vs. tamir ediyorsun. |
close friend | yakın arkadaş | If my close friend has birthday, I’ll get him a toy. | Eğer yakın arkadaşımın doğum günü varsa, ona oyuncak alırım. |
catching fish | balık yakalamak | I like catching fish when I am on the beach. | Sahildeyken balık yakalamayı severim. |
lab | laboratuvar | My neighbor works in a hospital lab. | Komşum hastane labarotuarında çalışıyor. |
art gallery | sanat galerisi | The school brought us to the art gallery to visit. | Okul bizi sanat galerisini gezmemiz için getirdir. |
charity fair | hayır sergisi | A rich man donated a great amount of money in a charity fair. | Zengin adam hayır sergisinde yüksek meblağda para yardımı yaptı. |
reader’s corner | okuyucunun köşesi | I love reading reader’s corner. | Okuyucunun köşesini okumayı severim. |
economics and trade | ekonomi ve ticaret | The economics and trade section of the newspaper has rather boring topics. | Gazetenin ekonomi ve ticaret köşesi genelde sıkıcı konuları veriyor. |
sensitive | hassas | He is a very sensitive person. | O çok hassas bir insan. |
sociable | sosyal | A sociable person communicates with people a lot compared to other ones. | Sosyal insan diğerlerine nazaran insanlarla daha fazla iletişim halinde olur. |
logical | mantıklı | It is a logical result. | Mantıklı bir sonuç. |
journalist | gazeteci | My nephew wants to be a journalist. | Yeğenim gazeteci olmak istiyor. |
writer | yazar | The writer of the book is Dickens. | Kitabın yazarı Dickens’tır. |
poet | şair | In modern time, being a poet is a waste of time. | Modern zamanda şair olmak vakit kaybı. |
fashion designer | moda tasarımcısı | I have a fashion designer student. | Moda tasarımcısı bir öğrencim var. |
physiologist | fizyolog | She is having physical problems so she went to see a physiologist. | Fiziksel problemleri var bu yüzden fizyoloğa gitti. |
stewardess | hostes | You can have a career as a stewardness. | Hostes olarak kariyerin olabilir. |
sales person | satış elemanı | Elif works as a sales person in LC Waikiki. | Elif LC Waikiki’de satış elemanı olarak çalışıyor. |
lawyer | avukat | After graduation from Law School, she wants to be a lawyer. | Hukuk okulundan mezun olduktan sonra avukat olmak istiyor. |
translator | çevirmen | He can translate anything because he is a good translator. | Her şeyi çevirebilir çünkü o iyi bir çevirmen. |
accountant | muhasebeci | A good accountant always is good with numbers. | İyi bir muhasebecinin rakamlarla arası iyidir. |
manager | müdür | He is going to be a manager of the company soon. | Yakında şirketin müdürü olacak. |
economist | iktisatçı | An economist should follow other markets. | Ekonomist diğer piyasaları da takip etmeli. |
scientist | bilim adamı | A scientist does research in new areas. | Bilim adamı yeni alanlarda araştırma yapar. |
actor | aktör | Steve Carell is an actor. | Steve Carell bir aktördür. |
duties at work | iş yerindeki görevler | What are your duties at work? | İş yerindeki görevlerin nelerdir? |
typical day | tipik gün | It is a typical day. | Tipik bir gün. |
frequently | sık sık | She frequently goes to out. | Sık sık dışarıya çıkar. |
put on | giymek | Put on something thick. It is freezing. | Kalın bir şey giy. Hava dondurucu bir şekilde soğuk. |
through | içinden | I think flying through the big blue sky is amazing. | Büyük mavi gökyüzünün içinden uçmak bence harika. |
Unit 8 | |||
crime news | suç haberleri | Do you watch crime news on TV? | Televizyonda suç haberlerini izliyor musun? |
describe | tanımlamak | Describe the events in each picture. | Her bir resimdeki olayları tanımla. |
event | olay | Describe the events in each picture. | Her bir resimdeki olayları tanımla. |
each | her | Describe the events in each picture. | Her bir resimdeki olayları tanımla. |
excited | heyecanlı | Why are Jack and his grandma so excited? | Jack ve büyük annesi neden bu kadar heyecanlı? |
van | minibüs | Burglars are driving a yellow van. | Hırsızlar sarı bir minibüs sürüyor. |
immediately | derhal, hemen | You must come here immediately. | Derhal buraya gelmelisin. |
inspector | müfettiş | What does the inspector have in his hand? | Müfettişin elinde ne var? |
reporter | muhabir | What does a reporter do? | Muhabir ne yapar? |
break into | zorla girmek | Somebody wants to break into our house. | Birisi evimize zorla girmek istiyor. |
steal | çalmak | Burglars are stealing things from the Jeffersons’ house. | Hırsızlar Jefferson’un evinden bir şeyler çalıyor. |
rob | soygun yapmak | Criminals robbed a bank. | Suçlular banka soydu. |
burgle | soymak | Bad people burgled the house at night. | Kötü insanlar geceleyin evi soydu. |
witness | tanık | Jack and his grandma were the witnesses. | Jack ve büyük annesi tanıklardı. |
in risk of extinction | tükenme riski | Blue whales are in risk of extinction. | Mavi balinalar tükenme riskindeler. |
reduce | azaltmak | We should reduce pollution. We shouldn’t use our family car too often. | Kirliliği azaltmalıyız. Aile arabamızı çok sık kullanmamalıyız. |
day by day | günden güne | Their number is reducing day by day. | Onların sayısı gün geçtikçe azalıyor. |
against | karşısında | Manchester United is playing against Real Madrid tonight. | Manchester United bu akşam Real Madrid’e karşı oynuyor. |
security | güvenlik | Police officers are working for their security in and around the stadium. | Polis memurları stadyumun içinde ve etrafında onların güvenliği için çalışıyor. |
match | maç | Football fans are watching the match. | Futbolseverler maçı izliyor. |
football fans | futbolseverler | Football fans are watching the match. | Futbolseverler maçı izliyor. |
in cash | nakit olarak | You don’t have to pay in cash. | Nakit olarak ödemene gerek yok. |
donate | bağışta bulunmak | A rich man donated a great amount of money in a charity fair. | Zengin adam hayır sergisinde yüksek meblağda para yardımı yaptı. |
animal shelter | hayvan barınağı | Adopt an animal from an animal shelter. | Hayvan barınağından hayvan edin. |
missing numbers | eksik sayılar | Find and say the missing numbers. | Eksik sayıları bul ve söyle. |
classmate | sınıf arkadaşı | Take your poster to the class and show it to your classmates. | Posterini sınıfa götür ve sınıf arkadaşlarına göster. |
Come together | Bir araya gelmek | Come together with your group members and go downtown. | Grup üyelerinle bir araya gel ve şehir merkezine git. |
print out | printırdan çıktı almak | Print out your photos. | Resimlerini printırdan çıkar. |
cardboard | karton | Stick those photos on a large cardboard and prepare a poster. | O resimleri büyük bir kartona yapıştır ve poster hazırla. |
burglar | hırsız | Burglars are stealing things from the Jeffersons’ house. | Hırsızlar Jefferson’un evinden bir şeyler çalıyor. |
fingerprint | parmak izi | He noticed some yellow and some red paint on the purse and there were many fingerprints, too. | O cüzdanda biraz sarı ve birazda kırmızı boyayı farketti ve üzerinde parmak izleri de vardı. |
investigate | incelemek | He took his magnifier and investigated the purse. | Büyüteçi aldı ve cüzdanı inceledi. |
magnifier | büyüteç | He took his magnifier and investigated the purse. | Büyüteçi aldı ve cüzdanı inceledi. |
prison | hapis | The police caught them in Leeds and put them into the prison this morning. | Polis onları Leeds’te yakaladı ve bu sabah hapise koydu. |
robber | soyguncu | One of the robbers was tall and thin. | Soyguncuların birisi uzun ve zayıftı. |
thief | hırsız | Who was the thief? | Hırsız kimdi? |
Unit 9 | |||
cut down | kısmak | We cut down trees, waste materials and natural resources. | Ağaçları kesiyoruz, materyalleri ve doğal kaynakları boşa harcıyoruz. |
damage | hasar | These gases pollute the air and damage the ozone layer. | Bu gazlar havayı kirletiyor ve ozon tabakasına zarar veriyor. |
garbage | çöp | We pour our waste into the sea, throw away our garbage in the environment. | Atıkları denize atıyoruz, çöplerimizi etrafa bırakıyoruz. |
harm | zarar vermek | Eating junk food harms your body. | Abur cubur yemek vücuduna zarar verir. |
planet | gezegen | This is a livable planet. | Bu yaşanabilir bir gezegen. |
plug | fiş | I bought a plug from a store. | Dükkandan fiş aldım. |
pollution | kirlilik | Air pollution is a big problem in our area. | Hava kirliliği bölgemizde büyük bir problem. |
public transportation | toplu taşıma | We can use public transportation. | Toplu taşımayı kullanabiliriz. |
recyclable | geri dönüşümlü | Use recyclable products only. | Sadece geri dönüşümlü ürünler kullan. |
recycle | geri dönüşüm sağlamak | We should recycle paper. | Kağıdın geri dönüşümünü sağlamalıyız. |
remote control | uzaktan kumanda | Can you give me the remote control? | Uzaktan kumandayı verebilir misin? |
rubbish | çöp | Put your rubbish in a bag. | Çöpünü çantaya koy. |
save | tasarruf etmek | Make a list of the things to do to save energy at school. | Okulda enerji tasarruf edebileceğin listesini yap. |
unplug | fişi çekmek | She unplugged the fridge. | Buzdolabının fişini çekti. |
waste | atık | We pour our waste into the sea, throw away our garbage in the environment. | Atıkları denize atıyoruz, çöplerimizi etrafa bırakıyoruz. |
pick up | almak | Pick up means taking something from the ground. | Pick up yerden bir şey almak anlamına gelmektedir. |
throw away | atmak | We pour our waste into the sea, throw away our garbage in the environment. | Atıkları denize atıyoruz, çöplerimizi etrafa bırakıyoruz. |
turn off | kapatmak | We should turn off the tap while we are brushing our teeth. | Dişlerimizi fırçalarken musluğu kapatmalıyız. |
tap | musluk | We should turn off the tap while we are brushing our teeth. | Dişlerimizi fırçalarken musluğu kapatmalıyız. |
make a fire | ateş yakmak | Don’t make a fire at home. | Evde ateş yakma. |
take photographs | fotoğraf çekmek | She takes photograps all the time. | Her zaman fotoğraf çeker. |
go bird watching | kuş gözlemciliği yapmak | Some scientists go bird watching. | Bazı bilim adamları kuş gözlemciliği yapar. |
clean up | temizlemek | Clean up the garden. | Bahçeyi temizle. |
keep clean | Temiz tut | Keep clean your room. | Odanı temiz tut. |
woods | orman | We are going to the woods. | Ormana gidiyoruz. |
public transportation | toplu taşıma | Use public transportation to prevent the traffic. | Trafiği önlemek için toplu taşımayı kullan. |
short distance | kısa mesafe | For short distances, cycling can be a good option. | Kısa mesafeler için bisiklet sürmek iyi bir seçenek. |
seperate piece | ayrı parça | Write them on seperate pieces of cardboard. | Onları kartonun ayrı parçalarına yaz. |
Unit 10 | |||
ballot box | oy sandığı | They put the envelopes with their votes in a ballot box. | Oyları zarflarla beraber oy sandığına koyuyorlar. |
campaign | kampanya | Candidates should respect each other during the campaign. | Adaylar kampanya esnasında birbirine saygı göstermeli. |
candidate | aday | Candidates should respect each other during the campaign. | Adaylar kampanya esnasında birbirine saygı göstermeli. |
election | seçim | They hold the class president election by the end of the school year. | Okul yılının sonunda sınıf başkanı seçimlerini yaparlar. |
equal | eşit | Having equal rights in the class are also related to democracy. | Bir sınıfta eşit haklara sahip olmak aynı zamanda demokrasiyle bağlantılıdır. |
fair | adil | The school staff treats everyone fair. | Okul personeli herkese adil davranır. |
flyers | el ilanları | You should put up posters and hand out flyers or stickers. | Posterleri vermeli ve el ilanları ya da yapışkanları da dağıtmalısın. |
law | Kanun | We should act according to the laws. | Kanunlara göre hareket etmeliyiz. |
polling place | oy verme yeri | We woke up early in the morning and went to the polling place. | Bu sabah sabah erken kalktık ve oy verme yerine gittik. |
republic | cumhuriyet | Who was the first president of the Turkish Republic? | Türk Cumhuriyeti’nin ilk başkanı kimdir? |
responsibility | sorumluluk | It can be a lot of work and responsibility. | Çok fazla iş ve yükümlülük olabilir. |
right | hak | Men have more rights than women. | Erkekle kadınlardan daha fazla hakka sahiptir. |
vote | oy | We can vote only once in an election. | Seçimde sadece bir kez oy veririz. |
research | araştırma | A scientist does research in new areas. | Bilim adamı yeni alanlarda araştırma yapar. |
smart board | Akıllı tahta | A teacher is telling a new subject using the smart board. | Öğretmen akıllı tahtayı kullanarak yeni konuyu anlatıyor. |
school trip | okul gezisi | School trips are always fun. | Okul gezileri her zaman eğlencilidir. |
order | sipariş vermek | Mrs. Taylor wanted to order dinner for the family. | Bayan Taylor ailesi için akşam yemeği sipariş etmek istedi. |
respect | saygı duymak | Candidates should respect each other during the campaign. | Adaylar kampanya esnasında birbirine saygı göstermeli. |
experiment | deney | We are doing experiment. | Deney yapıyoruz. |
cooperation | işbirliği | Cooperation is important. | İşbirliği önemlidir. |
newcomer | yeni gelen | The students shouldn’t vote for the newcomers. | Öğrenciler yeni gelenler için oy vermemeli. |
during | sırasında, esnasında | Candidates should respect each other during the campaign. | Adaylar kampanya esnasında birbirine saygı göstermeli. |
step | adım | Describe the steps of the election campaign. | Seçim kampanyasının adımlarını açıkla. |
hand out | dağıtmak | You should put up posters and hand out flyers or stickers. | Posterleri vermeli ve el ilanları ya da yapışkanları da dağıtmalısın. |
sticker | etiket, yapışkan | You should put up posters and hand out flyers or stickers. | Posterleri vermeli ve el ilanları ya da yapışkanları da dağıtmalısın. |
joke | şaka | Talk about your plans and projects but make some jokes, too. | Proje ve planlarından bahset fakat biraz da şaka yap. |
common item | ortak öğe | What are the common items in all the lists? | Listelerdeki ortak öğeler nedir? |
voting age | oy kullanma yaşı | The voting age in Brazil is 18. | Brezilyadaki oy kullanma yaşı 18’dir. |
general election | Genel seçim | When do you have general elections in your country? | Ülkendeki genel seçimler ne zaman yapılmaktadır? |
democratic | demokratik | In a democratic country, people vote for and elect the leader(s) of their country. | Demokratik bir ülkede, insanlar oy verip verip ülkenin liderini seçerler. |
envelope | zarf | They put the envelopes with their votes in a ballot box. | Oyları zarflarla beraber oy sandığına koyuyorlar. |
anchorman | spiker | Finally, the anchorman announced the new president of Brazil. | Sonunda, spiker Brezilya’nın yeni başkanını duyurdu. |
announce | duyurmak | Finally, the anchorman announced the new president of Brazil. | Sonunda, spiker Brezilya’nın yeni başkanını duyurdu. |
opinion | görüş | She always asks people about their opinions and listens to them carefully. | O her zaman insanların fikirlerini sorar ve onları dikkatlice dinler. |
favour | desteklemek | She doesn’t favour anyone or any political group. | Kimseyi ya da herhangi bir politik grubu desteklemez. |
political group | siyasi grup | She doesn’t favour anyone or any political group. | Kimseyi ya da herhangi bir politik grubu desteklemez. |
step by step | adım adım | Describe it step by step. | Adım adım açıkla. |
instruction | talimat | Ask your friend for help, follow his/her instructions. | Arkadaşından yardım iste, onun talimatlarını izle. |
Throw a dice | zar atmak | Throw a dice, move to the box and answer the question. | Zar at, kutuya ilerle ve soruyu cevapla. |
acceptable | kabul edilebilir | Fair means right and acceptable. | Adil doğru ve kabul edilebilir manasına gelmektedir. |
Breaking rules | kurallara uymamak | Breaking rules is not a principle of democracy. | Kurallara uymamak demokrasinin prensibi değildir. |
principle | prensip | Which is a principle of democracy? | Demokrasinin prensibi nedir? |
Expressing an opinion | fikir ifade etmek | Expressing opinions freely is a principle of democracy. | Fikirleri serbestçe ifade etmek demokrasinin prensibidir. |
freely | serbestçe | Expressing opinions freely is a principle of democracy. | Fikirleri serbestçe ifade etmek demokrasinin prensibidir. |
president | Devlet Başkanı | The president should ask our opinions. | Başkan fikirlerimiz sormalı. |
bulletin board | bülten tahtası | Hang your poster on the bulletin board. | Posterini bülten tahtasına as. |
visual | görsel | Prepare a poster using your slogans and visuals. | Slogan ve görselleri kullanarak poster hazırla. |
attractive | çekici | Create an attractive slogan for each item in your list. | Listendeki her madde için çekici bir slogan oluştur. |
Konuşarak Öğren uygulaması ile İngilizcenizi geliştirin.