C ile Başlayan İngilizce Kelimeler ve Anlamları


Türkiye’nin en iyi online İngilizce eğitim sistemi olan Konuşarak Öğren’den ücretsiz konuşma dersi almak için tıklayın !

Konuşarak Öğren'i Ücretsiz Deneyin

C ile başlayan İngilizce kelimeler ve anlamlarını aşağıda sıraladık. 1000 adet c harfi ile başlayan İngilizce kelime listesi;

  • c:do, karbon, orta, yüz dolarlık banknot
  • o.:beraber, birlikte
  • cab:aracı kullanan kişinin yeri, kiralık araba, taksi, taksi ile gitmek
  • cabal:dalavere veya hile yapmak, dolap, dümen, entrika, entrika çevirmek, hizip, komplo, komplo kurmak
  • cabala:esrar, gizem, gizli öğreti, ibrani felsefesi yazıları, kabala, sır
  • cabaret:gece klübü, kabare, meyhane, müzikli ve danslı şov
  • cabbage:lâhana
  • cabbagehead:ahmak, bir baş lâhana, eşek
  • cabbala:esrar, gizem, gizli öğreti, ibrani felsefesi yazıları, kabala, sır
  • cabby:taksi şoförü
  • cabdriver:araba sürücüsü, taksi şoförü, taksici
  • cabin:hücre, kabin, kamara, kulübe, uçakta öndeki özel bölüm
  • cabinet:bakanlar kurulu, dolap, kabine, kartvizitten büyükçe fotoğraf, televizyon veya teyp bölmesi, vitrinli dolap
  • cabinetmaker:ince iş marangozu, kabineyi kurmakla görevli başbakan, marangoz
  • cabinetmaking:ince marangozluk
  • cable:kablo, kablo döşemek, kablo ile bağlamak, kablolu yayın, kablolu yayın yapmak, palamar, telgraf, telgraf çekmek
  • cablecast:kablolu yayın, kablolu yayın yapmak
  • cablegram:telgraf
  • cabman:taksi şoförü, taksici
  • caboodle:cemaat
  • caboose:gemi mutfağı, trende personel vagonu
  • cabotage:kabotaj
  • cabriolet:kabriyole, üstü açılabilir araba
  • cacao:kakao
  • cachalot:ispermeçet balinası, kaşalot
  • cache:gizleme yeri, gizlemek, gizli bir yere saklamak, gizli yer, gizli yerde saklanan şey
  • cached:gizlemek, gizli bir yere saklamak
  • cachet:ayrıcalık, damga, fark, kapsül, kaşe, mühür, özellik, prestij, saygınlık
  • cachexia:beden zayıflığı, kaşeksi
  • cachexy:beden zayıflığı, kaşeksi
  • cachinnate:kahkaha atmak, yüksek sesle gülmek
  • cachou:ağız kokusu pastili, kaşu
  • cacique:kızılderili kabile reisi
  • cackle:gevezelik, gevezelik etmek, gıdaklama, gıdaklamak, kahkaha, laflamak
  • cackling:gevezelik etmek, gıdaklamak, laflamak
  • cacography:bozuk imlâ, kötü el yazısı
  • cacophonous:kakofonik
  • cacophony:kakofoni
  • cacti:atlasçiçeği, kaktüs
  • cactus:atlasçiçeği, kaktüs
  • cad:ahlaksız kimse, kaba adam, kimse, kişi
  • cadastral:kadastro ile ilgili
  • cadaver:ceset, kadavra
  • cadaverous:kadavra gibi, soluk
  • caddie:çay kutusu
  • caddish:terbiyesiz
  • caddy:çay kutusu
  • cadence:ahenk, kadans, ritim, ritm, ses uyumu, sesin alçalması, tempo
  • cadenced:ahenkli, ritmik
  • cadenza:durgu, kadenz
  • cadet:aday, askeri öğrenci, erkek kardeş, harp okulu öğrencisi, oğul, polis akademisi öğrencisi
  • cadge:avuç açmak, el açmak
  • cadger:dilenci, otlakçı
  • cadging:avuç açmak, el açmak
  • cadmium:kadmiyum
  • cadre:çekirdek kadro, çekirdek kadro elemanı, hücre merkezi, kadro, kurmay heyeti
  • caducity:bunaklık, fanilik, geçicilik, zayıflık
  • caecum:körbağırsak
  • caesar:diktatör, otokrat, sezar
  • caesarean:sezar ile ilgili
  • caesarian:sezar ile ilgili
  • caesarism:askeri diktatörlük
  • caesura:durak, duraklanacak yer, durgu
  • cafe:bar, kafe, kahvehane, lokanta
  • café:bar, kafe, kahvehane, lokanta
  • cafeteria:kafeterya
  • caffeine:kafein
  • caftan:kaftan
  • cage:asansör kabini, basket, buz hokeyi kalesi, buz hokeyinde sayı yapmak, çelik bina iskeleti, esir kampı, hapishane, hapsetmek, kafes, kafese koymak, kafeslemek, kodes, kuş kafesi, sayı
  • caged:buz hokeyinde sayı yapmak, hapsetmek, kafese koymak, kafeslemek
  • cagey:ağzı sıkı, ihtiyatlı, kapalı kutu, kurnaz, sırrını söylemeyen, tedbirli
  • caging:buz hokeyinde sayı yapmak, hapsetmek, kafese koymak, kafeslemek
  • cagy:pişkin
  • cahoot:işbirliği
  • caique:kayık
  • cairn:dağ tepesine yığılan taş, höyük, tepe biçiminde mezar
  • cairo:kahire
  • caisson:cephane arabası, cephane sandığı, duba, sualtında temel atma sandığı
  • caitiff:alçak kimse, aşağılık kimse, korkak
  • cajole:ikna etmek, razı etmek, tatlı sözle kandırmak
  • cajolery:tatlı sözle kandırma
  • cajoling:ikna etmek, razı etmek, tatlı sözle kandırmak
  • cake:çörek, kabuk bağlamak, kabuklaşmak, kabuklaşmış kir, kalıp, kalıplaşmak, katılaşmak, kek, parça, pasta
  • caked:kabuk bağlamak, kabuklaşmak, kalıplaşmak, katılaşmak
  • cakes:çörek, kabuk bağlamak, kabuklaşmak, kabuklaşmış kir, kalıp, kalıplaşmak, katılaşmak, kek, parça, pasta
  • cakewalk:dans çeşidi
  • calabash:su kabağından yapılmış su kabı, sukabağı
  • calamary:kalamar
  • calamine:kalamin, tutya taşı
  • calamities:afet, belâ, felâket, musibet, sefalet, yoksulluk
  • calamitous:belâlı, felâketli
  • calamity:afet, belâ, felâket, musibet, sefalet, yoksulluk
  • calamus:hint kamışı
  • calash:eski bir ipekli kadın başlığı, hafif gezinti arabası, kaleska
  • calcaneus:topuk kemiği
  • calcedony:alaca akik
  • calceolaria:çanta çiçeği
  • calcic:kalsiyum, kalsiyumlu, kireçli
  • calciferous:kalsiyumlu, kireç veren, kireçli
  • calcification:kireçlendirme, kireçlenme, kireçleştirme, taşlaşma, taşlaştırma
  • calcified:kireç haline getirmek, kireçlenmek
  • calcify:kireç haline getirmek, kireçlenmek
  • calcine:yakarak toz haline getirmek
  • calcined:yakarak toz haline getirmek
  • calcining:yakarak toz haline getirmek
  • calcite:kalsit, kalsiyum karbonatı
  • calcium:kalsiyum, kireç taşı
  • calcuator:hesap cetveli, hesap makinesi, hesap yapan kimse
  • calculable:güvenilir, hesaplanabilir, sağlam, sayılabilir
  • calculate:bel bağlamak, düşünüp taşınmak, güvenmek, hesap etmek, hesap yapmak, hesaplamak, ihtimal vermek, ölçüp biçmek, planlamak, saymak, tahmin etmek, tasarlamak
  • calculated:hesaba katılmış, hesaplanmış, hesaplı, tahmini, uygun, yerinde
  • calculating:bencil, çıkarcı, egoist, hesap-, işini bilen, kurnaz
  • calculation:çıkar hesabı, düşünüp taşınma, hesap, hesap sonucu, hesaplama, öngörü, tahmin
  • calculations:çıkar hesabı, düşünüp taşınma, hesap, hesap sonucu, hesaplama, öngörü, tahmin
  • calculator:hesap cetveli, hesap makinesi, hesap yapan kimse
  • calculus:hesap, taş
  • caldron:kazan
  • caledonian:iskoç, kaledonya ile ilgili, kaledonyalı
  • calefacient:ısıtan, sıcaklık yapan
  • calefaction:ısınma, ısıtma
  • calendar:almanak, düzenlemek, kaydetmek, kütük, liste, mahkeme günü, sicil, takvim, yıllık
  • calender:almanak, düzenlemek, kaydetmek, kütük, liste, mahkeme günü, sicil, takvim, yıllık
  • calf:baldır, buzağı, çorabın baldır kısmı, dana, dana derisi, kocaman hayvan yavrusu, sersem genç veya çocuk
  • calf’s:baldır, buzağı, çorabın baldır kısmı, dana, dana derisi, kocaman hayvan yavrusu, sersem genç veya çocuk
  • calfskin:dana derisi, vidala
  • caliber:çap, kalibre, yetenek
  • calibrate:ayar etmek, ayarlamak, derecelendirmek, kalibresini bulmak
  • calibrated:ayar etmek, ayarlamak, derecelendirmek, kalibresini bulmak
  • calibration:ayarlama, çaplama
  • calibre:çap, kalibre, yetenek
  • calico:basma, değişik, karışık, pamuklu, pamuklu bez, patiska
  • calif:halife
  • california:kaliforniya
  • caliph:halife
  • calisthenics:beden eğitimi, jimnastik
  • calix:çanak, çanak biçiminde organ, havuzcuk, kaliks, kâse biçiminde organ, keis, tohum zarfı, zarf
  • calk:buzmıhı, kalafat etmek, kayar
  • calkin:buzmıhı, kalafat etmek, kayar
  • call:adlandırmak, aramak, bağırmak, çağırma, çağırmak, çağrı, çağrıda bulunmak, dava açmak, davet, davet etmek, demek, farzetmek, ihtiyaç, lakap takmak, ötüş, ses, seslenme, seslenmek, söylemek, telefon etmek, telefonda konuşma, telefonda konuşmak, uyandırmak, ziyaret, ziyaret etme, ziyaret etmek
  • callback:arayan kimseyi geri aramak, caymak, dönmek, geri çağırmak, tekrar uğramak, yalanlamak
  • called:adlı, denilen
  • caller:misafir, oyunu yöneten kimse, telefon eden kimse, ziyaretçi
  • callers:misafir, oyunu yöneten kimse, telefon eden kimse, ziyaretçi
  • calligraphy:güzel yazı sanatı, hattatlık, kaligrafi
  • calling:çağrı, davet, görev aşkı, iş, meslek, seslenme, telefon etme
  • callisthenics:beden eğitimi, jimnastik
  • callosity:nasır, nasır tutma
  • callous:duygusuz, duygusuzlaşmak, hissiz, hissizleşmek, katı, nasır tutmak, nasırlı, şefkâtsiz
  • calloused:duygusuzlaşmak, hissizleşmek, nasır tutmak
  • callow:acemi, tecrübesiz, toy, tüyleri bitmemiş
  • calls:adlandırmak, aramak, bağırmak, çağırma, çağırmak, çağrı, çağrıda bulunmak, dava açmak, davet, davet etmek, demek, farzetmek, ihtiyaç, lakap takmak, ötüş, ses, seslenme, seslenmek, söylemek, telefon etmek, telefonda konuşma, telefonda konuşmak, uyandırmak, ziyaret, ziyaret etme, ziyaret etmek
  • callus:nasır
  • calm:ağırbaşlı, arsız, dingin, dinginlik, durgun, durgunluk, endişesiz, esintisiz, gürültüsüz, huzurlu, rüzgârın kesilmesi, sakin, sakinleştirmek, sakinlik, serinkanlı, soğuk, soğukkanlı, teskin etmek, yatıştırmak
  • calmative:yatıştırıcı
  • calming:dinlendirici, huzur veren, teskin, teskin edici, yatıştırıcı
  • calmly:heyecan göstermeden, sakince
  • calmness:dinginlik, durgunluk, sakinlik, soğukkanlılık
  • caloric:hararet, ısı, ısı ile ilgili
  • calorie:ısı birimi, kalori
  • calories:ısı birimi, kalori
  • calorific:ısı veren, ısıtan
  • calorimeter:ısıölçer, kalorimetre
  • calory:ısı birimi, kalori
  • caltrop:boğadikeni, demirdiken
  • calumet:barış çubuğu, barış piposu
  • calumniate:çamur atmak, iftira etmek, karalamak
  • calumniation:çamur, iftira
  • calumniator:çamur atan kimse, iftiracı
  • calumnious:iftira gibi, iftira türünden
  • calumny:çamur atma, iftira, karalama
  • calvary:cefa, eza, felâket
  • calve:buzağılamak, parçalamak, yavrulamak
  • calving:buzağılamak, parçalamak, yavrulamak
  • calvinism:kalvin’cilik, kalvin’in doktrinleri, kalvinizm
  • calvinist:kalvinist
  • calx:kalsiyum oksit
  • cam:kam, mil dirseği, tırnak
  • camaraderie:arkadaşlık, dostluk, samimiyet, yoldaşlık
  • camarilla:gizli danışmanlar grubu
  • camber:bombe, bombelendirmek, dışbükey yapmak, eğrilik, hafifçe bükülmek, kamber, kavis
  • cambered:bombeli, eğri, kavisli
  • cambrian:galler ülkesi ile ilgili, galli kimse, kambriyum, kambriyum’a ait, paleozik devrin ilk dönemi
  • cambric:ince beyaz keten, pamuklu ince kumaş, patiska
  • cambridge:cambridge
  • came:buyurmak, gelmek, görünmek, ileri gelmek, orgazm olmak, tatmin olmak, tavır takınmak, ulaşmak
  • camel:deve, duba, tombaz
  • cameleer:deveci, hecin süvarisi
  • camelhair:devetüyü, devetüyünden dokunmuş kumaş
  • camellia:çingülü, japon gülü, kamelya
  • camel’s:deve, duba, tombaz
  • cameo:kabartmalı değerli taş, minyatür
  • camera:fotoğraf makinesi, gizli, hakimin özel odası, kamera, mahrem
  • cameraman:basın fotoğrafçısı, kameraman
  • camion:kamyon
  • camisole:kadın geceliği, kadın iç gömleği, kaşkorse, kısa sabahlık
  • camomile:öküzgözü, papatya, sarı papatya
  • camouflage:gizleme, gizlemek, kamuflaj, kamufle etmek
  • camouflaged:gizlemek, kamufle etmek
  • camp:adi, adileştirmek, aşırı, bayağı, bayağılaştırmak, eşcinsel, gülünç, homoseksüel, kamp, kamp kurmak, kamp yapmak, kampa yerleştirmek, konak yeri, konaklamak, ordugâh, yapmacık davranışları olan
  • campaign:adaylığını koymak, kampanya, kampanyaya katılmak, mücâdele, mücâdele vermek, savaş, savaşmak, sefer, seferberlik, sefere çıkmak
  • campaigned:adaylığını koymak, kampanyaya katılmak, mücâdele vermek, savaşmak, sefere çıkmak
  • campaigner:kampanyaya katılan kimse, mücâdele veren kimse
  • campaigning:adaylığını koymak, kampanyaya katılmak, mücâdele vermek, savaşmak, sefere çıkmak
  • campane:çan, kampana
  • campanile:çan kulesi
  • campanula:boruçiçeği, çançiçeği
  • camper:kamp arabası, kamp yapan kimse, kampçı
  • campground:kamp alanı, kamp yeri
  • camphor:kâfur
  • camphorated:kâfur, kâfurlu
  • camping:kamp, kamp yapma, kamping
  • campion:bir tür karanfil
  • campsite:kamp bölgesi, kamp yeri
  • campus:kampus, okul arazisi
  • campy:adi, yapmacık
  • camshaft:kam şaftı
  • can:-ebilmek, edebilmek, hapishane, hela, kaba et, kasede kaydetmek, kayıt yapmak, kıç, kodes, konserve kutusu, konservelemek, konservesini yapmak, kovmak, kutu, olabilmek, popo, teneke kutu, teneke kutudaki içecek, uzaklaştırmak, yapabilmek
  • canada:kanada
  • canadian:kanada ile ilgili, kanadalı
  • canaille:aşağı tabaka, ayaktakımı
  • canal:ark, kanal, suyolu
  • canalization:kanal açma, kanallar sistemi
  • canalize:kanal açmak, kanal haline getirmek, kanalize etmek, yönlendirmek
  • canals:ark, kanal, suyolu
  • canapé:kanepe
  • canard:asılsız haber, hile, oyun, uydurma haber
  • canards:asılsız haber, hile, oyun, uydurma haber
  • canary:açık sarı, kanarya
  • canasta:kanasta
  • cancan:kankan, kankan dansı
  • cancel:boşa çıkarmak, bozma, çıkarma, damgalamak, etkisiz hale getirmek, feshetmek, fesih, geçersiz kılmak, hükümsüz kılmak, iptal, iptal etmek, kaldırmak, kısaltmak, sadeleştirmek, silme, silmek
  • canceled:iptal edildi, iptal edilmiş
  • canceling:iptal, iptal etme
  • cancellation:bozma, çıkarma, damga, fesih, geçersiz kılma, iptal, iptâl damgası, kaldırılma, silme
  • cancellations:bozma, çıkarma, damga, fesih, geçersiz kılma, iptal, iptâl damgası, kaldırılma, silme
  • cancelled:iptal edildi, iptal edilmiş
  • cancelling:iptal, iptal etme
  • cancer:kanser, kötü şey
  • cancerous:kanser gibi, kanserli
  • cancers:kanser, kötü şey
  • candelabra:kollu büyük şamdan, şamdan
  • candelabrum:kollu büyük şamdan, şamdan
  • candid:açık, candan, dürüst, gizli çekimde kullanılan, içten, saf, samimi, tarafsız
  • candidacy:adaylık
  • candidate:aday, namzet
  • candidates:aday, namzet
  • candidature:adaylık
  • candied:hoş görünen, şatafatlı, şekerleme yapılmış, şekerlenmiş
  • candies:bonbon, karamela, şeker, şekerleme
  • candle:kandil, mum
  • candleberry:mum ağacı
  • candleholder:mumluk
  • candlelight:mumışığı, yapay ışık
  • candles:kandil, mum
  • candlestick:şamdan
  • candlewick:fitil
  • can–do:hay hay!, olur!
  • candor:açık kalplilik, açık sözlülük, doğruluk, samimiyet, tarafsızlık
  • candour:açık kalplilik, açık sözlülük, doğruluk, samimiyet, tarafsızlık
  • candy:bonbon, karamela, şeker, şekerleme
  • candyfloss:pamuk helva
  • cane:bambu, değnek, dövmek, hasırla kaplamak, kamış, sopa, sopalamak
  • canine:köpek, köpek gibi, köpek soyundan, köpekler için, yalaka
  • caning:dayak, sopa
  • canister:teneke kutu
  • canker:ağız veya kulak yarası, bozucu etken, buğdaypası, çürümek, çürütmek, mahvetmek, mahvolmak, pamukçuğa yakalanmak, pamukçuk, pamukçuk oluşturmak, yara, yozlaştıran etmen
  • cankered:bozulmuş, kötü huylu, kötücül
  • cankerous:çürüten, çürütücü, pamukçuğa neden olan, pamukçuk gibi, yozlaştıran
  • cannabis:esrarotu, haşiş, kendir, kenevir
  • canned:banda alınmış, kaydedilmiş, konserve, konservelenmiş, kutu, önceden söylenmiş olan, sarhoş, zom
  • canner:konserve fabrikası, konserveci
  • cannery:konserve fabrikası
  • cannibal:yamyam, yamyamlıkla ilgili
  • cannibalism:yamyamlık
  • cannibalistic:yamyam gibi
  • cannibalize:kullanılmış parça takmak, parça almak
  • cannibalized:kullanılmış parça takmak, parça almak
  • cannibalizing:kullanılmış parça takmak, parça almak
  • canning:konserve yapma, konserveleme, kutulama
  • cannon:bombardıman etmek, bombardıman silahı, çarpışmak, çarpmak, incik kemiği, karambol, karambol yapmak, mil, top, topa tutmak
  • cannonade:bombardıman, bombardıman etmek, topa tutmak
  • cannot:edememek, gücü yetmemek, yapamamak
  • cannula:kanül, sonda
  • canny:açıkgöz, dikkatli, hoş, kurnaz, tedbirli, tutumlu, uyanık, zarif
  • canoe:kano, kano ile gezmek, kano kullanmak
  • canoeist:kano kullanan kimse, kanocu
  • canon:azizler listesi, genel kural, ilke, kanon, kanun, kilise heyeti üyesi, kilise kanunu, kırk sekiz puntoluk harf, kriter, kutsal kitaplar, ölçüt
  • canoness:dinsel kadın topluluğu üyesi
  • canonical:kabul edilmiş, kilise kanununa göre belirlenen, kutsal kitapta geçen, standart
  • canonize:azizler listesine almak, kutsamak
  • canonized:azizler listesine almak, kutsamak
  • canons:azizler listesi, genel kural, ilke, kanon, kanun, kilise heyeti üyesi, kilise kanunu, kırk sekiz puntoluk harf, kriter, kutsal kitaplar, ölçüt
  • canoodle:bağrına basmak, kucaklamak, okşamak, sarılmak
  • canopy:gölgelemek, gölgelik, kaplamak, kubbe, örtmek, örtü, paraşüt, saçak, tente
  • canorous:ahenkli, uyumlu
  • cant:argo, argolu konuşmak, dilenmek, eğim, eğmek, iki yüzlülük, iki yüzlülük etmek, meyil, meyil vermek, riyakârlık, samimiyetsizlik, yan yatırmak, yapmacıklı konuşmak, yapmacıklık, yatay kesit
  • can’t:edememek, gücü yetmemek, yapamamak
  • cantaloup:kavun
  • cantaloupe:kavun
  • cantankerous:aksi, geçimsiz, hırçın, huysuz, inatçı
  • cantata:kantat
  • canted:argolu konuşmak, dilenmek, eğmek, iki yüzlülük etmek, meyil vermek, yan yatırmak, yapmacıklı konuşmak
  • canteen:kantin, matara, yemek kabı
  • canter:atın eşkin gidişi, eşkin gitmek
  • canticle:ilahi, kantik
  • canticles:hazreti süleyman ın neşideleri
  • cantilever:çıkma, konsol, manivela, sundurma
  • cantilevered:destekli, dirsekli, konsol
  • canting:argolu konuşmak, dilenmek, eğmek, iki yüzlülük etmek, meyil vermek, yan yatırmak, yapmacıklı konuşmak
  • cantle:bölüm, eyerin arka kaşı, parça
  • canto:kıta
  • canton:kanton
  • cantonment:karargâh, konak yeri, ordugâh
  • cantor:kantor, koro şefi
  • canuck:kanadalı, kanadalı fransız
  • canvas:çadır bezi, kanaviçe, kanvaz, tuval, tuvale yapılmış tablo, yelken, yelken bezi
  • canvass:görüşmek, gözden geçirmek, kamuoyu yoklaması yapmak, oy toplama, propaganda yapmak, reklâm yapma, reklâm yapmak, seçim kampanyası, seçmenleri dolaşarak oy istemek, sipariş toplama, sipariş toplamak, tartışmak
  • canvasser:propagandacı, sipariş toplayan kimse
  • canvassing:propaganda, reklâm
  • canyon:kanyon, vadi
  • caoutchouc:kauçuk
  • cap:başkent, başlık, daha iyisini yapmak, geçmek, kapak, kapatmak, kapital, kasket, kep, kep takmak, örtmek, şapka, tepe, zirve
  • capabilities:güç, iktidar, kabiliyet, kapasite, yetenek
  • capability:güç, iktidar, kabiliyet, kapasite, yetenek
  • capable:becerikli, duyarlı, ehliyetli, etki altında kalabilen, kabiliyetli, kapasiteye sahip, yetenekli
  • capacious:büyük, ferah, geniş
  • capacitance:direnç, kapasitans
  • capacitate:yetki vermek, yetkilendirmek
  • capacitor:kondansatör
  • capacity:azami, dolu, ful, güç, hacim, iktidar, kabiliyet, kapasite, maksimum, sıfat, verim, yetenek, yeterlik
  • caparison:eyer örtüsü, giysi, haşe, haşe örtmek, kıyafet, örtü, süslemek
  • cape:burun, kap, pelerin
  • caper:aptalca davranmak, geberotu, hoplama, hoplamak, kanunsuz davranış, muziplik, muziplik etmek, oynayıp sıçramak, sıçrama, suç
  • capercaillie:çalıhorozu
  • capercailzie:çalıhorozu
  • capers:kapari
  • capias:tutuklama emri
  • capillarity:kapilarite
  • capillary:kıl gibi, kılcal, kılcal damar, kılla ilgili
  • capital:ana, baş, başkent, büyük, büyük harf, cezası ölüm olan, ciddi, çıkar, kapital, kâr, kazanç, kusursuz, mühim, mükemmel, ölüm, önde gelen, önemli, sermaye, sermaye ile ilgili, sütun başı
  • capitalise:büyük harflerle yazmak, çıkar sağlamak, katılımcı olmak, sermaye olarak kullanmak, sermayeleştirmek, yararlanmak
  • capitalism:ana malcılık, kapitalizm
  • capitalist:kapitalist, sermayedar
  • capitalistic:kapitalistlik ile ilgili, sermayedarlık ile ilgili
  • capitalists:kapitalist, sermayedar
  • capitalization:büyük harf kullanma, işletme sermayesi, sermaye miktarı, sermayelendirme, sermayeye katma
  • capitalize:büyük harflerle yazmak, çıkar sağlamak, katılımcı olmak, sermaye olarak kullanmak, sermayeleştirmek, yararlanmak
  • capitalizing:büyük harflerle yazmak, çıkar sağlamak, katılımcı olmak, sermaye olarak kullanmak, sermayeleştirmek, yararlanmak
  • capitation:kişi başına düşen
  • capitulate:silâhları bırakmak, teslim olmak, teslim şartlarını kararlaştırmak
  • capitulation:kapitülasyon, şartlı olarak teslim olma, silâh bırakma, yabancılara tanınan ayrıcalık
  • capon:kısırlaştırılmış horoz
  • capped:kepli, şapkalı
  • capping:daha iyisini yapmak, geçmek, kapatmak, kep takmak, örtmek
  • cappuccino:cappuccino, italyan kahvesi, kapuçino
  • capri:kapri
  • caprice:değişken istek, geçici heves, kapriçyo, kapris, kaprislilik
  • capricious:değişken, dönek, gelgeç gönüllü, kaprisli
  • capriciousness:değişkenlik, kaprislilik
  • capricorn:oğlak burcu, oğlak takımyıldızı
  • capriole:sıçrama, sıçramak, sıçrayış, zıplama, zıplamak
  • caps:başlık, daha iyisini yapmak, geçmek, kapak, kapatmak, kasket, kep, kep takmak, örtmek, şapka, tepe, zirve
  • capsicum:kırmızı biber
  • capsize:alabora etmek, alabora olmak, değişivermek, devirmek, ters dönmek
  • capsizing:alabora etmek, alabora olmak, değişivermek, devirmek, ters dönmek
  • capstan:bocurgat, ırgat
  • capsular:kapsül, kapsüle benzeyen
  • capsule:çanak, kapak, kapsül, kısa, özlü
  • captain:başkomiser, kaptan, kaptanlık etmek, kumanda etmek, lider, önder, postabaşı, şef, ustabaşı, yönetmek, yüzbaşı
  • captaincy:kaptanlık, liderlik, önderlik, yüzbaşılık
  • captainship:kaptanlık, liderlik, önderlik, yüzbaşılık
  • caption:altyazı, altyazı koymak, başlık, başlık yazmak, manşet, manşet atmak, tutuklama
  • captions:altyazı, altyazı koymak, başlık, başlık yazmak, manşet, manşet atmak, tutuklama
  • captious:asılsız, boş, ince eleyip sık dokuyan, kılı kırk yaran, kusur bulan, yanıltıcı
  • captivate:büyülemek, çekmek, cezbetmek
  • captivated:büyülemek, çekmek, cezbetmek
  • captivating:büyüleyici, çekici
  • captivation:büyüleme, cezbetme
  • captive:baskı altında, esir, kısıtlanmış, mahkum, tutsak
  • captivity:esaret, tutkunluk, tutsaklık
  • captor:esir alan kimse, tutan kimse
  • capture:almak, çekim alanına almak, el koymak, ele geçirme, ele geçirmek, esir, esir alma, esir almak, ganimet, ganimet almak, tutsak etmek, zaptetme, zaptetmek
  • captured:almak, çekim alanına almak, el koymak, ele geçirmek, esir almak, ganimet almak, tutsak etmek, zaptetmek
  • capturing:almak, çekim alanına almak, el koymak, ele geçirmek, esir almak, ganimet almak, tutsak etmek, zaptetmek
  • capuccino:cappuccino, italyan kahvesi, kapuçino
  • capuchin:başlıklı pelerin, kapüsen
  • car:araba, kabin, otomobil, vagon, yolcu bölümü
  • carabineer:karabinalı asker
  • carabinier:karabinalı asker
  • caracal:karakulak
  • caracole:yarım çark hareketi
  • carafe:karaf, sürahi
  • caramel:karamel, karamela
  • carapace:kabuk, kaplumbağa kabuğu
  • carat:ayar, kırat
  • caravan:kafile, karavan, karavanda yaşamak, karavanla gezmek, kervan, seyyar ev
  • caravansary:kervansaray
  • caravanserai:han, kervansaray
  • caravel:karavela
  • caraway:karaman kimyonu, kimyon
  • carbide:karbit
  • carbine:karabina
  • carbody:araba gövdesi, karoser
  • carbohydrate:karbonhidrat
  • carbon:karbon, karbon kâğıdı, karbon kömür, kopya kâğıdı
  • carbonaceous:karbon, karbon gibi, karbon ile ilgili
  • carbonate:karbonat, karbonata çevirmek, karbonatlamak, kömürleştirmek
  • carbonated:karbonata çevirmek, karbonatlamak, kömürleştirmek
  • carbonic:karbonik
  • carboniferous:karbonlu, kömürlü
  • carbonization:karbonun gazını çıkarma, kömürleşme, kömürleştirme
  • carbonize:karbonlaştırmak, kok haline getirmek, kömürleştirmek
  • carbonized:karbonlaştırmak, kok haline getirmek, kömürleştirmek
  • carbonizing:karbonlaştırmak, kok haline getirmek, kömürleştirmek
  • carborundum:korindon, zımpara
  • carboy:asite dayanıklı kap, damacana
  • carbuncle:kan çıbanı, kızıl renk, kızıl renkli ziynet eşyaları, kızılyara, lâl taşı, şirpençe, sivilce
  • carburet:karbonlamak
  • carbureter:karbüratör
  • carburetor:karbüratör
  • carburettor:karbüratör
  • carcase:ceset, enkaz, gövde, iskelet, kadavra, kalıntı
  • carcass:ceset, enkaz, gövde, iskelet, kadavra, kalıntı, leş, ölü
  • carcinogen:kanserojen madde
  • carcinogenic:kansere yol açan, kanserojen
  • carcinoma:kanser, kötücül ur
  • card:belge, esprili kimse, fişlemek, iskambil kâğıdı, kart, kart açmak, kart koymak, kartlara yapıştırmak, kartpostal, kartvizit, oyun kâğıdı, program, tarak, taramak, tebrik kartı
  • cardamom:kakule
  • cardamum:kakule
  • cardan:kardan
  • cardboard:karton, mukavva
  • carded:fişlemek, kart açmak, kart koymak, kartlara yapıştırmak, taramak
  • carder:tarak makinesi, tarak tezgâhı, tarakçı
  • cardiac:kâlp, kâlp hastası, kâlp ilacı, kâlp ile ilgili
  • cardigan:hırka
  • cardinal:ana, asıl, başlıca, kardinal, önemli, parlak kırmızı
  • carding:taraklama, tarama, yapağı taraması
  • cardio:kâlbe ait, kâlp, kardiyo
  • cardiogram:kardiyogram
  • cardiography:kardiyografi
  • cardiology:kardiyoloji
  • cardsharp:hilebaz
  • cardsharper:hilebaz
  • care:aldırış, bakım, beğenmek, borç, dikkat, endişe, endişelenmek, hevesli olmak, himaye, hoşlanmak, ilgi, ilgi duymak, ilgilenmek, itina, kafaya takmak, kaygı, kendini üzmek, merak, merak etmek, önem vermek, önemsemek, özen, özen göstermek, sevmek, tasa, umurumda olmak, üzüntü, vecibe, yapılması gereken şey
  • careen:karina etmek, sarsılmak, sendelemek, yan yatırmak, yan yatmak
  • career:dörtnala koşmak, hız, hız yapmak, kariyer, kariyer yapma, koşmak, meslek, meslek hayatı, meslekte başarı kazanma, sürat
  • carefree:dertsiz, endişesiz, gamsız, kalender, kaygısız, kayıtsız, tasasız
  • careful:dikkatli, düşünen, idareli, itinalı, ölçülü, özenli, tedbirli, titiz, tutumlu
  • carefully:dikkatlice, idareli biçimde, itinayla, özenle, tutumlu
  • carefulness:dikkat, dikkatlilik
  • careless:aldırışsız, dikkatsiz, düşüncesiz, gafil, ihmalci, ihmalkâr, ilgisiz, kaygısız, kayıtsız, lakayt, pervasız, tasasız
  • carelessly:dikkatsizce, düşüncesizce, ihmâlkârlıkla, ilgisizce, kaygısızca, pervasızca
  • carelessness:aldırışsızlık, aldırmazlık, dikkatsizlik, ihmal, ihmalcilik, ihmalkârlık, kayıtsızlık
  • cares:aldırış, bakım, beğenmek, borç, dikkat, endişe, endişelenmek, hevesli olmak, himaye, hoşlanmak, ilgi, ilgi duymak, ilgilenmek, itina, kafaya takmak, kaygı, kendini üzmek, merak, merak etmek, önem vermek, önemsemek, özen, özen göstermek, sevmek, tasa, umurumda olmak, üzüntü, vecibe, yapılması gereken şey
  • caress:kucaklama, kucaklamak, okşama, okşamak, öpme, öpmek, sevmek
  • caressing:okşama, şefkâtli, sevecen
  • caretaker:bakıcı, bekçi, hademe, kapıcı
  • careworn:endişeden bitkin, üzgün, üzüntüden bitmiş
  • carfare:bilet ücreti
  • cargo:kargo, yük
  • carhop:garson
  • caribbean:karayib denizi, karayib denizi ile ilgili
  • cariboo:karibu, kuzey amerika ren geyiği
  • caribou:karibu, kuzey amerika ren geyiği
  • caricature:karikatür, karikatürize etmek, karikatürünü yapmak, kötü taklit
  • caries:diş çürümesi, kemik çürümesi, yenirce
  • carillon:çanlarla çalınan melodi
  • carina:omurga
  • caring:önemseme, şefkâtli, sempatik, yardımsever
  • carious:çürük, çürümüş
  • carjack:kriko
  • carload:araba dolusu yük, asgari yük, bir yığın eşya, vagon dolusu yük
  • carloads:araba dolusu yük, asgari yük, bir yığın eşya, vagon dolusu yük
  • carman:arabacı, kamyoncu, nakliyeci
  • carmine:kırmızı, parlak kırmızı renkli
  • carnage:kan dökme, katliam
  • carnal:bedensel, cinsel, dünyevi, şehvetle ilgili
  • carnality:şehvet
  • carnassial:köpek dişi
  • carnation:karanfil, pembe
  • carnations:karanfil, pembe
  • carnival:büyük spor olayı, eğlence, festival, gezici sirk veya fuar, karnaval, şenlik
  • carnivel:büyük spor olayı, eğlence, festival, gezici sirk veya fuar, karnaval, şenlik
  • carnivore:etobur hayvan
  • carnivores:etobur hayvan
  • carnivorous:etçil, etobur, etoburlarla ilgili
  • carob:harnup, keçiboynuzu
  • carol:ilahi, şarkı, şarkılar söylemek, şarkılarla kutlamak
  • carolingian:şarlman hanedanı, şarlman hanedanı ile ilgili
  • carom:çarparak geri tepmek, karambol, karambol yapmak
  • carotid:karotis, şahdamar, şahdamarlar ile ilgili
  • carousal:alem, cümbüş, içki alemi
  • carouse:içki alemi yapmak, içki içmek, kafayı çekmek
  • carousel:atlıkarınca
  • carousing:içki alemi yapmak, içki içmek, kafayı çekmek
  • carp:beğenmemek, eleştirmek, kusur bulmak, mızmızlanmak, sazan
  • carpal:bilek ile ilgili
  • carpel:karpel, meyve yaprağı
  • carpenter:doğramacı, doğramacılık yapmak, dülger, marangoz, marangozluk yapmak
  • carpentry:doğramacılık, dülgerlik, marangozluk
  • carpet:azarlamak, halı, halı döşemek, haşlamak, kaplamak, örtmek
  • carpetbag:heybe
  • carpeting:halı malzemesi
  • carping:beğenmemek, eleştirmek, kusur bulmak, mızmızlanmak
  • carpool:araba parkı, sırayla araba kullanma anlaşması
  • carport:yanları açık garaj
  • carpus:bilek, bilek kemikleri, el bileği kemiği
  • carrel:tek kişilik çalışma yeri
  • carriage:araba, binek arabası, duruş, nakliye, nakliye ücreti, navlun, onaylama, taşıma, taşıyıcı alttakım, tavır, tutum, vagon
  • carriageable:araba geçebilir
  • carried:başarı kazanmak, bulundurmak, çakmak, çekmek, elde etmek, geçirmek, getirmek, götürmek, kaldırmak, menzili olmak, nakletmek, sağlamak, satışa sunmak, sevketmek, taşımak, taşıyıcılık yapmak, yayımlamak
  • carrier:hamal, kızak, kurye, nakliye şirketi, nakliyeci, port bagaj, portör, taşıyıcı, ulak
  • carrierbag:çanta, hafif kâğıt torbası, torba
  • carries:başarı kazanmak, bulundurmak, çakmak, çekmek, elde etmek, geçirmek, getirmek, götürmek, kaldırmak, menzil, menzili olmak, nakletmek, sağlamak, satışa sunmak, sevketmek, taşımak, taşıyıcılık yapmak, yayımlamak
  • carrion:kokmuş et, leş, leş gibi şey
  • carriying:nakliye, taşıma
  • carrot:havuç, kızıl saç, kızıl saçlı kimse
  • carrots:kızıl saç
  • carroty:havuç renginde, kızıl saçlı
  • carrousel:atlıkarınca
  • carry:başarı kazanmak, bulundurmak, çakmak, çekmek, elde etmek, geçirmek, getirmek, götürmek, kaldırmak, menzil, menzili olmak, nakletmek, sağlamak, satışa sunmak, sevketmek, taşımak, taşıyıcılık yapmak, yayımlamak
  • carryall:çuval, harhar, yolcu çantası, yolcu taşıma aracı
  • carrying:nakliye, taşıma
  • carryover:devren gelen mal veya eşya, ertelenmiş iş, nakli yekun, repor işlemi
  • carsick:araba tutmuş
  • carsickness:araba tutması
  • cart:araba, araba ile taşımak, at arabası, çekçek, el arabası
  • cartage:araba ile taşıma, navlun, taşıma ücreti
  • cartel:esir değişimi anlaşması, kartel
  • cartelize:kartel oluşturmak, kartelleşmek
  • carter:arabacı, kamyon şoförü, yük arabası kullanan kimse
  • cartesian:dekartçı, kartezyen
  • carthage:kartaca
  • carthorse:beygir, kuvvetli at, yük beygiri
  • cartilage:kıkırdak
  • carting:araba ile taşımak
  • cartload:bir araba dolusu şey, sürü, yığın
  • cartographer:haritacı, kartograf
  • cartography:haritacılık, kartografi
  • cartomancy:iskambil falcılığı, kâğıt falcılığı
  • carton:karton kutu, kutu, mukavva kutu, onikiden vurma
  • cartoon:çizgi film, karikatür, resim taslağı
  • cartoonist:çizgi film çizeri, karikatürist
  • cartouch:kabartma resim veya şekil
  • cartouche:kabartma resim veya şekil
  • cartridge:film kutusu, fişek, hartuç, kartuş, kutu, pikap, zarf
  • cartridges:film kutusu, fişek, hartuç, kartuş, kutu, pikap, zarf
  • carts:araba, araba ile taşımak, at arabası, çekçek, el arabası
  • cartwheel:at arabası tekerleği, yanlamasına takla, yanlamasına taklalar atmak
  • cartwright:araba yapımcısı
  • carve:doğramak, hakkaklık yapmak, hakketmek, keserek servis etmek, kesmek, oyma ile süslemek, oymacılık yapmak, oymak
  • carved:doğramak, hakkaklık yapmak, hakketmek, keserek servis etmek, kesmek, oyma ile süslemek, oymacılık yapmak, oymak
  • carver:et bıçağı, hakkâk, oymacı
  • carvery:et lokantası
  • carving:hakketme, kıvırcık, oyma, oyma eser, oymacılık
  • cascade:çağlayan, çağlayan gibi dökülmek, dalga dalga döküm, kademeli, kademeli dizi, şelâle
  • cascading:çağlayan gibi dökülmek
  • case:çanta, ciltlemek, dava, delil, dikizlemek, durum, görüş, gözetlemek, hasta, hukuksal olay, husus, kanıt, kap, kaplamak, kasa, kılıf, kovan, kutu, kutulamak, mahfaza, neden, olay, örtmek, sorun, tuhaf tip, valiz, yerine koymak
  • casehardened:yüzeyden sertleştirilmiş
  • casein:kazein, sütteki protein maddesi
  • casemate:kazamat, siper
  • casement:pencere kanadı
  • caseous:peynir, peynir gibi, peynir ile ilgili
  • cases:çanta, ciltlemek, dava, delil, dikizlemek, durum, görüş, gözetlemek, hasta, hukuksal olay, husus, kanıt, kap, kaplamak, kasa, kılıf, kovan, kutu, kutulamak, mahfaza, neden, olay, örtmek, sorun, tuhaf tip, valiz, yerine koymak
  • caseworker:sosyal görevli
  • cash:bozdurmak, bozmak, nakit, para, paraya çevirmek, peşin ödeme, peşin para, ufak madeni para
  • cashable:paraya çevrilebilir
  • cashbox:kasa
  • cashew:kaşu
  • cashflow:nakit akımı, nakit girişi
  • cashier:atmak, işine son vermek, kasadar, kasiyer, kovmak, veznedar
  • cashiering:atmak, işine son vermek, kovmak
  • cashiers:kasa
  • cashing:bozdurmak, bozmak, paraya çevirmek
  • cashless:parasız, parasız yapılan
  • cashmere:kaşmir, kaşmir kumaş
  • cashomat:bankamatik
  • casing:bumbar, çerçeve, dış lastik, kaplama, kasa, kılıf, muhafaza
  • casino:gazino, kumarhane
  • cask:fıçı, fıçı dolusu, varil
  • casket:küçük kutu, mücevher kutusu, tabut
  • caspian:hazar
  • casque:başlık, miğfer
  • cassation:fesih, iptal
  • casserole:güveç
  • cassette:kaset, kutu
  • cassock:cüppe
  • cast:alçı, atma, atmak, az bir miktar, biçim, biçim vermek, boşaltım, çarpıklık, çeşit, cins, dökmek, döküm, dökümcülük, eğrilik, eğrilmek, erken doğum yapmak, fırlatma, fırlatmak, kalıba dökmek, kalıp, kehanette bulunmak, kokuyu takip etmek, kusmak, nüans, olta iğnesi, oyuncular, rol alanlar, rol dağıtımı, rol dağıtımı yapmak, rol vermek, tip, ton, voli, yem atmak, yöntem, zarda gelen sayı, zoka
  • castanet:kastanyet, parmaklara takılan zil
  • castaway:atılmış, çürüğe çıkarılmış, kazazede, reddedilmiş, reddedilmiş kimse, reddedilmiş şey
  • caste:kast, sosyal sınıf
  • castellated:kale biçiminde yapılmış, kale gibi, kuleli
  • caster:biberlik, dökme kabı, küçük tekerlek, tuzluk
  • castigate:azarlamak, cezalandırmak, dövmek, kınamak
  • castigating:azarlamak, cezalandırmak, dövmek, kınamak
  • castigation:azarlama, cezalandırma, kınama
  • casting:ağ atma, astar sıva, dökme, dökmecilik, döküm, kalıba dökme, olta atma, rol dağıtımı
  • castle:hisar, kale, kaleyi şahın yanına koymak, rok yapmak, şato
  • castled:kaleyi şahın yanına koymak, rok yapmak
  • castles:hisar, kale, kaleyi şahın yanına koymak, rok yapmak, şato
  • castling:rok yapma
  • castoff:bir kenara atılmış, kullanılmayıp atılan şey, yazının baskı büyüklüğü hesabı
  • castor:biberlik, dökme kabı veya şişesi, hintyağı otu, ikizler burcunun yıldızı, kastor, kunduz esansı, kunduz kürkü, şekerlik, tuzluk
  • castrate:hadım etmek, iğdiş etmek, kısırlaştırmak, kuvvetten düşürmek, sansürden geçirmek
  • castrated:hadım etmek, iğdiş etmek, kısırlaştırmak, kuvvetten düşürmek, sansürden geçirmek
  • castration:hadım etme, iğdiş etme
  • casual:geçici, geçici işçi, gelişigüzel, gündelik, gündelik ayakkabı, gündelik giysi, gündelikçi, kaçamak, rastlantı eseri, sıradan, tesadüfen olan, üstünkörü, yoksul kimse
  • casually:gelişigüzel biçimde, gündelik, günlük, kaçamak, raslantı sonucu olarak, sıradan, tesadüfen, üstünkörü
  • casualness:gelişigüzellik
  • casualties:kayıplar, ölü sayısı, zayiat
  • casualty:felâket, kaza, ölü, şehit, yaralı
  • casuist:safsatacı
  • casuistic:ahlâk kuralları ile ilgili, safsatalı
  • casuistical:ahlâk kuralları ile ilgili, safsatalı
  • casuisticly:ahlâk kuralları ile ilgili, safsatalı olarak
  • casuistry:safsata, vicdan muhasebesi
  • cat:caz meraklısı kimse, dedikoducu kadın, griva palangası, kedi, kedi soyundan hayvan, kinci kadın, pisi
  • catabolism:katabolizma
  • cataclysm:afet, felâket, karışıklık, tufan
  • catacomb:katakomp, yeraltı mezarlığı
  • catafalque:katafalk
  • catalan:katalonya lehçesi, katalonya veya dili ile ilgili, katalonyalı, katalonyalı kimse
  • catalepsis:irade ve his yitimi, katalepsi
  • catalepsy:irade ve his yitimi, katalepsi
  • cataleptic:katalepsi ile ilgili
  • cataliytic:katalitik, katalizle ilgili, katalizör
  • catalog:ardarda olaylar dizisi, fihrist, katalog, kütüphane kitap listesi, olaylar dizisi
  • catalogue:ardarda olaylar dizisi, fihrist, katalog, kütüphane kitap listesi, olaylar dizisi
  • catalyse:katalize etmek, kolaylaştırmak
  • catalysis:kataliz, tezleştirme
  • catalyst:katalizatör
  • catalytic:katalitik, katalizle ilgili, katalizör
  • catalyze:katalize etmek, kolaylaştırmak
  • catalyzed:katalize etmek, kolaylaştırmak
  • catalyzer:katalizör
  • catamaran:hırçın kadın, katamaran, kütüklerden yapılmış sal
  • catamite:ibne, oğlan
  • cataplasm:yakı
  • catapult:atmak, fırlatma düzeneği ile ilgili, fırlatmak, katapült, mancınık, sapan, vurmak
  • cataract:çağlayan, katarakt, perde, sel, şelâle
  • catarrh:nezle
  • catastophe:afet, dönüm noktası, felâket, felâketle sonuçlanan olay
  • catastrophic:felâket getiren, felâket gibi
  • catastrophical:felâket getiren, felâket gibi
  • catbird:alaycı kuş, miyavlar gibi ses çıkaran kuş
  • catcall:ıslık, ıslıklama, ıslıklamak, ıslıklanmak, yuhalama, yuhalamak, yuhalanmak
  • catcalling:ıslıklamak, ıslıklanmak, yuhalamak, yuhalanmak
  • catch:aldatmaca, anlamak, av, baskın yapmak, basmak, bityeniği, bulaşmak, çalışmak, çekmek, cezbetmek, edinmek, enselemek, gafil avlamak, geçmek, hile, kanca, kapmak, kâr, kavramak, kilit dili, maruz kalmak, sıkışmak, takılmak, tokat atmak, topluca söylenen şarkı, tutma, tutmak, tutunmak, tutuşmak, tuzak, voli, vurmak, yakalama, yakalamak, yakalanmak, yetişmek
  • catchall:geniş kapsamlı şey, öteberi torbası
  • catcher:yakalayan kimse, yakalayan şey
  • catching:bulaşıcı, cazip, çekici, kapma
  • catchment:havza, hizmet alanı, su toplama, toplama
  • catchpenny:işporta malı, ucuz
  • catchphrase:slogan
  • catchup:ketçap
  • catchword:parola, replik, sayfadaki ilk veya son kelime, slogan
  • catchy:akılda kalıcı, aldatıcı, cazip, çekici
  • catechize:ilmihal öğretmek, sorguya çekmek, soru cevap yöntemiyle öğretmek
  • catechumen:acemi, din eğitimi gören kimse
  • categorical:açık, kategorik, kesin, koşulsuz
  • categorically:kategorik olarak, kesin olarak, koşulsuzca
  • categories:bölüm, grup, kategori, sınıf, zümre
  • categorise:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • categorize:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • categorized:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • categorizing:kategorize etmek, sınıflamak, sınıflandırmak
  • category:bölüm, grup, kategori, sınıf, zümre
  • catena:zincirleme seri
  • cater:hitap etmek, sağlamak, temin etmek
  • caterer:yiyecek içecek sağlayan kimse
  • catering:ikram servisi yapma, yiyecek içecek sağlama
  • caterpillar:kurt, tırtıl, traktör
  • caters:hitap etmek, sağlamak, temin etmek
  • caterwaul:azgın kedi sesi, kediler gibi kapışmak, mart kedisi gibi bağrışmak, mart kedisi sesi
  • caterwauling:kediler gibi kapışmak, mart kedisi gibi bağrışmak
  • catfish:yayın balığı
  • catgut:kiriş
  • catharsis:amel, ishal, katarsis
  • cathedral:büyük kilise, katedral, katedral ile ilgili
  • catheter:sonda
  • cathode:eksi uç, katot
  • catholic:açık fikirli, genel, liberal, yaygın
  • catholicism:katolik kilisesi, katoliklik
  • catholicity:katolik kilisesi, katoliklik
  • cation:katyon
  • cations:katyon
  • catkin:huş ağacı çiçeği, söğüt çiçeği
  • catlike:kedi gibi
  • catnap:kestirme, şekerleme, tavşan uykusu
  • catsup:baharatlı domates sosu, ketçap
  • cattish:hain, kedi gibi, kurnaz, sinsi
  • cattle:insanlar, sığırlar
  • cattleman:sığır güden kimse, sığır yetiştiren kimse
  • catty:hain, kedi gibi, kurnaz, sinsi
  • catwalk:dar köprü, podyum
  • caucasia:kafkasya
  • caucasian:kafkas, kafkas dili, kafkas diliyle ilgili, kafkasya ile ilgili, kafkasyalı
  • caucasians:kafkas dili, kafkasyalı
  • caucasus:kafkaslar
  • caucus:klik, parti toplantısı, parti yönetim kurulu
  • caudal:kuyruğa benzer, kuyruk, kuyrukla ilgili
  • caudate:kuyruklu
  • caudle:hasta şerbeti, şerbet
  • cauldron:kazan
  • cauliflower:karnabahar
  • cauline:sap, sap ile ilgili
  • caulk:kalafat etmek, kalafatlamak
  • caulking:kalafat etmek, kalafatlamak
  • causal:nedeni olan, nedensel, sebep gösteren
  • causality:nedensel ilişki, nedensellik, nedensellik ilkesi
  • causation:neden olma, neden sonuç ilişkisi, sebep
  • causative:ettirgen, neden gösteren, neden olan
  • causatively:neden, nedensel olarak
  • cause:amaç, dava, dava konusu, doğurmak, gaye, haklı neden, iş, meydan vermek, neden, neden olmak, problem, sebep, sebep olmak, sorun, yol açmak
  • caused:doğurmak, meydan vermek, neden olmak, sebep olmak, yol açmak
  • causeless:nedensiz, rastlantı sonucu olan, sebepsiz
  • causelessly:nedensiz, tesadüfen
  • causerie:konuşma, makale, sohbet, söyleşi
  • causes:amaç, dava, dava konusu, doğurmak, gaye, haklı neden, iş, meydan vermek, neden, neden olmak, problem, sebep, sebep olmak, sorun, yol açmak
  • causeway:bataklıktan geçen yol, bozuk arazide yapılmış geçit, geçit
  • causing:doğurmak, meydan vermek, neden olmak, sebep olmak, yol açmak
  • caustic:aşındırıcı, iğneli, kezzap, kostik, onur kırıcı, sert, yakıcı, yakıcı madde
  • causticity:alaycılık, aşındırıcılık, iğneli konuşma, yakıcılık
  • cauterization:dağlama, yakma
  • cauterize:dağlamak, yakmak
  • cautery:dağlama, dağlama demiri, dağlayan şey, yakma
  • caution:dikkat, dikkatini çekmek, garip şey, ihtar etmek, ihtiyat, ikaz, kefalet, sakınma, tedbir, tembih etmek, teminât, tuhaf kimse, uyarı, uyarma, uyarmak
  • caution!:dikkat!
  • cautionary:ikaz edici, uyarıcı
  • cautioned:dikkatini çekmek, ihtar etmek, tembih etmek, uyarmak
  • cautious:dikkatli, ihtiyatlı, sakınan, tedbirli
  • cautiously:dikkatlice, ihtiyatla
  • cautiousness:dikkat, ihtiyat, tedbir
  • cavalcade:süvari alayı, süvari geçit töreni
  • cavalier:atlı şövalye, kavalye, kendini beğenmiş, kibirli, laubali, rahat, şarl yanlısı kimse, serbest, süvari, ukalâ
  • cavalierly:laubalice, rahatlıkla, serbestçe, ukalâca
  • cavalry:süvari, süvari sınıfı
  • cavalryman:süvari
  • cavalrymen:süvari
  • cave:açmak, batmak, boyun eğmek, çökmek, in, kazmak, mağara, oymak, partiden kopmak, pes etmek, siyasi partiden kopan grup, siyasi partiden kopma, yıkılmak
  • cave!:aman ha!, dikkat!, sakın ha!
  • caveat:askı başvurusu, ikaz, işlemlerin askıya alınması, uyarı
  • caveman:hoyrat adam, kaba adam, mağara adamı
  • cavern:büyük mağara, mağara, oyuk, patolojik doku boşluğu
  • cavernous:boğuk, çökmüş, delikli, mağara gibi, mağaraları olan, mağaralarla dolu
  • caviar:balık yumurtası, havyar
  • caviare:havyar
  • cavil:bahane, bahane aramak, itiraz, kusur, kusur bulmak, şikâyetçi olmak
  • caviler:itirazcı
  • caviling:bahane aramak, kusur bulmak, şikâyetçi olmak
  • caviller:itirazcı
  • cavilling:bahane aramak, kusur bulmak, şikâyetçi olmak
  • cavitation:boşlama, kavitasyon
  • cavities:boşluk, çukur, çürük, delik, kovuk, oyuk
  • cavity:boşluk, çukur, çürük, delik, kovuk, oyuk
  • cavort:hoplamak, sıçramak, zıplamak
  • cavy:güney amerika’ya özgü kobay, kobay
  • caw:gaklamak, karga sesi, kuzgun sesi, ötmek
  • cawing:gaklamak, ötmek
  • cayenne:arnavut biberi, çok acı biber, iskambil oyunu, kırmızı biber
  • cayman:timsah, tropikal timsah
  • cd:cd, kompakt disk
  • cease:bitirmek, bitmek, dinmek, durdurmak, durmak, kesilmek, kesmek, son vermek, sona ermek, vazgeçmek
  • ceased:bitirmek, bitmek, dinmek, durdurmak, durmak, kesilmek, kesmek, son vermek, sona ermek, vazgeçmek
  • ceasefire:ateşkes, silâh bırakma
  • ceaseless:biteviye, duraksamayan, fasılasız
  • ceaselessly:durmaksızın
  • ceasing:kesilme
  • cecum:körbağırsak
  • cedar:dağ selvisi, sedir
  • cede:devretmek, terketmek, teslim etmek, vazgeçmek, vermek
  • cedilla:çengel, harf
  • ceding:devretmek, terketmek, teslim etmek, vazgeçmek, vermek
  • ceil:tavan çekmek, tavan yapmak
  • ceiled:tavan çekmek, tavan yapmak
  • ceiling:iç kaplama, tavan, yükseklik sınırı
  • celandine:basurotu, kırlangıçotu
  • celebrate:anmak, aşai rabbani ayinini yönetmek, ayin yapmak, bayram yapmak, göklere çıkarmak, kutlamak, övmek, yönetmek
  • celebrated:meşhur, ünlü
  • celebrates:anmak, aşai rabbani ayinini yönetmek, ayin yapmak, bayram yapmak, göklere çıkarmak, kutlamak, övmek, yönetmek
  • celebration:anma, kutlama, tören
  • celebrations:anma, kutlama, tören
  • celebrities:şöhret, tanınmış kimse, ün, ünlü kimse
  • celebrity:şöhret, tanınmış kimse, ün, ünlü kimse
  • celebritys:şöhret, tanınmış kimse, ün, ünlü kimse
  • celerity:çabukluk, hız, sürat
  • celery:kereviz
  • celestial:çok iyi, gök, göksel, göksel varlık, gökyüzü ile ilgili, ilahi, kutsal, tanrısal
  • celiac:karın boşluğu ile ilgili, karın boşluğuna ait
  • celibacy:bekârlık
  • celibate:bekâr, bekâr kimse, dini nedenlerle evlenmeyen, dini nedenlerle evlenmeyen kimse
  • cell:göz, hücre, oda, petek gözü, pil
  • cellar:bodrum, kiler, mahzen, şarap stoğu
  • cellarage:bodrum, mahzen kirası, mahzenlik yer
  • cellarer:kilerci, manastır kilercisi
  • celled:hücreli
  • cellist:çello çalan kimse, viyolonsel çalan müzisyen
  • cello:çello, viyolonsel
  • cellophane:şeffaf kâğıt, selofan
  • cells:göz, hücre, oda, petek gözü, pil
  • cellular:ajurlu, gözenekli olan, hücre, hücre ile ilgili, hücreli, hücresel
  • celluloid:selüloit
  • cellulose:selüloz
  • celsius:selsius
  • celt:hint-avrupa kökenli kavim, kelt
  • celtic:kelt, keltçe
  • cembalo:çembalo, klavsen, klavyeli ve telli bir çalgı
  • cement:betonlamak, çimento, çimentolamak, diş kökünün dışındaki tabaka, dolgu maddesi, dostluk bağı, güçlendirmek, macun, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, tutkal, yapıştırmak, zamk
  • cementation:bağlılık, çimentolama, sementasyon, tavlama, yapıştırma
  • cemented:betonlamak, çimentolamak, güçlendirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, yapıştırmak
  • cementing:betonlamak, çimentolamak, güçlendirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, yapıştırmak
  • cemetery:kabristan, mezarlık, şehitlik
  • cencorship:sansür, sansür kurulu
  • cenobite:manastırda yaşayan tarikat üyesi
  • cenotaph:anıt mezar, temsili mezara dikilen taş
  • cense:buhur yakmak, tütsülemek
  • censed:buhur yakmak, tütsülemek
  • censer:buhurluk, tütsü kabı
  • censor:bilinçaltını kontrol etme gücü, denetçi, sansür memuru, sansür uygulamak, sansürcü, sansürlemek
  • censored:sansür uygulamak, sansürlemek
  • censoring:sansür uygulamak, sansürlemek
  • censorious:devamlı kusur bulan, eleştirici, tenkitçi
  • censorship:sansür, sansür kurulu
  • censurable:eleştirilebilir, eleştiriyi hak eden
  • censure:eleştiri, eleştirmek, kınama, kınamak, suçlama, suçlamak, tenkit, tenkit etmek
  • censured:eleştirmek, kınamak, suçlamak, tenkit etmek
  • censuring:eleştirmek, kınamak, suçlamak, tenkit etmek
  • census:nüfus sayımı, sayım
  • cent:doların yüzde biri, sent
  • centaury:kantaron
  • centenarian:asırlık, asırlık kimse, yüz yaşında, yüz yaşını aşmış kimse, yüzyıllık
  • centenary:asır, asırlık, yüzüncü yıldönümü, yüzyıl, yüzyılda bir olan, yüzyıllık
  • centennial:yüzüncü yıldönümü, yüzüncü yıldönümü ile ilgili, yüzyılla ilgili, yüzyıllık
  • center:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, göbek, ılımlı kimse, ılımlı politik görüş, kemer inşaat desteği, konsantre olmak, kubbe inşaat desteği, merkez, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, odak, orta, orta alan, orta alan oyuncusu, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, punta, santra, sente, yoğunlaşmak
  • centerboard:işler omurga, salma omurga
  • centered:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, konsantre olmak, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, yoğunlaşmak
  • centering:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, konsantre olmak, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, yoğunlaşmak
  • centerpiece:en can alıcı bölüm, en etkileyici bölüm, göbek, orta parçası
  • centesimal:yüzde bir, yüzde birlik, yüzüncü
  • centigrade:santigrat, santigrat derece ile ilgili, yüz dereceye bölünmüş
  • centimeter:santimetre
  • centimeters:santimetre
  • centimetre:santimetre
  • centimetres:santimetre
  • centipede:kırkayak
  • central:asıl, baş, esas, merkezde olan, merkezi, önde gelen, orta, santral, santral memuru
  • centralism:merkezcilik
  • centralist:merkezci
  • centralization:merkezcilik, merkezileştirme
  • centralize:merkezde toplamak, merkeze bağlamak, merkeze bağlanmak, merkezleşmek, merkezleştirmek
  • centre:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, göbek, ılımlı kimse, ılımlı politik görüş, kemer inşaat desteği, konsantre olmak, kubbe inşaat desteği, merkez, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, odak, orta, orta alan, orta alan oyuncusu, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, punta, santra, sente, yoğunlaşmak
  • centreboard:işler omurga, salma omurga
  • centrepiece:en can alıcı bölüm, en etkileyici bölüm, göbek, orta parçası
  • centric:merkez, merkeze ait, merkezi
  • centrical:merkez, merkeze ait, merkezi
  • centrically:merkez, merkeze ait, merkezi
  • centrifugal:merkezden uzaklaşan, merkezkaç, santrifüj
  • centrifuge:santrifüj, santrifüjlemek, santrifüjör
  • centring:çevresinde dönüp dolaşmak, çevresini dönüp dolaşmak, konsantre olmak, merkezde toplamak, merkezde toplanmak, ortalamak, ortaya gelmek, ortaya yerleştirmek, yoğunlaşmak
  • centripetal:merkezcil, merkeze doğru olan
  • centuple:yüz ile çarpmak, yüz katı, yüz katına çıkarmak, yüz misli
  • centuplicate:yüz ile çarpmak, yüz katı, yüz katına çıkarılmış miktar, yüz katına çıkarmak, yüz misli, yüzle çarpılmış sayı
  • century:asır, yüz dolar, yüz kişilik bölük, yüz taneden oluşan grup, yüzyıl
  • cephalic:başa ait, kafada olan, kafadan
  • cephalopod:kafadanbacaklı
  • cephalous:başlı, kafası olan
  • ceramic:çini, porselen, seramik
  • ceramics:çömlekçilik, seramik eşya, seramikçilik
  • ceramist:çinici, seramikçi
  • cereal:hububat, kahvaltılık gevrek, mısır gevreği, tahıl, tahıllı
  • cereals:hububat, kahvaltılık gevrek, mısır gevreği, tahıl
  • cerebellum:beyincik, dimağçe
  • cerebral:beyin, beyin ile ilgili, beyinsel
  • cerebrate:beynini çalıştırmak, düşünmek
  • cerebration:beyin faaliyeti, düşünme
  • cerebrum:beyin
  • cerecloth:kefen bezi, mumlu bez
  • cerement:kefen, kefen bezi
  • cerements:kefen, kefen bezi
  • ceremonial:ayin, dini törenle ilgili, merasim, merasimli, resmi, seremoni, tören, törensel
  • ceremonies:merasim
  • ceremonious:dini törenle ilgili, fazlasıyla nazik, merasime düşkün, merasimli, resmi, törensel
  • ceremony:ayin, dini tören, dinsel tören, merasim, nezaket kuralları, protokol, resmilik, resmiyet, seremoni, tören
  • cerise:kiraz kırmızısı
  • cert:sertifika
  • certain:belirlenmiş, belirli, belli, emin, falanca, güvenilir, herhangi bir, kesin, kuşkusuz, muhakkak, mutlâk, şüphesiz
  • certainly:elbette, kesinlikle, kuşkusuz, muhakkak, şüphesiz
  • certainly!:tabii!
  • certainty:katiyet, kesin olan şey, kesinlik
  • certifiable:beyan edilmesi zorunlu, bildirilebilir, doğrulanabilir, doşrulanabilir, kaçık, onaylanabilir, zırdeli
  • certificate:belge, belge vermek, belgelemek, diploma, kimlik, ruhsat, ruhsat vermek, sertifika, tasdikname
  • certificated:belgeli, onaylanmış, onaylı, resmi
  • certificates:belge, belge vermek, belgelemek, diploma, kimlik, ruhsat, ruhsat vermek, sertifika, tasdikname
  • certification:belgeleme, onay, onaylama, ruhsat
  • certified:belgeye bağlı, deliliği belgelenmiş, diploma, garanti edilmiş, onaylı, taahhütlü, tasdikli
  • certify:belge vermek, deli raporu vermek, doğrulamak, garantilemek, havale etmek, kabul etmek, kanıtlamak, onaylamak, tasdik etmek, tasdiklemek
  • certitude:katiyet, kesinlik
  • cerulean:gök mavisi
  • cerumen:kulak kiri
  • ceruse:fondöten, üstübeç
  • cervical:boyun, boyuna ait, rahim boynu ile ilgili
  • cervine:geyik gibi, geyik ile ilgili
  • cervix:boyna benzer kısım, boyun, rahim boynu
  • cessation:ara, durma, fasıla, kesilme
  • cession:çekilme, devir, devretme, terk, vazgeçme
  • cesspit:çöp çukuru, fosseptik, lağım çukuru
  • cesspool:çöp çukuru, çöplük, fosseptik, lağım çukuru, pislik yuvası
  • cestode:bağırsak şeridi, kurt, parazit
  • cestoid:bağırsak şeridi, kurt, parazit
  • cetacean:memeli deniz hayvanı
  • ceylon:seylan, seylan adası, seylan adası ile ilgili, sri lanka’da üretilen
  • chafe:aşınmak, berelenmek, gücendirmek, gücenmek, kızdırmak, kızmak, ovalamak, ovuşturmak, rahatsız etmek, rahatsız olmak, sürtmek, sürtünmek, yaralamak, yıpratmak
  • chafed:aşınmak, berelenmek, gücendirmek, gücenmek, kızdırmak, kızmak, ovalamak, ovuşturmak, rahatsız etmek, rahatsız olmak, sürtmek, sürtünmek, yaralamak, yıpratmak
  • chaff:ıvır zıvır, kesmek, kıyılmış hayvan yemi, önemsiz mesele, şaka, şaka etmek, şakalaşma, saman, saman tozu, takılmak, ufalamak
  • chaffer:alışverişte bulunmak, çekişme, çekişmek, pazarlık, pazarlık etmek
  • chaffing:kesmek, şaka etmek, takılmak, ufalamak
  • chafing:aşınmak, berelenmek, gücendirmek, gücenmek, kızdırmak, kızmak, ovalamak, ovuşturmak, rahatsız etmek, rahatsız olmak, sürtmek, sürtünmek, yaralamak, yıpratmak
  • chagrin:hayal kırıklığı, hayal kırıklığına uğratmak, hüsran, kırgınlık, ümidini kırmak, üzmek, üzüntü
  • chagrined:kırgın, üzgün
  • chain:boyunduruk, dizi, kayıt altına almak, ölçme zinciri, ölçme zinciri ile ölçmek, seri, silsile, sınırlama, zincir, zincire vurmak, zincirlemek
  • chained:kayıt altına almak, ölçme zinciri ile ölçmek, zincire vurmak, zincirlemek
  • chaining:kayıt altına almak, ölçme zinciri ile ölçmek, zincire vurmak, zincirlemek
  • chair:başkanlık etmek, başkanlık makamı, elektrikli sandalye, iskemle, koltuk, kürsü, makam, makama geçirmek, sandalye, sandâlyeye oturtmak, tahtırevan, yetki vermek, yönetmek
  • chairman:başkan, reis, tahtırevan taşıyıcısı, tekerlekli sandalye sürücüsü
  • chairmanship:başkanlık
  • chairperson:başkan
  • chairwoman:kadın başkan
  • chaise:hafif gezinti arabası
  • chalcedony:alaca akik
  • chalcography:bakır hakkaklığı
  • chalet:ahşap sayfiye evi, dağ evi
  • chalice:kadeh, kadeh şeklinde gonca
  • chalk:beyazlatmak, kireç taşı, tebeşir, tebeşir katmak, tebeşirle çizilen çizgi, tebeşirle çizmek, tebeşirle yazmak
  • chalkstone:nıkris uru
  • chalky:kireçli, tebeşirli
  • challengable:meydan okunabilir
  • challenge:bağışıklık, boy ölçüşmek, davet, davet etmek, düelloya davet etmek, dürtü, havlamaya başlama, havlamaya başlamak, hiçe saymak, insanı kamçılayan bir durum, itiraz, itiraz etmek, kafa tutmak, kimlik sorma, meydan okuma, meydan okumak, parola sorma, reddetme, reddetmek, tartışmak
  • challenged:boy ölçüşmek, davet etmek, düelloya davet etmek, havlamaya başlamak, hiçe saymak, itiraz etmek, kafa tutmak, meydan okumak, reddetmek, tartışmak
  • challenger:meydan okuyucu, mücâdeleye davet eden kişi
  • challengers:meydan okuyucu, mücâdeleye davet eden kişi
  • challenging:boyun eğmez, büyüleyici, dürtücü, ilgi çekici, kamçılayıcı
  • chalybeate:demir tuzları içeren, demirli
  • chamber:bölme, boşluk, büro, hakimin özel odası, kabul salonu, oda, yasama meclisi, yatak odası
  • chamberlain:kâhya, muhasebeci, teşrifatçı
  • chambermaid:oda hizmetçisi
  • chamberpot:lazımlık, sürgü
  • chambers:kiralık odalar
  • chameleon:bukalemun
  • chamfer:kanal, oluk, oluk açmak, şev açma aleti, şev yapmak, yiv
  • chamois:dağ keçisi, elik, güderi
  • chamomel:sarı papatya
  • chamomile:sarı papatya
  • champ:çiğnemek, hapur hupur çiğnemek, ısırmak, şampiyon
  • champagne:şampanya, şampanya rengi
  • champion:desteklemek, destekleyici, en iyi, galip, müdafaa etmek, mükemmel, şampiyon, savunmak, savunucu, uğrunda mücadele vermek, üstün niteliklere sahip kimse
  • championing:desteklemek, müdafaa etmek, savunmak, uğrunda mücadele vermek
  • championship:şampiyonluk, üstünlük
  • championships:şampiyona
  • chance:baht, denemek, fırsat, göze almak, ihtimal, imkân, kısmet, olasılık, risk, riske girmek, riziko, şans, şans eseri olan, şans eseri olmak, tâlih, tesadüf, tesadüfen olmak, tesadüfi
  • chancel:kilisede rahip ve koronun yeri
  • chancellery:idare, idari işler
  • chancellor:bakan, başbakan, rektör, yüksek makamlı resmi görevli
  • chancery:temyiz mahkemesi, yargıtay, yüksek mahkeme
  • chances:baht, denemek, fırsat, göze almak, ihtimal, imkân, kısmet, olasılık, risk, riske girmek, riziko, şans, şans eseri olmak, tâlih, tesadüf, tesadüfen olmak
  • chancre:frengi çıbanı, şankr
  • chancy:kesin olmayan, riskli, şüpheli
  • chandelier:avize
  • chandler:mum satan kimse, mum yapımcısı, mumcu
  • change:aktarmak, borsa, bozdurmak, bozmak, bozuk para, değiş tokuş etmek, değişiklik, değişim, değişmek, değiştirmek, demir para, dönüşmek, haline gelmek, para üstü, takas etmek, üstü, üzerini değişmek, yenilik
  • changeability:değişebilirlik, değişkenlik, istikrarsızlık, kararsızlık
  • changeable:değişebilir, değişken, değiştirilebilir, dönek, istikrarsız, kararsız
  • changed:değişmiş, değiştirilmiş
  • changeful:değişken, dönek, istikrarsız, kararsız
  • changeless:değişmez, sabit
  • changeling:perilerin değiştirdiği çocuk
  • changeover:geçiş, kale değişimi, yöntem değiştirme
  • changer:değiştiren, takası yapan
  • changers:değiştiren, takası yapan
  • changing:bozma, değişen, değişim, değişme, değiştirme
  • channel:bağlantı, iletişim, kanal, kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek, nehir yatağı, oluk, suyolu, yol, yön
  • channeled:kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek
  • channeling:kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek
  • channelled:kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek
  • channels:bağlantı, iletişim, kanal, kanal açmak, kanala dökmek, maceraya sevketmek, nehir yatağı, oluk, suyolu, yol, yön
  • chant:çok tekrarlanıp bıktıran söz, dini şarkı, ilahi, ilahi söylemek, monoton bir sesle söylemek, monoton şarkı, monoton ses tonu, şarkı söylemek, tekrarlayıp durmak, terane, terane tutturmak
  • chanterelle:sarı renkli bir tür mantar
  • chantey:gemi şarkıcısı
  • chanticleer:horoz
  • chanting:ilahi söylemek, monoton bir sesle söylemek, şarkı söylemek, tekrarlayıp durmak, terane tutturmak
  • chanty:baraka, külübe
  • chaos:kaos, kargaşa, karışıklık, keşmekeş
  • chaotic:düzensiz, karmakarışık, karman çorman
  • chaotically:düzensizce, karmakarışık biçimde, karman çorman olarak
  • chap:adam, ahbap, arkadaş, çatlak, çatlamak, çatlatmak, çene, kızartmak, yanaklar, yarık, yarılmak
  • chapel:basımevi çalışanları sendikası, ibadet odası, küçük kilise, mabet, tapınak
  • chaperon:genç kıza eşlik eden kadın, genç kıza eşlik etmek, şaperon
  • chapfallen:kederli, mahzun
  • chapiter:başlık
  • chaplain:papaz, vaiz
  • chaplaincy:papazlık, papazlık makamı, vaizlik
  • chaplet:boncuk dizisi, çelenk, çiçekten taç, küçük tespih
  • chapman:işportacı, seyyar satıcı
  • chapped:çatlak, çatlamış
  • chappy:çatlak, çatlamış, yarık, yarılmış
  • chaps:adam, ahbap, arkadaş, çatlak, çatlamak, çatlatmak, çene, kızartmak, yanaklar, yarık, yarılmak
  • chapter:bahis, bölüm, dernek bölge kuruluşu, dini meclis toplantısı, kısım
  • chapterhouse:bölgesel dernek binası, papazlar meclisi binası
  • chapters:bahis, bölüm, dernek bölge kuruluşu, dini meclis toplantısı, kısım
  • char:ev işi, gündelik ev işi, gündelikçilik yapmak, karbonlaşmak, karbonlaştırmak, kömür haline getirmek, kömürleşmek, temizlikçilik yapmak
  • charabanc:açık omnibüs, gezinti otobüsü
  • character:ahlâk, bonservis, el yazısı, harf, harf türü, huy, işaret, isim, kahraman, karakter, karakteristik yapı, kişilik, nitelik, özellik, şan, sıfat, tabiat
  • characterisation:niteleme, tanımlama, tarif
  • characterise:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterising:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characteristic:karakteristik, nitelik, özellik, özgün, tipik, vasıf
  • characteristical:karakteristik, tipik
  • characteristically:karakteristik olarak, tipik olarak
  • characteristics:nitelik, özellik, vasıf
  • characterization:niteleme, tanımlama, tarif
  • characterize:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterized:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterizing:ayırt edici özellik olmak, canlandırmak, farklı olmasını sağlamak, karakterize etmek, nitelendirmek, simgelemek, simgesi olmak, tanımlamak
  • characterless:ahlaksız, karaktersiz
  • characters:ahlâk, bonservis, el yazısı, harf, harf türü, huy, işaret, isim, kahraman, karakter, karakteristik yapı, kişilik, nitelik, özellik, şan, sıfat, tabiat
  • charade:maskaralık, sessiz sinema oyunu
  • charades:maskaralık, sessiz sinema oyunu
  • charasteristics:nitelik, özellik, vasıf
  • charbroil:mangalda ızgara yapmak, mangalda pişirmek
  • charcoal:karakalem, karakalem resim, kömür, mangal kömürü
  • chard:pazı
  • charge:aydınlatmak, bilgi vermek, doldurmak, doluluk miktarı, doz, emir, görev, gözaltı, hapis, hücum, hücum etmek, iddia, ipotek, itham etmek, kredi kartından almak, masraf, nezaret, ödetmek, saldırı, saldırmak, şarj etme, şarj etmek, sorumlu tutmak, sorumluluk, suçlama, suçlamak, talep, talimat, tembihlemek, ücret, uyarmak, üzerine atmak, yük, yükleme, yüklemek, yükümlülük
  • chargeable:hesaba geçirilebilir, masrafa tabi, ödetilebilir, suçlanabilir
  • charged:heyecan dolu, heyecan yaratan, yüklü
  • charger:düz ve büyük tabak, imlâ dinamosu, şarj dinamosu, savaş atı, süvari atı
  • charges:aydınlatmak, bilgi vermek, doldurmak, doluluk miktarı, doz, emir, görev, gözaltı, hapis, hücum, hücum etmek, iddia, ipotek, itham etmek, kredi kartından almak, masraf, nezaret, ödetmek, saldırı, saldırmak, şarj etme, şarj etmek, sorumlu tutmak, sorumluluk, suçlama, suçlamak, talep, talimat, tembihlemek, ücret, uyarmak, üzerine atmak, yük, yükleme, yüklemek, yükümlülük
  • charging:doldurma, itham
  • chariot:iki tekerlekli araba
  • charioteer:arabacı, iki tekerlekli araba sürücüsü
  • charisma:çekicilik, etkileyicilik, karizma
  • charismatic:büyüleyici bir çekiciliği olan, çekici, etkileyici, sempati uyandıran
  • charitable:hayırsever, merhametli, müşfik, şefkâtli, yardımsever
  • charitableness:hayırseverlik, merhamet, yardımseverlik
  • charities:hayır, hayır işi, hayır kurumu, hayırseverlik, merhamet, sadaka, yardımseverlik
  • charity:hayır, hayır işi, hayır kurumu, hayırseverlik, merhamet, sadaka, yardımseverlik
  • charivari:ahenksiz sesler, curcuna, gürültü, patırtı
  • charlady:gündelikçi kadın, temizlikçi kadın
  • charlatan:dolandırıcı kimse, sahte doktor, şarlatan
  • charlatanry:dolandırıcılık, şarlatanlık
  • charlock:yabani hardal
  • charlotte:meyveli puding
  • charm:afsun, albeni, alımlılık, büyü, büyülemek, cazibe, cazip gelmek, çekicilik, çekmek, cezbetmek, hayran bırakmak, korumak, memnun etmek, muska, nazarlık, sevimlilik, sihir, tılsım
  • charmer:büyücü, büyüleyici kimse, sihirbaz, yılan oynatıcı
  • charming:alımlı, büyüleyici, cazibeli, çekici, hoş, sevimli
  • charms:cazibe, güzellik
  • charnel:kabristan, mezarlık
  • charnelhouse:cesetlerin koyulduğu yer, ölü kemiklerinin koyulduğu yer
  • charred:gündelikçilik yapmak, karbonlaşmak, karbonlaştırmak, kömür haline getirmek, kömürleşmek, temizlikçilik yapmak
  • chart:çizelge, çizelge ile göstermek, deniz haritası, grafik, harita köşkü, haritasını yapmak, kroki, plan, plânını çizmek, planlamak, popüler müzik listesi, portolon, tablo
  • charter:ayrıcalık, kiralama, kiralamak, kontrat, patent, sözleşme, tanımak, tutmak, tüzük, vermek
  • chartered:kiralamak, tanımak, tutmak, vermek
  • chartism:cartizm
  • charwoman:gündelikçi kadın, hizmetçi, temizlikçi kadın
  • chary:cimri, idareli, ihtiyatlı, sakınan, temkinli, tutumlu
  • chase:av, avlanma bölgesi, hakketmek, hızla geçip gitmek, iz sürme, izlemek, kabartma işlemek, kovalama, kovalamak, oluk, oymak, peşinde olmak, peşine düşmek, takip, takip etmek, yiv, zıvana açmak
  • chaser:avcı, avcı gemisi, avcı uçağı, çapkın, cila, diş açma bıçağı, hovarda, keski, kovalayan, pekiştirme mektubu
  • chases:av, avlanma bölgesi, hakketmek, hızla geçip gitmek, iz sürme, izlemek, kabartma işlemek, kovalama, kovalamak, oluk, oymak, peşinde olmak, peşine düşmek, takip, takip etmek, yiv, zıvana açmak
  • chasing:takip, takip etme
  • chasm:ara, boşluk, duygusal farklılık, kanyon, uçurum, yarık
  • chasse:yanlamasına bir dans türü, yanlamasına dans etmek
  • chassis:alt düzen, ana gövde, şasi, top kızağı
  • chaste:erdemli, gösterişsiz, iffetli, nezih, sade, temiz
  • chasten:basitleştirmek, ıslah etmek, sadeleştirmek, terbiye etmek, yola getirmek, yumuşatmak
  • chastened:basitleştirmek, ıslah etmek, sadeleştirmek, terbiye etmek, yola getirmek, yumuşatmak
  • chastening:basitleştirmek, ıslah etmek, sadeleştirmek, terbiye etmek, yola getirmek, yumuşatmak
  • chastise:cezalandırmak, dayak atmak, dövmek, eleştirmek, suçlamak, yerden yere vurmak
  • chastisement:cezalandırma, dayak
  • chastising:cezalandırmak, dayak atmak, dövmek, eleştirmek, suçlamak, yerden yere vurmak
  • chastity:iffet, ırz, namusluluk, saflık, temizlik
  • chasuble:cüppe, papaz cüppesi
  • chat:çene çalmak, gevezelik etmek, hoşbeş, hoşbeş etmek, kandırmaya çalışmak, konuşma, lafa tutmak, laflamak, ötücü kuş türü, sohbet, sohbet etmek, söyleşi, söyleşmek
  • chateau:şato
  • chattel:köle, menkul mal, taşınır mal
  • chattels:menkul kıymetler, taşınır mallar
  • chatter:aptalca ve çok konuşmak, çatırdamak, çene çalmak, dırdır, gevezelik etmek, gıcırdatmak, konuşkan kimse, konuşup durmak, laklak etmek
  • chatterbox:ağustosböceği, boşboğaz, çenebaz, çenesi düşük kimse, geveze kimse, konuşkan kimse
  • chattered:aptalca ve çok konuşmak, çatırdamak, çene çalmak, gevezelik etmek, gıcırdatmak, konuşup durmak, laklak etmek
  • chatterer:dırdırcı, farfaracı, geveze, lafebesi
  • chattering:geveze, gevezelik
  • chatting:söyleşi
  • chatty:çenesi düşük, geveze, konuşkan, konuşma biçiminde, sohbet tarzında
  • chauffeur:özel şoför, özel şoförlük yapmak, şoför
  • chauvinism:aşırı milliyetçilik, şovenizm, şovenlik
  • chauvinist:şoven, şovenist
  • chauvinistic:aşırı milliyetçi, şoven
  • chauvinistical:aşırı milliyetçi, şoven
  • cheap:aciz, bayağı, değersiz, kalitesiz, ucuz, ucuza, uğraşsız, zahmetsiz
  • cheapen:değeri düşmek, değerini düşürmek, ucuzlamak, ucuzlatmak
  • cheapened:değeri düşmek, değerini düşürmek, ucuzlamak, ucuzlatmak
  • cheapening:değeri düşmek, değerini düşürmek, ucuzlamak, ucuzlatmak
  • cheaper:aciz, bayağı, değersiz, kalitesiz, ucuz, uğraşsız, zahmetsiz
  • cheapest:en ucuz
  • cheapjack:adi, kalitesiz, salı pazarı, ucuz mal satan seyyar satıcı
  • cheaply:değersiz biçimde, ucuz, ucuza, zahmetsizce
  • cheapness:kalitesizlik, ucuzluk
  • cheapskate:avantacı kimse, cimri
  • cheat:aldatma, aldatmak, dolandırıcı, dolandırıcılık, dolandırmak, dümen, hile, hile yapmak, hilebaz, hilekâr, hileyle elinden almak, ihanet etmek, kandırmak, kazık atmak, kazıklamak, keklemek, aldatmak, razı etmek, üçkâğıt, üçkâğıtçı
  • cheated:aldatmak, dolandırmak, hile yapmak, hileyle elinden almak, ihanet etmek, kandırmak, kazık atmak, kazıklamak, keklemek, aldatmak, razı etmek
  • cheater:aldatan kimse, dolandırıcı, hilebaz, hilekâr
  • cheating:aldatan, dalavere, dolap, hile, hilekârlık
  • check:alıkoymak, ara, çek, çek keşide etmek, çek yazmak, check, denetim, denetleme, denetlemek, durdurma, durdurmak, ekose, emanete bırakmak, engel, fasıla, fiş, frenlemek, gemlemek, gözden geçirmek, karelerle kaplamak, karşılaştırma, karşılaştırmak, kısmak, kontrol, kontrol belgesi, kontrol etmek, kontrol işareti, kontrol işareti koymak, köpeğin koku alamayıp durması, makbuz, marka, şah, şah demek, tutmak
  • checkback:araştırma, soruşturma
  • checkbook:çek defteri
  • checked:damalı, ekoseli, kareli
  • checker:dama oyunu, damalı yapmak, değişiklik katmak, denetçi, ekose deseni, ekose deseni ile kaplamak, kare, kare desen, kare kare yapmak, kontrolör
  • checkered:damalı, ekoseli, inişli çıkışlı, kareli, karışık
  • checkers:dama
  • checkin:giriş, kayıt
  • checking:denetleme
  • checkmate:mat, mat etmek, yenilgi, yenmek
  • checkoff:kontrol işareti koymak
  • checkout:ayrılma, çıkış, kasa
  • checkouts:ayrılma, çıkış, kasa
  • checkover:araştırma, inceleme
  • checkpoint:kontrol noktası
  • checkroom:emanet bürosu, vestiyer
  • checkup:araştırma, inceleme, sağlık kontrolü
  • cheek:arsızca konuşmak, arsızlık, avurt, küstahlık, küstahlık etmek, saygısızca konuşmak, yanak, yüzsüzlük
  • cheekbone:elmacık kemiği
  • cheeked:yanaklı
  • cheekily:arsızca, küstahça, yüzsüzce
  • cheekiness:arsızlık, küstahlık, yüzsüzlük
  • cheeks:mengene kıskacı, yan parçalar
  • cheeky:arsız, küstah, yüzsüz
  • cheep:cıvıldamak, cıvıldayarak söylemek, cıvıltı
  • cheeping:cıvıltı
  • cheepy:cıvıltılı
  • cheer:alkış, alkışlamak, avuntu, avutmak, ferahlamak, huy, keyif, keyiflendirmek, misafirperverlik, mizaç, neşe, neşelendiren şey, neşelendirmek, neşeli sesler çıkarmak, sevinç çığlığı, sevinçle bağırmak, teselli, teselli etmek, teşvik etmek, tezahürat, yiyecek erzak
  • cheer!:alkış, alkışlamak, avuntu, avutmak, ferahlamak, huy, keyif, keyiflendirmek, misafirperverlik, mizaç, neşe, neşelendiren şey, neşelendirmek, neşeli sesler çıkarmak, sevinç çığlığı, sevinçle bağırmak, teselli, teselli etmek, teşvik etmek, tezahürat, yiyecek erzak
  • cheerful:içten gelen, istekli, keyifli, mutluluk veren, neşe saçan, neşelendirici, neşeli, şen
  • cheerfully:içten gelen, keyifli, neşe saçan, neşeli, neşeyle
  • cheerfulness:neşe, neşelilik
  • cheeriness:neşe, neşelilik
  • cheerio:eyvallah!, hoşça kal!, sağlığınıza!, şerefe!
  • cheerio!:eyvallah!, hoşça kal!, sağlığınıza!, şerefe!
  • cheerleader:amigo, tezahürat yaptıran kimse
  • cheerless:hüzünlü, iç karartan, kasvetli, keyifsiz, neşesiz
  • cheerlessly:kasvetle, keyifsiz bir biçimde, neşesiz
  • cheerlessness:kasvet
  • cheers:alkışlar, şerefe, tezahürat
  • cheers!:bravo!, şerefe!, yaşa!
  • cheery:keyifli, neşe saçan, neşe saçarak, neşeli, neşeyle, şen
  • cheese:doğru, meyve konservesi, peynir, peynir kalıbı
  • cheesecake:cheesecake, peynirli pasta, seksi kadın posteri
  • cheesecloth:tülbent
  • cheeseparing:cimri, değersiz şey, hesapçı kimse, pinti
  • cheetah:çita, leopar benzeri bir yabani kedi
  • chef:ahçı, ahçıbaşı, şef
  • chela:kıskaç
  • chemical:kimya, kimyasal, kimyevi
  • chemise:iç gömleği, kombinezon
  • chemist:eczacı, kimyager
  • chemistry:doğal etkileme, kimya, madde yapısı, yapı
  • chemists:eczacı, kimyager
  • chemist’s:eczacı, kimyager
  • chemotherapy:kanser tedavisi, kemoterapi, kimyasal maddelerle tedavi
  • cheque:alıkoymak, ara, çek, çek keşide etmek, çek yazmak, check, denetim, denetleme, denetlemek, durdurma, durdurmak, ekose, emanete bırakmak, engel, fasıla, fiş, frenlemek, gemlemek, gözden geçirmek, karelerle kaplamak, karşılaştırma, karşılaştırmak, kısmak, kontrol, kontrol belgesi, kontrol etmek, kontrol işareti, kontrol işareti koymak, köpeğin koku alamayıp durması, makbuz, marka, şah, şah demek, tutmak
  • chequer:dama oyunu, damalı yapmak, değişiklik katmak, denetçi, ekose deseni, ekose deseni ile kaplamak, kare, kare desen, kare kare yapmak, kontrolör
  • chequerboard:dama tahtası
  • chequered:damalı, ekoseli, inişli çıkışlı, kareli, karışık
  • cheques:ara, çek, check, denetim, denetleme, durdurma, ekose, engel, fasıla, fiş, karşılaştırma, kontrol, kontrol belgesi, kontrol işareti, köpeğin koku alamayıp durması, makbuz, marka, şah
  • cherish:aziz tutmak, bağrına basmak, beslemek, değer vermek, şefkât göstermek, sevgi ile muamele etmek, yaşatmak
  • cherished:aziz tutmak, bağrına basmak, beslemek, değer vermek, şefkât göstermek, sevgi ile muamele etmek, yaşatmak
  • cheroot:bir tür puro
  • cherries:kiraz, kiraz ağacı, kızlık, kızlık zarı, vişne
  • cherry:kiraz, kiraz ağacı, kiraz kırmızısı, kırmızı, kızlık, kızlık zarı, vişne
  • chert:kuvarslı bir tür kaya
  • cherub:melek, melek çocuk, melek çocuk resmi, nur yüzlü kimse, nurtopu gibi çocuk
  • cherubic:melek gibi
  • chervil:frenk maydanozu
  • chess:köprü tahtası, satranç
  • chessboard:satranç tahtası
  • chessman:satranç taşı
  • chest:göğüs, göğüs kafesi, kasa, kutu, sandık
  • chesterfield:içten düğmeli bir tür palto, kabarık kanepe
  • chestnut:bayat espri, bayat fıkra, doru, kestane, kestane rengi, maron
  • chesty:büyük göğüslü, göğüsten gelen, kendini beğenmiş, küstah
  • chevalier:cesur ve mert kimse, silâhşör, şövalye, süvari
  • cheviot:koyun yününden yapılmış dokuma, sık yünlü bir koyun türü
  • chevron:çavuş nişanı, kol şeridi, onbaşı nişanı, zikzak çıta
  • chevrotain:küçük geviş getiren bir hayvan
  • chevy:avlamak, sıkıntı vermek, sıkmak
  • chew:çiğneme, çiğnemek, derin derin düşünmek, düşünüp taşınma, düşünüp taşınmak, kafa yormak, lokma, tütün çiğnemek, tütün parçası
  • chewed:çiğnemek, derin derin düşünmek, düşünüp taşınmak, kafa yormak, tütün çiğnemek
  • chewing:çiğneme
  • chewinggum:çiklet, sakız
  • chic:modaya uygun, şık, şıklık
  • chicago:chicago
  • chicane:dalavere, hile, hile ile elinden almak, hile yapmak, kozsuz el, pistteki engel, şike, şike yapmak
  • chicanery:aldatma, şike
  • chichi:gösterişli, süslü, yapmacık
  • chick:civciv, kız, piliç, yavru kuş
  • chicken:cesaret yoklama oyunu, civciv, kız, korkak, korkak davranmak, korkudan çekinmek, ödlek, piliç, tavuk, tavuk eti, toy, yavru kuş
  • chickenfeed:bozuk para, bozukluk, tavuk yemi
  • chickenhearted:korkak, ödlek, tavşan yürekli
  • chickenpox:suçiçeği
  • chickpea:nohut
  • chicle:sakız
  • chicory:hindiba
  • chid:ayıplamak, azarlamak, çıkışmak, söylenmek
  • chide:ayıplamak, azarlamak, çıkışmak, söylenmek
  • chiding:ayıplamak, azarlamak, çıkışmak, söylenmek
  • chief:amir, ana, armanın en üst kısmı, baş, belli başlı, en üst rütbeli, reis, şef
  • chiefly:başlıca, en çok
  • chieftain:başbuğ, başkan, çete reisi, kabile reisi, klan şefi
  • chieftaincy:başkanlık, şeflik
  • chieftainship:emaret
  • chiffonier:çamaşır dolabı, şifoniyer
  • chigger:ekin zararlısı, insan etine gömülen pire
  • chigoe:insan etine gömülen pire
  • chilblain:kızarıklık, mayasıl, şişlik
  • chilblains:kızarıklık, mayasıl, şişlik
  • child:çocuk, evlat, küçük, ürün, velet
  • childbearing:doğum
  • childbed:doğum hali, loğusa yatağı, loğusalık
  • childbirth:çocuk doğurma
  • childcare:çocuk bakımı
  • childhood:çocukluk, çocukluk çağı, küçüklük
  • childish:çocukça, çocuksu
  • childishness:çocuksuluk, dar düşüncelilik
  • childless:çocuğu olmayan, çocuksuz
  • childlike:çocuk ruhlu, içten, samimi
  • chili:kırmızı biber
  • chill:buz gibi, dondurmak, donmak, kaçırmak, kırmak, serinlik, soğuk, soğuk döküm kalıbı, soğukalgınlığı, soğukluk, titreme, ürperme, ürpermek, üşüme, üşümek, üşütmek, üşütücü
  • chilled:dondurulmuş, donmuş
  • chilli:kırmızı biber
  • chillier:serin, soğuk
  • chilliness:soğuk davranış, soğukluk
  • chilling:dondurucu, soğuk, üşütücü
  • chilly:serin, soğuk
  • chimaera:hayal ürünü korkunç yaratık, tüm başlılar sınıfından hayvan
  • chime:ahenk, ahenkle çalmak, ahenkli çan sesi, çalmak, melodi, uymak, uyum, vurmak
  • chimed:ahenkle çalmak, çalmak, uymak, vurmak
  • chimera:ateş püskürten canavar, canavar, gerçekleşmesi imkânsız düşünce, hayal ürünü korkunç yaratık, kuruntu, tüm başlılar sınıfından hayvan
  • chimerical:asılsız, boş, hayali, saçma
  • chimney:baca, krater, lamba şişesi, yanardağ ağzı
  • chimneypiece:şömine parçası
  • chimneysweep:baca temizleyicisi
  • chimp:şempanze
  • chimpanzee:şempanze
  • chin:çene, çene hizası, çene hizasına getirmek, çenenin altına sıkıştırmak, konuşmak
  • china:çini, porselen, porselen kap
  • chinaman:çinli
  • chinas:çin
  • chinaware:porselen eşya, porselen takımlar
  • chinch:tahtakurusu
  • chine:belkemiği, omurga, sırttan çıkarılan et
  • chinese:çin, çin ile ilgili, çince, çinli
  • chink:çatlak, metalik ses, metalik ses çıkartmak, para, şıkırdamak, şıkırdatmak, şıkırtı, şıngırdatmak, temiz para, yarık, yarıkları doldurmak
  • chinned:çene hizasına getirmek, çenenin altına sıkıştırmak, konuşmak
  • chintz:basma, perdelik kumaş
  • chintzy:adi, kötü, kreton
  • chinwag:çene, çene çalmak, gevezelik, havadan sudan konuşmak
  • chip:alaya almak, budamak, çatlak, çentik, çentmek, çöp, dilimlemek, fiş, havalandırmak, iz, kırılgan olmak, kırılmak, kırıntı, marka, mikrodevre, para, patates kızartması, takılmak, yonga, yontmak
  • chipboard:mukavva
  • chipmuck:çizgili sincap
  • chipmunk:çizgili sincap
  • chipped:alaya almak, budamak, çentmek, dilimlemek, havalandırmak, kırılgan olmak, kırılmak, takılmak, yontmak
  • chippendale:chippandale tarzı mobilya
  • chipping:matkap talaşı, taş parçaları
  • chippy:can sıkıcı, çentik, çentikli, orospu, sarhoşluktan olan, tatsız, yontuk
  • chips:cips, patates kızartması
  • chiromancer:el falına bakan kimse
  • chiromancy:el falı
  • chiropodist:ayak hastalıkları uzmanı
  • chiropodists:ayak hastalıkları uzmanı
  • chiropody:ayak bakımı
  • chirp:cıvıldamak, cıvıldar gibi sesler çıkarmak, cıvıltı
  • chirping:cıvıl cıvıl
  • chirpy:cıvıl cıvıl, neşeli
  • chirr:çekirge sesi çıkarmak
  • chirrup:cıvıltılı sesler çıkarmak
  • chisel:dolandırmak, iskarpela, kalem keski, kazıklamak, keski, oymacı kalemi, oymak, sızdırmak, yontmak
  • chiseled:keski ile yontulmuş, keskin
  • chiseler:dolandırıcı, para sızdıran kimse, üçkâğıtçı
  • chiselled:keski ile yontulmuş, keskin
  • chiseller:dolandırıcı, para sızdıran kimse, üçkâğıtçı
  • chiselling:dolandırmak, kazıklamak, oymak, sızdırmak, yontmak
  • chit:çocuk, not, para makbuzu, pusula, velet, yumurcak
  • chitchat:çene, çene çalmak, gevezelik, havadan sudan konuşmak, sohbet
  • chitterling:bumbar, kasaplık hayvan kalın bağırsağı
  • chitterlings:bumbar, kasaplık hayvan kalın bağırsağı
  • chivalrous:cesur, kibar, mert, şövalye gibi
  • chivalry:cesaret, kibarlık, mertlik, şövalyeler, şövalyelik, şövalyelik örgütü
  • chive:bıçak, bıçaklamak, frenksoğanı
  • chives:bıçak, frenksoğanı
  • chivvy:avlamak, rahatsız etmek, sıkmak
  • chivy:avlamak, rahatsız etmek, sıkmak
  • chloric:klorik
  • chloride:klorid
  • chlorinate:klorlamak
  • chlorinated:klorlamak
  • chlorine:klor
  • chloroform:kloroform, kloroform ile uyutmak, kloroform vermek
  • chlorophyl:klorofil
  • chlorophyll:klorofil
  • chlorosis:kloroz
  • chock:destek koymak, kızağa çekmek, kızak, odun parçası, sıkıca, sımsıkı, takoz, takozla desteklemek, tamamen, yomalık büyük kurtağzı
  • chockablock:ağzına kadar dolu, dopdolu, hıncahınç, sıkış tepiş, tıkışık
  • chocked:destek koymak, kızağa çekmek, takozla desteklemek
  • chockfull:dopdolu, tıklım tıklım
  • chocolate:çikolata, çikolata renkli, çikolatadan yapılmış, çikolatalı, çikolatalı şekerleme, fondan, koyu kahverengi
  • choice:elit, güzide, kalburüstü, kaliteli, seçenek, seçilen şey, seçim, seçkin, seçkin sınıf, seçkinler, seçme, seçme hakkı, şık, tercih, üstün
  • choiceness:seçkinlik
  • choices:seçenek, seçilen şey, seçim, seçkin sınıf, seçkinler, seçme, seçme hakkı, şık, tercih
  • choicest:kalburüstü
  • choir:kilise korosu, koro, koro yeri, koroda şarkı söylemek
  • choirboy:şarkıcı çocuk
  • choirmaster:koro yönetmeni
  • choke:baskılamak, bastırmak, boğarak öldürmek, boğma, boğmak, boğulmak, boğumlu tüfek namlusu, jigle, kısma bobini, kısmak, nefesini kesme, nefesini kesmek, ölmek, tıkamak, tıkanmak, tutmak
  • chokebore:boğumlu tüfek, tüfeğin boğumlu namlusu
  • choked:kısık, tıkanık, tıkanmış
  • choker:boğan kimse, boğan şey, boğazlı yaka, gerdanlık
  • chokers:boğan kimse, boğan şey, boğazlı yaka, gerdanlık
  • choking:boğucu
  • choky:boğucu, hapishane, kodes, tıkayan
  • choler:kızgınlık, öd, öfke, safra
  • cholera:kolera
  • choleric:asabi, çabuk öfkelenen, sinirli
  • cholesterol:kolesterol
  • choose:ayırmak, istemek, seçmek, tercih etmek, üstün tutmak, yeğlemek
  • chooser:seçici kimse, seçim yapan kimse
  • choosier:kılı kırk yaran, müşkülpesent, titiz, zor beğenen
  • choosing:seçen, seçici, seçme
  • choosy:kılı kırk yaran, müşkülpesent, titiz, zor beğenen
  • chop:ağız, balta ile kesmek, çene, çene kemiği, çırpıntı, darbe, doğrama, doğramak, işaret, kalite, kalite belgesi, kesmek, kırmak, külbastı, marka, mühür, pat diye söylemek, pirzola, söyleyivermek, vuruş, yandan vuruş yapmak, yarma, yarmak
  • chophouse:çin’de gümrük binası, et lokantası, lokanta
  • chopped:kıyılmış
  • chopper:akım kesici alet, balta, helikopter, kısa saplı balta, satır, takma diş
  • choppers:akım kesici alet, balta, helikopter, kısa saplı balta, satır, takma diş
  • choppet:akım kesici alet, balta, helikopter, kısa saplı balta, satır, takma diş
  • chopping:değişiklik, değişme, doğrama, iri, iri yarı, kıyım
  • choppy:çırpıntılı, dalgalı, değişen, değişken, durmadan yön değiştiren, istikrarsız, tutarsız
  • chops:ağız, balta ile kesmek, çene, çene kemiği, çırpıntı, darbe, doğrama, doğramak, işaret, kalite, kalite belgesi, kesmek, kırmak, külbastı, marka, mühür, pat diye söylemek, pirzola, söyleyivermek, vuruş, yandan vuruş yapmak, yarma, yarmak
  • chopstick:çinlilerin yemek yeme çubukları, çubuk
  • chopsticks:çin yemek çubukları
  • choral:koro, koro ile ilgili
  • chorale:dini orkestra parçası, koral
  • chord:akort, bağlama kirişi, duygu, his, kanat genişliği, kiriş, nüans, tel, ton
  • chore:günlük ev işi, sıkıcı iş, zevksiz iş
  • chorea:kora
  • choreographer:bale direktörü, kareograf
  • choreography:bale eserleri yazma sanatı, bale sanatı, koreografi
  • chores:çiftlik işleri, ev işleri, zor ve sıkıcı işler
  • choric:koro, koro gibi, koro ile ilgili
  • chorister:koro şefi, koro üyesi
  • choristers:koro şefi, koro üyesi
  • chortle:kıkır kıkır gülmek, kıkırdama, kıkırdamak
  • chortling:kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak
  • chorus:hep bir ağızdan konuşmak, koro, koro ekibi, koro halinde söylemek, koro halinde söylenilen bölüm, nakarat, oyundaki şarkıcı ve dans grubu, proloğu söyleyen kişi, revü dans topluluğu, topluca söylemek
  • chose:mal, şahsi eşya, şey
  • chosen:cennetlik, seçilmiş, seçilmiş olan
  • chough:kızılca karga
  • chow:çin köpeği, siyah renkli bir köpek, yemek, yiyecek
  • chowchow:çin köpeği, karışık turşu, reçel
  • chowder:balık türlüsü
  • chrism:kutsal vücut yağı
  • christ:hazreti isa, mesih
  • christen:açılışını yapmak, ilk defa kullanmak, isim koymak, vaftiz etmek
  • christendom:hristiyan alemi, hristiyanlık dünyası
  • christening:ad koyma, vaftiz, vaftiz için olan
  • christian:dini bütün kimse, dürüst, hristiyan, hristiyan kimse, iyi insan, merhametli, saygıdeğer
  • christianism:hristiyanlık
  • christianity:hristiyanlar, hristiyanlık
  • christmas:isa’nın doğum yortusu, noel, yirmibeş aralık
  • christmassy:noel gibi, noele özgü
  • christmastide:noel zamanı
  • christmastime:noel zamanı
  • chroma:renk parlaklığı
  • chromatic:kromatik, renklerle ilgili, yarım tonlardan oluşan
  • chromatics:kromatik, renkler bilimi
  • chrome:krom, krom bileşiği, kromat sarısı boya, kromat sarısı renk, tabaklanmış deri
  • chromium:krom
  • chromosomes:kromozom
  • chronic:berbat, çok kötü, devamlı, kronik, müzmin, sürekli
  • chronicle:günün olayları, kaydetmek, kronik, kronolojik yazılmış tarih
  • chronicled:kaydetmek
  • chronicler:kronikleri derleyen kimse, tarihçi
  • chronicles:kronikler
  • chronograph:hız ölçeği, kronograf, zaman ölçeği
  • chronological:kronolojik, tarihe göre sıralanmış, zaman dizinsel
  • chronologically:kronolojik olarak
  • chronology:cetvel, kronoloji, kronolojik liste, zamandizin
  • chronometer:kronometre, süreölçer
  • chronometry:kronometri
  • chrysalis:kelebek olmadan önceki başkalaşım, krizalid
  • chrysanthemum:kasımpatı, krizantem
  • chub:tatlısu kefali
  • chubby:ablak, dolgun, hantal, tombul
  • chuck:atış, atma, atmak, bırakmak, çenesini okşama, çenesini okşamak, fırlatma, fırlatmak, gıdaklama, gıdaklamak, gurklama, kavrama, savurmak, sevimli şey, son vermek, torna bağlama aynası
  • chucking:atmak, bırakmak, çenesini okşamak, fırlatmak, gıdaklamak, savurmak, son vermek
  • chuckle:gurklama, gurklamak, kendi kendine gülme, kendi kendine gülmek, kıkır kıkır gülme, kıkır kıkır gülmek, kıkırdama, kıkırdamak
  • chucklehead:ahmak, budala, kalın kafalı
  • chuckles:gurklama, gurklamak, kendi kendine gülme, kendi kendine gülmek, kıkır kıkır gülme, kıkır kıkır gülmek, kıkırdama, kıkırdamak
  • chuckling:kıkır kıkır gülme
  • chuffed:memnun, mutlu
  • chum:ahbap, arkadaş, canciğer dost, oda arkadaşı, oda arkadaşı olmak, yakın arkadaş olmak
  • chummy:canciğer, samimi, sıkı fıkı
  • chump:akıl, alık, çiğnemek, enayi, kafa, kelle, küt uç, kütük, kuzu filetosu, mankafa, saksı, takoz
  • chumpish:ahmak, budala
  • chunk:bodur ama güçlü hayvan, kocaman parça, külçe, tıknaz ve güçlü adam, topak, yığın
  • chunkiness:bodurluk
  • chunks:bodur ama güçlü hayvan, kocaman parça, külçe, tıknaz ve güçlü adam, topak, yığın
  • chunky:kısa ve kalın, külçe halinde, tıknaz, topak topak
  • church:hristiyan din adamları, hristiyanlıkla ilgili cemaat, kilise, kilise ayini, kilise ile ilgili
  • churches:hristiyan alemi, hristiyan toplumu
  • churchman:kiliseye devam eden kimse
  • churchmen:kiliseye devam eden kimse
  • churchwarden:kilise idarecisi, kilise onursal görevlisi
  • churchy:kiliseye çok bağlı olan
  • churchyard:kilise bahçe mezarlığı
  • churl:cimri kimse, hanzo, hödük, kaba adam, pinti herif
  • churlish:cimri, huysuz, kaba, pinti, terbiyesiz, ters, vahşi
  • churn:çalkalamak, çalkantılı olmak, çırpmak, güğüm, karıştırmak, köpürmek, köpürtmek, süt kabı, tereyağı yapmak, yayık
  • churning:çalkalama
  • chute:akıntı, çağlayan, kanal, kayılan yer, kızak pisti, oluk, paraşüt
  • chutney:baharatlı hint salçası, hint turşusu
  • chutzpa:cüret, küstahlık
  • chutzpah:cüret, küstahlık
  • chyle:keylüs, kilüs, kilüs
  • cicada:ağustosböceği, orakböceği
  • cicala:ağustosböceği, orakböceği
  • cicatrice:ağaç kabuğu zarı, düşen yaprağın bıraktığı iz, sikatris, yara üzerinde oluşan zar
  • cicatriced:iyileşmiş, kapanmış
  • cicatrization:iyileşme, kapanma
  • cicatrize:iyileşmek, iyileştirmek, kapanmak
  • cicerone:rehber, tercüman, turist rehberi
  • cider:elma şarabı, elma şırası, elma suyu
  • cigar:puro, yaprak sigarası
  • cigaret:sigara
  • cigarets:sigara
  • cigarette:sigara
  • cigarettes:sigara
  • cilia:kirpikler, tüyler
  • ciliary:kirpiksi
  • ciliated:kirpikli
  • cilice:yapağıdan dokunmuş kumaş
  • cilium:kirpik
  • cinch:çantada keklik, çocuk oyuncağı, eyer kolanı, kavrama, sıkı tutma
  • cinchona:kınakına, kınakına ağacı
  • cincture:çevrelemek, dolamak, kemer, kuşak, kuşatmak, pervaz, sarmak
  • cinder:kor, kül
  • cinderella:değeri bilinmemiş şey, ihmal edilmiş kimse, kül kedisi, sindrellâ
  • cinders:cüruf, köz, kül
  • cine:film, sinema
  • cinecamera:film çekme kamerası
  • cinema:sinema
  • cinematic:sinema özelliğinde, sinematik, sinemaya özgü, sinemayla ilgili
  • cinematically:sinema özelliğinde, sinematik olarak, sinemaya özgü şekilde
  • cinematograph:film çekme makinası, film çevirmek, film makinası
  • cinematographer:alıcı yönetmeni, film çeken kimse
  • cinematographic:sinema makinesiyle ilgili, sinemacılık, sinematografik
  • cinematography:film çekme sanatı, sinema, sinemacılık, sinematografi
  • cinerarium:ölünün küllerinin saklandığı yer
  • cinerary:kül ile ilgili
  • cinnabar:sülüğen, zincifre
  • cinnamon:tarçın, tarçın ağacı, tarçın renkli, tarçıni
  • cinque:beş, beşli, penc
  • cinquefoil:beş dilimli yapı süsü, beşparmakotu, kurtpençesi
  • cion:evlat, fidan, filiz, oğul, soy, torunlar
  • cipher:anahtar, arap rakamları, aritmetik yapmak, günümüz rakamları, hesaplamak, hiç olan şey, monogram, önemsiz kimse, parola, sıfır, şifre, şifre ile yazmak, şifrelemek
  • ciphered:şifreli
  • circ:daire biçiminde, dairesel, dolambaçlı, yuvarlak
  • circa:aşağı yukarı, dolaylarında, takriben, yaklaşık
  • circassian:çerkez, çerkezce, çerkezce ile ilgili, çerkezlerle ilgili
  • circe:büyüleyici kimse, kirke
  • circle:camia, çark etmek, çember, çevre, çevrelemek, daire, devir, dönem, dönge, dönmek, etki alanı, etraf, etrafını dolaşmak, halka, kuşatmak, muhit, ring, sınıf, yörünge
  • circled:çark etmek, çevrelemek, dönmek, etrafını dolaşmak, kuşatmak
  • circles:camia, çark etmek, çember, çevre, çevrelemek, daire, devir, dönem, dönge, dönmek, etki alanı, etraf, etrafını dolaşmak, halka, kuşatmak, muhit, ring, sınıf, yörünge
  • circlet:halkacık, küçük daire, taç
  • circling:çark etmek, çevrelemek, dönmek, etrafını dolaşmak, kuşatmak
  • circs:hal, koşullar, şartlar, suret
  • circuit:çember, çevrim, daire çevresi, devre, devretmek, dolambaçlı yol, dolaşıp aynı noktaya gelen yol, dolaşma, dolaşmak, etrafında dönmek, gezici dava vekili, gezici hakim, lig, tur, turneye çıkmak
  • circuitous:dolambaçlı, dolaşık, dolaylı
  • circuitously:dolambaçlı olarak, dolaylı olarak
  • circular:daire biçiminde, dairesel, dolambaçlı, genelge, sirküler, yuvarlak
  • circularize:genelge yollamak, sirküler hazırlamak
  • circulars:genelge, sirküler
  • circulate:deveran etmek, devretmek, dolaşmak, dolaştırmak, tedavül etmek, tedavül ettirmek, yayılmak, yaymak
  • circulated:deveran etmek, devretmek, dolaşmak, dolaştırmak, tedavül etmek, tedavül ettirmek, yayılmak, yaymak
  • circulating:devreden, dolaşan, sirküle eden
  • circulation:akıntı, cereyan, dağıtım, deveran, devir, devretme, dolanım, dolaşım, piyasadaki para miktarı, sirkülasyon, tedavül, tiraj, yayma
  • circulatory:dolaşım ile ilgili, dolaşımı sağlayan
  • circumambient:çevreleyen, kuşatan
  • circumambulate:çevresini yürümek, etrafını dolaşmak
  • circumcise:bızırı kesmek, günahlardan arındırmak, ruhen temizlemek, sünnet etmek
  • circumcised:sünnetli
  • circumciser:sünnet eden kimse, sünnetçi
  • circumcision:ruhen arınma, sünnet
  • circumcize:bızırı kesmek, günahlardan arındırmak, ruhen temizlemek, sünnet etmek
  • circumference:çember, çevre, daire çevresi
  • circumflex:inceltme işareti, kemik çevreleyen
  • circumlocution:asılsız sözcükler kullanma, dolambaçlı söz, geçiştirme, kaçamak konuşma
  • circumlocutory:dolambaçlı söz türünden
  • circumnavigate:çevresinden dolaşmak, etrafını dolaşmak
  • circumscribe:çemberlemek, daire içine almak, etrafını çizmek, kısıtlamak, sınırlamak
  • circumscribed:çemberlemek, daire içine almak, etrafını çizmek, kısıtlamak, sınırlamak
  • circumscribing:çemberlemek, daire içine almak, etrafını çizmek, kısıtlamak, sınırlamak
  • circumscription:bölge, çevreleyen yazı, daire içine alma, etrafını çizme, kuşatma, sınır, sınırlama
  • circumspect:dikkatli, düşünceli, her şeyi hesaba katan, sakınan, tedbirli
  • circumspection:dikkatlilik, tedbirlilik
  • circumstance:ayrıntı, detay, durum, formalite, koşul, olay, şart, vaka, varlık, zenginlik
  • circumstances:koşullar, şartlar, varlık, zenginlik
  • circumstantial:ayrıntılı, duruma bağlı, ikinci derecede, koşullara bağlı, tesadüfi
  • circumvent:açığını yakalamak, alt etmek, atlatmak, bozmak, engellemek, önlemek, tuzağa düşürmek, yenmek
  • circumvention:atlatıp kurtulma, atlatma, önleme, tuzağa düşürme
  • circumvolution:devir, dönme
  • circus:arena, gösteri uçuşu, kargaşalı toplantı, sirk, sirk gösterileri, sirk pisti, yolların kesiştiği meydan
  • ciriticism:eleştiri, kınama, tenkit
  • cirque:arena, buzyalağı, doğal amfiteatr
  • cirrhosis:siroz
  • cirriped:kıvrımbacaklılardan bir hayvan
  • cirrus:saçakbulut, sirrus, sülük, tutunma filizi
  • cisalpine:alplerin güneyinde olan
  • cissy:çekingen kimse, çıtkırıldım kimse, hanım avlâdı, korkak, muhallebi çocuğu
  • cistercian:manastır ile ilgili, manastırdan olan kimse
  • cistern:mahzen, rezervuar, sarnıç, sıvı kesesi, su deposu
  • citadel:hisar, iç kale, kale
  • citation:alıntı, çağrı, celp, celp kâğıdı, eserden aktarma, takdirnâme
  • citations:alıntı, çağrı, celp, celp kâğıdı, eserden aktarma, takdirnâme
  • cite:aktarmak, alıntı yapmak, anmak, bahsetmek, çağırmak, celbetmek, takdiri açıklamak
  • cited:aktarmak, alıntı yapmak, anmak, bahsetmek, çağırmak, celbetmek, takdiri açıklamak
  • cither:kanun türünden bir çalgı
  • cities:büyük kasaba, kent, şehir, şehir halkı
  • citified:kentleştirmek, şehir hayatına alıştırmak, şehirli yapmak
  • citing:aktarmak, alıntı yapmak, anmak, bahsetmek, çağırmak, celbetmek, takdiri açıklamak
  • citizen:hemşehri, ikamet eden kimse, sakin, sivil kimse, uyruk, vatandaş, yurttaş
  • citizenry:tüm vatandaşlar
  • citizens:hemşehri, ikamet eden kimse, sakin, sivil kimse, uyruk, vatandaş, yurttaş
  • citizenship:hemşehrilik, vatandaşlık, yurttaşlık
  • citrate:sitrat, sitrik asit tuzu
  • citrus:turunçgillerden meyve
  • city:büyük kasaba, kent, şehir, şehir halkı
  • civet:misk kedisi
  • civic:belediye ile ilgili, kent, şehir ile ilgili, yurttaşlık ile ilgili
  • civically:belediye ile ilgili biçimde, şehir ile ilgili olarak, yurttaşlık ile ilgili olarak
  • civics:yurttaşlık bilgisi
  • civies:yurttaşlık bilgisi
  • civil:devlete ait, hükümete ait, iç, kibar, laik, medeni, medeni hukuk ile ilgili, nazik, resmi, sivil, uygar, vatandaşlarla ilgili, yurttaşlık ile ilgili
  • civilian:sivil
  • civilians:sivil
  • civilisation:medenileştirme, medenilik, medeniyet, uygarlaştırma, uygarlık
  • civilised:ince, kibar, medeni, nazik, uygar
  • civilities:incelik, kibarlık, nezaket
  • civility:incelik, kibarlık, nezaket
  • civilization:medenileştirme, medenilik, medeniyet, uygarlaştırma, uygarlık
  • civilizations:medenileştirme, medenilik, medeniyet, uygarlaştırma, uygarlık
  • civilize:adam etmek, aydınlatmak, kibarlaştırmak, medenileştirmek, uygarlaştırmak
  • civilized:ince, kibar, medeni, nazik, uygar
  • civilizing:adam etmek, aydınlatmak, kibarlaştırmak, medenileştirmek, uygarlaştırmak
  • civilly:kibarca, medenice, nazikçe
  • clack:çatırdamak, çatırtı, gevezelik, gevezelik etmek, gıcırdamak, gıcırtı, kapak, klape, laklak, laklak etmek, sürgü, takırtı, tıkırdamak, tıkırtı
  • clad:örtülü, sarılmış
  • claim:alacak, alacak hakkı, dava, dava açma, dava açmak, hak, hak iddia etmek, iddia, iddia etmek, ısrar, ısrar etmek, istek, istemek, maden arazisi, sahip çıkmak, talep, talep etmek
  • claimant:alacaklı, davacı, hak iddia eden kimse, talip
  • claimed:dava açmak, hak iddia etmek, iddia etmek, ısrar etmek, istemek, sahip çıkmak, talep etmek
  • claiming:dava açmak, hak iddia etmek, iddia etmek, ısrar etmek, istemek, sahip çıkmak, talep etmek
  • clairvoyance:basiret, görülemeyen şeyleri görme yeteneği, keskin gözlülük, sağgörü
  • clairvoyant:görülemeyen şeyleri görebilen, görülemeyen şeyleri görebilen kimse
  • clam:deniz tarağı, içine kapanık kimse, istiridye, neşeli parti, şamatalı toplantı
  • clamant:gürültülü, ısrarlı, yapışkan
  • clamber:sarılarak tırmanmak, tırmanmak
  • clammy:nemli ve soğuk, rutubetli, yapışkan
  • clamor:feryat, gürültü, gürültü etmek, haykırma, karışıklık, patırtı, yaygara, yaygara koparmak
  • clamoring:gürültü etmek, yaygara koparmak
  • clamorous:gürültülü, patırtılı, yaygaracı
  • clamour:feryat, gürültü, gürültü etmek, haykırma, karışıklık, patırtı, yaygara, yaygara koparmak
  • clamp:ambar, kasmak, kelepçe, kenet, kenetlemek, kıskaç, küme, mengene, sıkıştırmak, yığın
  • clampdown:önlem
  • clamping:kasmak, kenetlemek, sıkıştırmak
  • clams:deniz tarağı, içine kapanık kimse, istiridye, neşeli parti, şamatalı toplantı
  • clan:boy, grup, kabile, klan, oymak, zümre
  • clandestine:el altından, gizli, gizli kapaklı, gizli yapılan, saklı
  • clandestinely:el altından, gizlice
  • clang:çınlama, çınlamak, madeni ses, sesli çaldırmak, sesli çalmak, tıngırdamak, tınlama, tınlamak
  • clanger:gaf, pot
  • clanging:çınlamak, sesli çaldırmak, sesli çalmak, tıngırdamak, tınlamak
  • clangor:çınlama, madeni ses, madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak, tınlama
  • clangorous:çınlayan, gürültülü
  • clangour:çınlama, madeni ses, madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak, tınlama
  • clank:çınlama, madeni ses, madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak, tınlama
  • clanking:madeni ses çıkarmak, şıkırdamak, şıkırdatmak
  • clannish:birbirini tutan, kabile, kabileye ait, klan, klana ait, klik yaratan, yabancıları sevmeyen
  • clannishness:gruba başkalarını almama, klancılık, klikçilik
  • clansman:klan üyesi kimse
  • clap:alkış, alkış sesi, alkışlamak, belsoğukluğu, çarpmak, çırpmak, dokunmak, el çırpma, el çırpmak, gümbürtü, gürleme, hafifçe vurma, hafifçe vurmak, oturtmak, patlama sesi, vurmak, yerine koymak
  • clapboard:fıçı tahtası, ince kaplama tahtası, tahta kaplamak
  • clapped:alkışlamak, çarpmak, çırpmak, dokunmak, el çırpmak, hafifçe vurmak, oturtmak, vurmak, yerine koymak
  • clapper:alkışlayıcı kimse, çan dili, dil, kaynana zırıltısı, şakşakçı
  • clapping:zırıltı
  • claptrap:göstermelik, iltifat, palavra, saçma, yağcılık
  • claque:alkışçı topluluğu, şakşakçılar grubu
  • claret:bordo şarabı, kan, koyu kırmızı
  • clarification:açıklama, açılma, arıtma, aydınlatma, durulma, temizleme
  • clarified:açıklamak, arınmak, arıtmak, aydınlanmak, aydınlığa kavuşturmak, berraklaşmak, berraklaştırmak, durulmak, süzmek, temizlemek, temizlenmek
  • clarify:açıklamak, arınmak, arıtmak, aydınlanmak, aydınlığa kavuşturmak, berraklaşmak, berraklaştırmak, durulmak, süzmek, temizlemek, temizlenmek
  • clarifying:açıklamak, arınmak, arıtmak, aydınlanmak, aydınlığa kavuşturmak, berraklaşmak, berraklaştırmak, durulmak, süzmek, temizlemek, temizlenmek
  • clarinet:klarnet
  • clarinetist:klarnetçi
  • clarinettist:klarnetçi
  • clarion:berrak ve tiz ses, boru, boru ile çalınan müzik, boru sesi, davulla zurnayla duyurmak, duyurmak, ilan etmek, yüksek, zurna
  • clarity:açıklık, berraklık, duruluk
  • clary:adaçayı
  • clash:anlaşamamak, ayrılık, bindirmek, çarpışma, çarpışma sesi, çarpışmak, çarpmak, çatırdamak, çatışma, çatışmak, gitmemek, gümbürdemek, gümbürtü, uymamak, uyumsuzluk, uyuşmamak, uyuşmazlık
  • clashing:anlaşamamak, bindirmek, çarpışmak, çarpmak, çatırdamak, çatışmak, gitmemek, gümbürdemek, uymamak, uyuşmamak
  • clasp:bağlamak, el ele tutuşmak, el sıkma, harekât nişanı, kavrama, kavramak, kenet, kopça, kopçalamak, kucaklama, kucaklamak, sarılma, sarılmak, sıkıca tutmak, sıkma, toka, tokalamak, tokalaşma, tutturmak
  • clasped:bağlamak, el ele tutuşmak, kavramak, kopçalamak, kucaklamak, sarılmak, sıkıca tutmak, tokalamak, tutturmak
  • class:bölüm, çeşit, cins, class, ders, dershane, derslik, grup, kalite, kategorize etmek, klas olma, kur, kurs, mevki, mükemmellik, öğrenciler, saymak, sınıf, sınıflandırmak, tür, üstünlük, zümre
  • classes:üst tabaka, yukarı sınıflar
  • classic:alışılmış olan, birinci sınıf, değerini kanıtlamış yapıt, değerini yitirmeyen, edebi ve tarihi değeri olan, geleneksel, kaliteli, klas, klasik, klasik eser, klasik eserler yazan yazar, klasikleri iyi bilen kimse, mükemmel
  • classical:eski dile ait, hümanist, klas, klasik, klasik biçimde olan, mükemmel, olağanüstü
  • classicism:klasik biçime uyma, klasik öğrenim, klasik öğrenimi savunma, klasisizm
  • classicist:klasik biçim yanlısı, klasik edebiyat uzmanı, klasik sanat bilgini
  • classics:klasikler
  • classification:derecelendirme, sınıflama, sınıflandırma, tasnif
  • classified:derecelendirilmiş, gizli, sınıflandırılmış
  • classify:ayırmak, gizli olduğunu duyurmak, sınıflamak, sınıflandırmak, tasnif etmek
  • classifying:ayırmak, gizli olduğunu duyurmak, sınıflamak, sınıflandırmak, tasnif etmek
  • classless:sınıflara ayrılmamış, sınıfsız
  • classmate:sınıf arkadaşı
  • classmates:sınıf arkadaşı
  • classroom:dersane, derslik, sınıf
  • classy:mükemmel, şık, süper, zarif
  • clatter:gürültü, gürültüyle yapmak, patırtı, ses, ses çıkarmak, takırdamak, takırdatmak, takırtı, uğultu
  • clause:bent, cümle, cümlecik, fıkra, madde
  • claustral:manastır ile ilgili
  • claustrophobia:kapalı yer korkusu, klostrofobi
  • clavicle:klavikula, köprücük kemiği
  • clavier:klavye, tuşlar, tuşlu çalgı
  • claw:çekmek, el atmak, el uzatmak, kapışmak, kavrama, kıskaç, pençe, pençe atmak, tırmalamak, tırnak, tırnaklı ayak, yırtmak
  • clawed:çekmek, el atmak, el uzatmak, kapışmak, pençe atmak, tırmalamak, yırtmak
  • claws:çekmek, el atmak, el uzatmak, kapışmak, kavrama, kıskaç, pençe, pençe atmak, tırmalamak, tırnak, tırnaklı ayak, yırtmak
  • clay:balçık, çamur, çömlekçi çamuru, hamur, insan vücudu, kil, toprak, toprak künk, yerküre
  • clayey:balçıklı, killi
  • claymore:iki ağızlı büyük kılıç, kılıç
  • clean:ak, arı, arındırmak, arıtmak, boşaltmak, budaksız, iyice, katışıksız, kusursuz, lekesiz, pak, parlatmak, ruhsatlı, saf, tamamen, temiz, temiz olarak, temizlemek, tümüyle, yasal, yazısız
  • cleaned:arındırmak, arıtmak, boşaltmak, parlatmak, temizlemek
  • cleaner:silgi, temizleyici, temizlik maddesi, temizlikçi
  • cleaners:kuru temizleyici
  • cleaning:ayıklama, kuru temizleme, temizleme, temizlik
  • cleanliness:temizlik
  • cleanly:pak, temiz, titiz
  • cleanse:arındırmak, iyileştirmek, tedavi etmek, temizlemek
  • cleansed:arındırmak, iyileştirmek, tedavi etmek, temizlemek
  • cleanser:arındırıcı madde, temizleme maddesi, temizlikçi
  • cleansing:temizleyici
  • cleanup:avanta, büyük temizlik, tasfiye, temizleme, temizlik, vurgun
  • clear:açık, açıkça, açıklamak, açmak, aklamak, anlaşılır, aşikâr, aşmak, aydınlatmak, aydınlık, belirgin, belirli, belli, berrak, berraklaşmak, bilgi vermek, boş alan, boşaltmak, boşluk, bulutsuz, bütün, bütünüyle, dağılmak, elde etmek, emin, engelsiz, geçmek, gidermek, gümrükten çekmek, kaldırmak, kapatmak, katışıksız, kazanmak, kurtarmak, kuşkusu olmayan, masum, net, ödemek, ormanda alan açmak, ortada, parlak, saf, saydam, şeffaf, seyretmek, sıyırıp geçmek, tahliye etmek, takıntısız, tam, tamamen, temiz, temize çıkarmak, temizlemek, tiz, tüm, uzağa, uzakta, zeki
  • clearance:açıklık, açma, boşluk, gümrük belgesi, limandan ayrılma izni, mevsim sonu satışı, ödeme, tasfiye, tasfiye satışı, temizleme
  • clearances:açıklık, açma, boşluk, gümrük belgesi, limandan ayrılma izni, mevsim sonu satışı, ödeme, tasfiye, tasfiye satışı, temizleme
  • cleared:açıklamak, açmak, aklamak, aşmak, aydınlatmak, berraklaşmak, bilgi vermek, boşaltmak, dağılmak, elde etmek, geçmek, gidermek, gümrükten çekmek, kaldırmak, kapatmak, kazanmak, kurtarmak, ödemek, ormanda alan açmak, seyretmek, sıyırıp geçmek, tahliye etmek, temize çıkarmak, temizlemek
  • clearheaded:aklı başında, sağlıklı düşünebilen, zihni açık
  • clearing:açıklık alan, kliring, takas
  • clearly:açık açık, açıkça, anlaşılır biçimde, apaçık, şüphesiz
  • clearness:açıklık, berraklık, netlik, şeffaflık
  • clears:açıklamak, açmak, aklamak, aşmak, aydınlatmak, berraklaşmak, bilgi vermek, boşaltmak, dağılmak, elde etmek, geçmek, gidermek, gümrükten çekmek, kaldırmak, kapatmak, kazanmak, kurtarmak, ödemek, ormanda alan açmak, seyretmek, sıyırıp geçmek, tahliye etmek, temize çıkarmak, temizlemek
  • clearstarch:kolalamak, kolalayıp ütülemek
  • cleat:demir, kastanyola, kaymayı önleyici şey, kelepçe, koçboynuzu, pençe
  • cleats:demir, kastanyola, kaymayı önleyici şey, kelepçe, koçboynuzu, pençe
  • cleavage:ayrılma, bölünme, çelişki, göğsün dekolteden görünen kısmı, göğüs dekoltesi, yarılma
  • cleave:açmak, bağlı olmak, bölmek, çatlamak, ikiye ayrılmak, sadık kalmak, yapışmak, yarılmak, yarmak
  • cleaver:balta, satır
  • cleavers:balta, satır
  • clef:anahtar, nota anahtarı
  • cleft:ayrık, çatlak, yarık
  • clematis:akasma, klemetis, meryemasması, yabanasması
  • clemency:hoşgörü, ılımanlık, ılımlılık, merhamet, şefkât, uysallık
  • clement:hoşgörülü, ılıman, ılımlı, merhametli, şefkâtli, uysal
  • clench:kavramak, kenetlemek, perçinlemek, sıkıca yakalamak, sıkmak, tutmak, yapışmak
  • clenched:kavramak, kenetlemek, perçinlemek, sıkıca yakalamak, sıkmak, tutmak, yapışmak
  • clerestory:pencereli üst kısım
  • clergy:rahip, rahipler sınıfı, ruhban sınıfı
  • clergyman:papaz, rahip, vaiz
  • clergymen:papaz, rahip, vaiz
  • cleric:papaz, rahip
  • clerical:büro, büro işleriyle ilgili, rahiplere ait, rahiplerle ilgili, yazı, yazı işleriyle ilgili
  • clericalism:kilise nüfuzu, kilise yasası
  • clerics:papaz, rahip
  • clerk:kâtip, kâtiplik yapmak, müdür, resepsiyonist, şef, tezgâhtar, tezgâhtarlık yapmak, yazıcı, yazman, yazmanlık yapmak
  • clerk’s:kâtip, kâtiplik yapmak, müdür, resepsiyonist, şef, tezgâhtar, tezgâhtarlık yapmak, yazıcı, yazman, yazmanlık yapmak
  • clerkship:kâtiplik, tezgâhtarlık, yazmanlık
  • clever:akıllı, becerikli, cin gibi, esprili, yetenekli, zarif, zeki
  • cleverly:akıllıca
  • cleverness:akıllılık, beceriklilik, zekâ
  • clevis:çatal, kenet demiri
  • clew:anahtar, hamak ipi, ipucu, işaret, iz, şipka, topak, yumak
  • cliche:basmakalıp söz, beylik söz, klişe, sıradan ifade
  • cliché:basmakalıp söz, beylik söz, klişe, sıradan ifade
  • click:anlamak, başarı, başarmak, çıt etmek, çıtırtı, hoşlanmak, jetonu düşmek, kanı kaynamak, kapanıvermek, kastanyola, mandallamak, şaklama, şaklatmak, şapırdatmak, tıkırdamak, tıkırdatmak, tıkırtı, uyuşmak
  • clicking:anlamak, başarmak, çıt etmek, hoşlanmak, jetonu düşmek, kanı kaynamak, kapanıvermek, mandallamak, şaklatmak, şapırdatmak, tıkırdamak, tıkırdatmak, uyuşmak
  • client:alıcı, bağımlı ülke, hasta, müşteri, müvekkil
  • clientele:alıcılar, hastalar, müşteriler, müvekkiller
  • clients:alıcı, bağımlı ülke, hasta, müşteri, müvekkil
  • cliff:kayalık, sarp kayalık, uçurum, yar
  • cliffhanger:arkası yarın, çekişme, çekişmeli yarışma, dizi film
  • cliffs:kayalık, sarp kayalık, uçurum, yar
  • climacteric:bunalımlı, dönüm noktası, hassas, kritik, kritik dönem, menapoz, menapozla ilgili, yaş dönümü, yaş dönümüyle ilgili
  • climate:bölge, çevre, hava, iklim, şartlar
  • climatic:iklim, iklimle ilgili
  • climatology:iklimbilim, klimatoloji
  • climax:boşalma, dönüm noktası, doruğa ulaştırmak, doruk, orgasm, orgasm olmak, zirve, zirveye ulaşmak
  • climb:aşama kaydetmek, çıkmak, sarılarak tırmanmak, tırmanış, tırmanma, tırmanmak, yükselme, yükselmek
  • climbable:tırmanılabilir
  • climber:dağcı, sarmaşık, tırmanıcı, tırmaşık kuş
  • climbing:artış, dağcılık, tırmanış, tırmanma
  • clime:diyar, iklim, ülke
  • clinch:kökünden halletmek, perçinlemek, perçinlenmiş çivi, sağlama bağlamak, sıkı tutma, sıkı tutmak, sıkıştırılmış cıvata, sıkıştırmak, yakın dövüş, yapışma, yapışmak
  • clincher:düğüm noktası, sorunu kökünden çözen tartışma
  • cling:bağlanmak, sadık kalmak, sarılmak, tırmanmak, tutunmak, yapışmak
  • clinging:bağımlı, dar, sıkı, tırmanış, tırmanma, yapışkan
  • clingy:sarılan, yapışan, yapışkan
  • clinic:belirti, çözüm toplantısı, klinik, muayenehane
  • clinical:hasta başında yapılan, klinik, klinikle ilgili, objektif, tarafsız
  • clinician:klinik tedavi uzmanı
  • clink:çınlatmak, hapishane, kodes, şıkırdamak, şıkırdatmak, şıngırdamak, şıngırdatmak, şıngırtı, tıkırdamak, tıngırdamak, tıngırtı, tokuşturmak
  • clinker:cüruf, donmuş lâv kütlesi, kiremit tuğlası, klinker, tuğla
  • clinking:tıkırtı, tıngırtı
  • clinometer:eğimölçer, klinometre
  • clip:darbe, hile yapmak, indirmek, kavramak, kazıklamak, kesme, kesmek, kırpılan miktar, kırpma, kırpmak, kısaltmak, klips, klipslemek, koşmak, mandallamak, okkalı yumruk, pens, raptiye, saç kesme, sarılmak, şarjör, sürat, toka, tutturmak, vurmak
  • clipped:hile yapmak, indirmek, kavramak, kazıklamak, kesmek, kırpmak, kısaltmak, klipslemek, koşmak, mandallamak, sarılmak, tutturmak, vurmak
  • clipper:hızlı giden şey, kliper tipi uçak, sürat teknesi
  • clippers:makas, tırnak makası
  • clipping:kırpılan şeyler, kırpıntı, kırpma, kupür
  • clippings:kırpılan şeyler, kırpıntı, kırpıntılar
  • clique:hizip, klik, komite, takım
  • cliquish:ayrıcalık gözeten, hizipçi
  • clit:bızır, klitoris
  • clitoris:bızır, klitoris
  • cloaca:dışkılık, günah çukuru, lağım
  • cloak:bahane, gizlemek, manto, örtbas etmek, örtmek, örtü, palto, pelerin, perde, saklamak
  • cloaked:gizlemek, örtbas etmek, örtmek, saklamak
  • cloakroom:gardrop, tuvalet, vestiyer
  • clobber:acımasızca dövmek, benzetmek, dayak atmak, eleştirmek, yenmek
  • clobbered:acımasızca dövmek, benzetmek, dayak atmak, eleştirmek, yenmek
  • clobbering:acımasızca dövmek, benzetmek, dayak atmak, eleştirmek, yenmek
  • clock:çorabın iki yanındaki ajur, kronometre, ölçmek, saat, saat tutmak, taksimetre, ulaştırmak
  • clockwise:saat yönünde
  • clockwork:saat mekanizması
  • clod:budala, kesek, sersem, toprak parçası
  • clodhopper:hantal kimse, hödük
  • clodhopping:kaba, yontulmamış
  • clog:doldurmak, dolmak, engel, engellemek, ket, köstek, kösteklemek, kütük, nalın, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, takunya, terlik, tıkamak, tıkanmak
  • clogged:doldurmak, dolmak, engellemek, kösteklemek, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, tıkamak, tıkanmak
  • clogging:doldurmak, dolmak, engellemek, kösteklemek, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, tıkamak, tıkanmak
  • clogs:doldurmak, dolmak, engel, engellemek, ket, köstek, kösteklemek, kütük, nalın, pıhtılaşmak, sıkıntı vermek, takunya, terlik, tıkamak, tıkanmak
  • cloister:dehliz, inzivaya çekilmek, kapalı geçit, kapanmak, kemerli yol, manastır, manastıra kapatmak
  • cloistered:kapalı, manastırla ilgili
  • cloistral:manastır ile ilgili
  • clone:çoğaltmak, eşeysiz çoğalan bireyler, klon
  • cloning:çoğaltmak
  • clonus:çırpınma, klonüs
  • clop:ayakların çıkardığı ses, ayaklarıyla ses çıkarmak
  • close:amansız, anlaşmak, avlu, bağlantılı, bitirmek, bitişik, bunaltıcı, cimri, detaylı, geçit, göğüs göğüse kavga, içli dışlı, kadans, kapalı, kapamak, kapatmak, kesmek, ketum, kilitlemek, kıt, mahrem, örtmek, saklı, sık, sıkı, sıkı fıkı, sıkışık durumda, son, son söz, son vermek, sonuç, sürgülemek, uzlaşmak, yakın, yakından, yaklaşmak, yanaşık
  • closed:kapalı, kapanmış, kapatılmış
  • closedown:faaliyetine son verme, faaliyetini durdurma, kapatma, yayını kesme
  • closefisted:cimri, eli sıkı, pinti
  • closely:benzer, dikkatle, hemen hemen aynı, sıkı sıkı, yakından
  • closeness:cimrilik, darlık, gizlilik, havasızlık, kapalılık, sıklık, yakınlık
  • closeout:elden çıkarma, tasfiye
  • closer:amansız, bitişik, bunaltıcı, cimri, detaylı, içli dışlı, kapalı, ketum, kıt, mahrem, saklı, sık, sıkı, sıkı fıkı, son, yakın, yanaşık
  • closest:amansız, bitişik, bunaltıcı, cimri, detaylı, içli dışlı, kapalı, ketum, kıt, mahrem, saklı, sık, sıkı, sıkı fıkı, son, yakın, yanaşık
  • closet:bölme, dolap, gizli, gizli oda, gömme dolap, helâ, kişisel, klozet, küçük oda, mahrem, odaya kapatmak, özel, şahsi, tuvalet, yüklük
  • closeted:odaya kapatmak
  • closing:kapama, kapanış, kapanma, kapatma
  • clossal:dev, devasa, kocaman, muazzam, müthiş, şaşırtıcı
  • closure:bitirme, kapama, kapanma, kapatma, koymak, oylamaya geçme, oylamaya geçmek, son verme
  • clot:ahmak, avanak, kesilmek, pıhtı, pıhtılaşmak, üzerinde toplanmak
  • cloth:bez, cilt bezi, din adamlığı, kumaş, örtü, rahiplik, sofra örtüsü, yelken
  • clothe:bürümek, giydirmek, giysi sağlamak, güzel bir dille anlatmak, kaplamak, örtmek, renklendirmek, sarmak, zenginleştirmek
  • clothed:bürümek, giydirmek, giysi sağlamak, güzel bir dille anlatmak, kaplamak, örtmek, renklendirmek, sarmak, zenginleştirmek
  • clothes:çamaşır, elbise, giysi, örtüler, üst baş, yatak takımları
  • clotheshorse:çamaşır askısı
  • clothesline:çamaşır ipi
  • clothespin:çamaşır mandalı, mandal
  • clothespress:elbise dolabı
  • clothier:elbise satıcısı, kumaşçı
  • clothing:elbise, giyim, giysi
  • clots:ahmak, avanak, kesilmek, pıhtı, pıhtılaşmak, üzerinde toplanmak
  • clotted:pıhtılaşmış
  • clotting:pıhtılaşma
  • cloture:oylamaya geçiş
  • cloud:berbat etmek, bulandırmak, bulanıklaşmak, bulanıklık, bulut, bulutla kaplamak, bulutlanmak, gölge, gölgelemek, kapatmak, karartmak, küme, leke, lekelemek, örtmek, sıkıntı veren şey, sürü
  • cloudburst:ani sağanak, bulut yağmuru, şiddetli yağmur
  • clouded:belirsiz, bulanık, bulutlu, donuk, gölgeli, karanlık, lekeli
  • cloudily:belirsiz, bulanık, bulutlu, gölgeli, hareli, kapalı
  • cloudless:açık, bulutsuz
  • cloudlessly:açıkça, bulutsuzca
  • clouds:berbat etmek, bulandırmak, bulanıklaşmak, bulanıklık, bulut, bulutla kaplamak, bulutlanmak, gölge, gölgelemek, kapatmak, karartmak, küme, leke, lekelemek, örtmek, sıkıntı veren şey, sürü
  • cloudy:açık olmayan, belirsiz, bulanık, bulutlu, damarlı, gölgeli, hareli, kapalı, muğlak
  • clough:koyak, vadi
  • clourful:canlı, rengârenk, renkli
  • clout:darbe, etki, güç, hedef, indirmek, nüfuz, paçavra, prestij, tokat, vurmak
  • clove:cleave, diş, karanfil, karanfil tanesi, sarımsak dişi
  • cloven:ayrık, çatlak, yarık
  • clover:yonca
  • cloverleaf:üst geçitli kavşak, yoncayaprağı
  • cloves:cleave, diş, karanfil, karanfil tanesi, sarımsak dişi
  • clown:hödük, kaba adam, palyaço, soytarı
  • clownery:fars, kaba komedi, soytarılık
  • clowning:palyaçoluk
  • clownish:budala, kaba saba, yontulmamış
  • clownishly:budalaca, kabaca
  • cloy:bıktırmak, gına getirmek, iğrendirmek, tiksindirmek, usandırmak
  • cloying:iğrenç, tiksindirici
  • club:çomak, dernek, dipçiklemek, dövmek, katılmak, kulüp, lobut, ortak olmak, ortakça yatırmak, sinek, sopa, sopalamak, toplamak, toplanmak
  • clubable:girişken, kulüp ile ilgili, kulüp üyeliğine lâyık, sosyal
  • clubbable:girişken, kulüp ile ilgili, kulüp üyeliğine lâyık, sosyal
  • clubby:girişken, sosyal
  • clubfoot:yumru ayak
  • clubfooted:yumru ayaklı
  • clubhouse:kulüp binası
  • clubman:kulüp üyesi
  • clubs:sinekler
  • cluck:aptal kimse, avanak, gıdaklama, gıdaklamak
  • clue:anahtar, aydınlatmak, bilgi vermek, hamak ipi, ipucu, işaret, iz, şipka, topak, yumak
  • clues:anahtar, aydınlatmak, bilgi vermek, hamak ipi, ipucu, işaret, iz, şipka, topak, yumak
  • clump:ağır adımlarla yürümek, ayakkabı pençesi, grup, indirmek, küme, kümeye eklemek, sert adım sesi, yığın, yığmak, yumruklamak
  • clumped:ağır adımlarla yürümek, indirmek, kümeye eklemek, yığmak, yumruklamak
  • clumping:ağır adımlarla yürümek, indirmek, kümeye eklemek, yığmak, yumruklamak
  • clumps:ağır adımlarla yürümek, ayakkabı pençesi, grup, indirmek, küme, kümeye eklemek, sert adım sesi, yığın, yığmak, yumruklamak
  • clumsily:acemice, beceriksizce, sakarca
  • clumsiness:acemilik, beceriksizlik, hantallık, sakarlık, sarsaklık
  • clumsy:acemi, beceriksiz, hantal, hödük, sakar, sarsak
  • clung:bağlanmak, sadık kalmak, sarılmak, tırmanmak, tutunmak, yapışmak
  • cluster:bir araya gelmek, demet, demet haline gelmek, dizi, hevenk, küme, oğul, salkım, toplanmak, tutam
  • clustered:bir araya gelmek, demet haline gelmek, toplanmak
  • clustering:bir araya gelmek, demet haline gelmek, toplanmak
  • clusters:bir araya gelmek, demet, demet haline gelmek, dizi, hevenk, küme, oğul, salkım, toplanmak, tutam
  • clutch:ambreyaj, atılma, debriyaj, grup, güç, kapmak, kapmaya çalışma, kavrama, kavramak, kontrol, pençe, tutmak, yakalama, yakalamak, yakalamaya çalışmak, yapışmak
  • clutched:kapmak, kavramak, tutmak, yakalamak, yakalamaya çalışmak, yapışmak
  • clutches:güç, kontrol, pençe
  • clutter:altüst etmek, dağınıklık, darmadağın etmek, karışıklık, karman çormanlık, tıka basa doldurmak, yığmak
  • cluttered:darmadağın
  • clyster:lavman, lâvman, tenkiye
  • co:beraber, birlikte
  • coach:antrenman yaptırmak, antrenör, araba ile gezmek, at arabası, çalıştırıcı, eğitmek, ekonomi klas, fayton, hazırlamak, koç, limuzin, otobüs, özel ders vermek, özel hoca, özel hocalık yapmak, posta arabası, ucuz tarifeli bölme, yetiştirmek, yolcu vagonu
  • coached:antrenman yaptırmak, araba ile gezmek, eğitmek, hazırlamak, özel ders vermek, özel hocalık yapmak, yetiştirmek
  • coaching:antrenörlük, araba ile gezme, özel ders
  • coachman:arabacı
  • coachwork:karoser, üst gövde
  • coaction:baskı, etkileme, etkileşim, zorlama
  • coadjutor:asistan, piskopos yardımcısı, yardımcı
  • coagulate:koyulaşmak, koyulaştırmak, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak
  • coagulated:pıhtılaşmış
  • coagulating:pıhtılaştırma
  • coagulation:pıhtılaşma
  • coagulum:pıhtı
  • coal:bir yakımlık kömür, kömür, kömür almak, kömür vermek, kor, maden kömürü
  • coaldust:kömür tozu
  • coaler:kömür gemisi, kömür katarı, kömür vagonu
  • coalesce:bir araya gelmek, birleşmek, kaynaşmak
  • coalesced:bir araya gelmek, birleşmek, kaynaşmak
  • coalescence:beraberlik, birleşme, birlik
  • coaling:kömür ikmali
  • coalition:birleşme, koalisyon
  • coalpit:kömür ocağı, kuyu
  • coaming:ambar ağzı, kaporta çerçevesi, mezarna
  • coarse:adi, bayağı, iri taneli, kaba, kaba saba, kalın, kalitesiz, terbiyesiz, yontulmamış
  • coarsely:adice, kabaca, kalitesiz olarak, terbiyesizce
  • coarsen:kabalaşmak, kabalaştırmak
  • coarseness:bayağılık, hoyratlık, kabalık, kalitesizlik, terbiyesizlik, yontulmamışlık
  • coarsening:kabalaşmak, kabalaştırmak
  • coast:beleşten ilerlemek, deniz kenarı, deniz kıyısı, kıyı, kızak için uygun yokuş, kızakla yokuştan kayma, kızakla yokuştan kaymak, sahil, sahil boyunca gitmek, yokuş aşağı salıvermek
  • coastal:kıyı ile ilgili, sahil, sahille ilgili
  • coaster:bardak altlığı, iki kulplu şarap bardağı, kızak, koster, tahta peynirlik
  • coastguard:sahil koruma, sahil koruma görevlisi
  • coasting:kabotaj, kıyı seyri, kızakla kayma, yokuş aşağı koyverme
  • coastline:kıyı şeridi, sahil boyu
  • coat:ceket, kaban, kabuk, kaplamak, kaput, kat, manto, örtmek, örtü, palto, parka, post, sarmak, sürmek, tabaka
  • coated:giymiş, kaplanmış, kaplı, örtülü, paslı, sıvanmış
  • coati:kayoti
  • coating:kat, paltoluk kumaş, sıva, tabaka
  • coatings:kat, paltoluk kumaş, sıva, tabaka
  • coauthor:ortak yazar
  • coax:dil dökerek elde etmek, dil dökmek, gönlünü almak, ikna etmek, tatlı sözlerle kandırmak
  • coaxal:eksendeş, ortak eksenli
  • coaxial:eksendeş, ortak eksenli
  • coaxıal:eksendeş, ortak eksenli
  • coaxing:tatlılıkla kandırma
  • cob:iri fındık, kerpiç, kısa bacaklı binek atı, küçük yuvarlak ekmek, mısır koçanı, topak
  • cobalt:kobalt
  • cobble:arnavut kaldırımı, kabaca birleştirmek, kaldırım taşı, parke taşı, pençe vurmak, tamir etmek, taş döşemek, taşla kaplamak, uyduruvermek, yuvarlak kaya parçası
  • cobbler:acemi çaylak, ayakkabı tamircisi, meyve pastası, şaraplı bir tür koktely
  • cobblers:acemi çaylak, ayakkabı tamircisi, meyve pastası, şaraplı bir tür koktely
  • cobblestone:kaldırım taşı, parke taşı
  • cobbling:kabaca birleştirmek, pençe vurmak, tamir etmek, taş döşemek, taşla kaplamak, uyduruvermek
  • cobnut:iri fındık
  • cobra:gözlüklü yılan, kobra
  • cobweb:ağ, dayanıksız şey, hile, kuruntu, örümcek ağı, örümcek ağının teli, temizlenmesi gereken pislik, tuzak
  • cobwebby:örümcek ağı ile kaplanmış
  • cobwebs:ağ, dayanıksız şey, hile, kuruntu, örümcek ağı, örümcek ağının teli, temizlenmesi gereken pislik, tuzak
  • cocain:kokain
  • cocaine:kokain
  • cocci:içli çekirdekler, koküsler
  • coccus:içli çekirdek, koküs
  • coccyges:koksiks, kuyruksokumu kemiği
  • coccyx:koksiks, kuyruksokumu kemiği
  • cochineal:kırmız, kırmız böceği, kırmız böceği boyası, kırmızı boya
  • cochlea:koklea, kulak salyangozu
  • cock:çük, dikmek, erkek av kuşu, hazır duruma getirmek, horoz, kamış, kurmak, lider, martaval, musluk, önder, ot yığını, penis, rüzgâr gülü, saçmalık, saman yığını, tetiğe almak, zırva
  • cockade:kokart, şapkaya takılan rozet
  • cockatoo:kakadu, rengârenk bir papağan türü
  • cockchafer:mayıs böceği
  • cockcrow:horoz ötüşü, horozların ötme vakti, sabahın körü
  • cocker:cocker, şımartmak, üzerine titremek
  • cockerel:yavru horoz
  • cockeyed:budalaca, çarpık, eğri, saçma, sarhoş, şaşı
  • cockfight:horoz dövüşü
  • cockfighting:horoz dövüşü
  • cockhorse:oyuncak at, tahta at
  • cockiness:kendine aşırı güvenme
  • cockle:buruşmak, buruşturmak, dalgalandırmak, kabuk, kırışmak, kırıştırmak, küçük kayık, küçük sandal, tarak kabuğu
  • cockleboat:küçük kayık, küçük tekne, sandal
  • cockleshell:kabuk, küçük kayık, küçük sandal, tarak kabuğu
  • cockling:buruşmak, buruşturmak, dalgalandırmak, kırışmak, kırıştırmak
  • cockney:doğu londra şivesi, doğu londralı, londra’nın doğusundan
  • cockpit:alçak güverte, horoz dövüşü alanı, mücâdele alanı, pilot kabini, sürücü yeri
  • cockroach:hamamböceği, karaböcek, karafatma
  • cockscomb:bobstil, horozibiği, horozibiği çiçeği, züppe adam
  • cockspur:akdiken, horoz mahmuzu
  • cocksure:emin, gayet emin, kendinden çok emin
  • cocktail:kokteyl
  • cockup:dağınıklık, karmakarışıklık
  • cocky:burnu havada, kendinden çok emin, kendini beğenmiş
  • coco:hindistan cevizi
  • cocoa:kakao, kakaolu içecek
  • coconut:baş, hindistan cevizi, kafa
  • cocoon:korumak, koruyucu tabaka, koza, koza oluşturmak, sarmak
  • cocotte:koket, sosyete orospusu, yosma
  • cocroache:hamamböceği, karaböcek, karafatma
  • cod:dalga geçmek, işletmek, morina, sazanlamak
  • coda:koda
  • coddle:hafif ateşte pişirmek, kaynatmak, nazlı alıştırmak, özenle bakmak, şımartmak, üzerine titremek
  • coddled:hafif ateşte pişirmek, kaynatmak, nazlı alıştırmak, özenle bakmak, şımartmak, üzerine titremek
  • coddling:hafif ateşte pişirmek, kaynatmak, nazlı alıştırmak, özenle bakmak, şımartmak, üzerine titremek
  • code:kanun, kılavuz, kod, kodlamak, kural, numaralamak, prensipler, şifre, şifrelemek, tüzük, yasa, yasa kitabı, yönetmelik
  • coded:kodlamak, numaralamak, şifrelemek
  • codeine:kodein
  • coder:kodlayan kimse, şifreleyen kimse
  • codes:kanun, kılavuz, kod, kodlamak, kural, numaralamak, prensipler, şifre, şifrelemek, tüzük, yasa, yasa kitabı, yönetmelik
  • codex:el yazması kitap, klasik metin, kodeks
  • codfish:morina
  • codger:antika adam, garip, tip
  • codicil:vasiyetname eki
  • codification:kodlama
  • codify:kodlamak, şifrelemek, sistemleştirmek
  • coding:kodlamak, numaralamak, şifrelemek
  • codling:bir elma türü, ham elma, morina yavrusu
  • coed:karma eğitim yapan
  • coeducation:karma öğretim
  • coefficient:birlikte çalışan, işbirliği yapan, katsayı, ortak etmen
  • coelenterate:selentere
  • coequal:akran, denk, eş, eşit
  • coerce:baskı altında tutmak, baskı yapmak, mecbur etmek, zorlamak
  • coerced:baskı altında tutmak, baskı yapmak, mecbur etmek, zorlamak
  • coercible:mecburi, zorunlu
  • coerciblely:cebren, mecburen, zorunlu olarak
  • coercion:baskı, baskı rejimi, zorlama
  • coercive:zorla yapılan, zorlayıcı
  • coeval:akran, çağdaş, yaşıt
  • coexist:bir arada var olmak, yan yana yaşamak
  • coexisted:bir arada var olmak, yan yana yaşamak
  • coexistence:bir arada yaşama, birlikte var olma
  • coexistent:bir arada var olan
  • coexisting:bir arada var olmak, yan yana yaşamak
  • coffee:kahve, kahverengi
  • coffeehouse:çayevi, kahvehane
  • coffeemaker:kahve demliği, kahve makinesi
  • coffeepot:cezve, kahve demliği
  • coffer:hazine, kasa, kutu, sandık, tavan süslemek, tavan süsü
  • cofferdam:koferdam, sualtı inşaat temel sandığı
  • coffers:hazine, para
  • coffin:açılmaya elverişsiz gemi, tabut, tabuta koymak
  • cog:çark dişi, diş, dişli çark, hile yapmak, kurmak, tutmak
  • cogency:ikna yeteneği, inandırıcılık
  • cogent:ikna edici, inandırıcı
  • cogged:dişli
  • cogging:hile yapmak, kurmak, tutmak
  • cogitate:bulmak, düşünmek, düşünüp taşınmak, icat etmek, kavram yaratmak
  • cogitation:düşünce, düşünme, düşünüp taşınma, fikir
  • cognac:konyak
  • cognate:akraba, akraba olan, ayni kökten, aynı soydan gelen, hısım, kökü aynı olan, kökü aynı olan sözcük, soydaş
  • cognation:aklın bilme gücü, idrak, idrak yeteneği, kavrama
  • cognisable:idrak edilebilir, kavranabilir, mahkeme yetki alanı dahilinde olan, tanınabilir
  • cognisance:anlayış, bilgi, farkında olma, idrak, kavrama, kaza alanı, mahkemenin davayı dinlemesi
  • cognisant:bilen, bilincinde olan, farkında olan, haberdar, idrak yeteneği olan
  • cognitive:idrak ile ilgili, kavrama ile ilgili
  • cognizable:idrak edilebilir, kavranabilir, mahkeme yetki alanı dahilinde olan, tanınabilir
  • cognizance:anlayış, bilgi, farkında olma, idrak, kavrama, kaza alanı, mahkemenin davayı dinlemesi
  • cognizant:bilen, bilincinde olan, farkında olan, haberdar, idrak yeteneği olan
  • cognomen:lakap, soyad, takma ad
  • cognoscente:ehil, erbap
  • cognoscenti:ehil olanlar, erbaplar
  • cognoscible:anlaşılır, bilinir, kavranır
  • cognovit:ikrar, itirafname
  • cogwheel:çark, dişli, dişli çark
  • cohabit:birlikte yaşamak, evlenmeden beraber yaşamak
  • cohabitation:birlikte yaşama, evlenmeden beraber yaşama
  • cohabiting:birlikte yaşamak, evlenmeden beraber yaşamak
  • cohere:bağlantılı olmak, eş fazlı olmak, tutarlı olmak, tutmak, yapışmak
  • coherence:ahenk, eş fazlı olma, tutarlık, uygunluk, uyum, yapışma
  • coherency:ahenk, eş fazlı olma, tutarlık, uygunluk, uyum, yapışma
  • coherent:ahenkli, birbirini tutan, tutarlı, uyumlu, yapışık
  • coherer:dalga almaçı, dalga reseptörü
  • cohering:bağlantılı olmak, eş fazlı olmak, tutarlı olmak, tutmak, yapışmak
  • cohesion:bağlılık, birleşme, yapışma
  • cohesive:bağlı, yapışan, yapışık, yapışkan
  • cohesiveness:bağlılık, yapışıklık
  • cohort:kalabalık, kohort, lejyonun onda biri, topluluk
  • cohrent:ahenkli, birbirini tutan, tutarlı, uyumlu, yapışık
  • coif:bone, külah, saç modeli, şekillendirilmiş saç, takke
  • coiffeur:kadın berberi, kuaför
  • coiffure:saç biçimi, saç modeli
  • coign:çıkıntılı köşe
  • coil:bobin, bukle, bukle yapmak, dolamak, dolanmak, gürültü, halka, kangal, kangal yapmak, kargaşa, patırtı, sarılmak, sarmak, tomar, yay, yumak
  • coiled:bukle yapmak, dolamak, dolanmak, kangal yapmak, sarılmak, sarmak
  • coiling:kıvrılma
  • coin:bozuk para, bozukluk, demir para, deyim bulmak, madeni para, para, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sikke, sözcük uydurmak
  • coinage:madeni para sistemi, para basma, tedavüldeki para, uydurma, uyduruk deyim, yeni sözcük
  • coincide:çatışmak, denk gelmek, rastlamak, tutarlı olmak, uymak
  • coincidence:çatışma, denk gelme, rastlantı, tesadüf
  • coincident:rastlayan, tesadüf eden, tutarlı olan, uyan
  • coincidental:tesadüfi
  • coinciding:çatışmak, denk gelmek, rastlamak, tutarlı olmak, uymak
  • coined:deyim bulmak, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sözcük uydurmak
  • coiner:kalpazan, para basan kimse, yeni sözler uyduran kimse
  • coining:deyim bulmak, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sözcük uydurmak
  • coins:bozuk para, bozukluk, demir para, deyim bulmak, madeni para, para, para basmak, para bastırmak, para kazanmak, sikke, sözcük uydurmak
  • coital:çiftleşme ile ilgili, cinsel birleşme ile ilgili
  • coition:çiftleşme, cinsel birleşme
  • coitus:çiftleşme, cinsel birleşme
  • coke:dönüştürmek, kok, kok kömürü, kokain, kola, kolalı içecek
  • coked:dönüştürmek
  • cokernut:hindistan cevizi
  • coking:dönüştürmek
  • col:dağ geçidi
  • cola:kola
  • colander:kevgir, süzgeç
  • colchicum:çiğdem, çiğdem tohumu, safran
  • cold:baygın, donuk, duygusuz, kaçınılmaz, kesin olarak, nezle, sakin, sıkıcı, soğuk, soğukalgınlığı, soğukkanlı, soğukluk, üşümüş, yapmacık
  • coldblooded:soğukkanlı, vicdansız
  • coldcream:nemlendirici
  • colder:baygın, donuk, duygusuz, kaçınılmaz, kesin olarak, sakin, sıkıcı, soğuk, soğukkanlı, üşümüş, yapmacık
  • coldhearted:acımasız, duygusuz, katı yürekli
  • coldheartedly:acımasızca, duygusuzca, katı yüreklilikle
  • coldish:bayağı soğuk, soğukça
  • coldly:sakinlikle, soğukça, soğukkanlılıkla, üşüyerek
  • coldness:soğukluk
  • cole:kolza, lâhana türü sebze
  • coleslaw:lâhana salatası
  • colic:kalınbağırsak sancısı, kolik, sancı
  • colicky:kolik türünden
  • coliseum:amfiteatr, spor salonu, stadyum
  • colitis:kalınbağırsak iltihabı, kolit
  • collaborate:birlik olmak, düşmanla birlik olmak, el ele vermek, işbirliği yapmak
  • collaborating:birlik olmak, düşmanla birlik olmak, el ele vermek, işbirliği yapmak
  • collaboration:birlik, işbirliği, işbirlikçilik
  • collaborationist:işbirlikçi
  • collaborator:iş arkadaşı, işbirlikçi, ortak
  • collage:kolaj, kolaj tekniğiyle yapılmış resim
  • collapse:başarısız olmak, başarısızlık, bozulmak, cesaretini yitirmek, ciğerlerine hava gitmemek, çökme, çökmek, çöküntü, çöküş, düşmek, düşüş, kolaps, portatif olmak, suya düşme, suya düşmek, yığılma, yıkılma, yıkılmak
  • collapsed:çökmüş, çökük
  • collapsible:açılır kapanır, katlanır, portatif
  • collapsing:başarısız olmak, bozulmak, cesaretini yitirmek, ciğerlerine hava gitmemek, çökmek, düşmek, portatif olmak, suya düşmek, yıkılmak
  • collar:durdurmak, sıkma bileziği, tasma, yaka, yaka takmak, yakalamak, yakasına yapışmak, yürütmek
  • collarbone:köprücük kemiği
  • collared:durdurmak, yaka takmak, yakalamak, yakasına yapışmak, yürütmek
  • collate:karşılaştırarak okumak, karşılaştırmak, sıralamak
  • collateral:aynı amaçlı olan, kökeni aynı olan, paralel, soydaş, tâli, tamamlayıcı, tamamlayıcı teminat, yan, yardımcı
  • collation:aperatif, hafif yemek, karşılaştırma, tanımlama
  • colleague:iş arkadaşı, meslektaş
  • collect:almak, ayinlerde okunan kısa dua, bir araya getirmek, birikmek, biriktirmek, derlemek, koleksiyon yapmak, ödemeli, tahsil etmek, toparlamak, toplamak, toplanmak, uğrayıp almak
  • collected:aklı başında, kendinde, sakinleşmiş, toplanmış
  • collectedness:aklı başında olma, sakinlik
  • collectice:genel, müşterek, ortak, ortak girişim, ortaklaşa, ortaklaşa çiftlik, ortaklaşma, toplu, topluluk adı
  • collecting:para toplama, tahsilat, toplama
  • collection:derleme, koleksiyon, para toplama, tabaka, tahsilât, toplama, toplanma, toplanmış yardım, yığın
  • collections:dönem sınavları, vizeler
  • collective:genel, müşterek, ortak, ortak girişim, ortaklaşa, ortaklaşa çiftlik, ortaklaşma, toplu, topluluk adı
  • collectively:müşterek olarak, ortaklaşa, toplu olarak, toptan, toptan olarak
  • collectivism:kolektivizm, ortaklaşacılık
  • collectivist:kolektivist, ortaklaşacı
  • collectivity:aklı başında olma, bütünlük, sakinlik
  • collectivization:ortak kullanma
  • collector:koleksiyoncu, kolektör, tahsildar, toplayan kimse, toplayıcı, yardım toplayan kimse
  • collectot:koleksiyoncu, kolektör, tahsildar, toplayan kimse, toplayıcı, yardım toplayan kimse
  • colleen:kız
  • college:akademi, dernek, enstitü, fakülte, heyet, kolej, kurul, okul, üniversite, yüksekokul
  • colleger:kolejli, üniversite mezunu, üniversiteli
  • colleges:akademi, dernek, enstitü, fakülte, heyet, kolej, kurul, okul, üniversite, yüksekokul
  • collegian:kolejli, üniversite mezunu, üniversiteli
  • collegiate:kolejlilere özgü, üniversite ile ilgili, üniversitelilere özgü
  • collet:bilezik, halka, mücevherin oturtulduğu yuva, tasma, yüksük
  • colleteral:aynı amaçlı olan, kökeni aynı olan, paralel, soydaş, tâli, tamamlayıcı, tamamlayıcı teminat, yan, yardımcı
  • collide:çarpışmak, çarpmak, çatışmak, ters düşmek, zıt düşmek
  • collier:kömür gemisi, kömür gemisi işçisi, kömür ocağı işçisi, madenci
  • colliery:kömür ocağı
  • colligate:bağlamak, birleştirmek
  • collimate:ayarlamak, hizalamak, paralelleştirmek
  • collision:çarpışma, çatışma, fikir ayrılığı, toslama
  • colloboration:birlik, işbirliği, işbirlikçilik
  • collocate:düzenlemek, sıralamak, yan yana koymak
  • collocation:düzenleme, eşdizimlilik, sıralama, yan yana olma
  • collocutor:hitap edilen kimse, muhatap
  • collogue:entrika hazırlamak, gizli konuşmak
  • colloid:koloidal, koloit
  • colloidal:koloidal
  • collonade:kemeraltı, sütun dizisi
  • collop:et dilimi, kızartmalık ince et dilimi
  • colloquial:günlük konuşma dilinde, konuşma diline ait
  • colloquialism:konuşma dili deyimi, konuşma dili sözcüğü
  • colloquialisms:konuşma dili deyimi, konuşma dili sözcüğü
  • colloquy:diyalog, karşılıklı konuşma
  • collude:dolap çevirmek, gizlice anlaşmak
  • colluding:dolap çevirmek, gizlice anlaşmak
  • collusion:dolap, gizli anlaşma, hile
  • collusive:gizli anlaşma ile ilgili
  • collyrium:göz damlası
  • collywobbles:karın ağrısı, mide ağrısı
  • colon:iki nokta üst üste, kalın bağırsağın kolon bölümü, kolon
  • colonel:albay
  • colonelcy:albaylık
  • colonial:koloni ile ilgili, sömürge, sömürgede oturan kimse
  • colonialism:kolonicilik, sömürgecilik
  • colonic:kalın bağırsak ile ilgili, kolik, kolon ile ilgili
  • colonies:koloni, sömürge, sömürgede halkı, topluluk
  • colonisation:bölgeye insan yerleştirme, sömürge kurma
  • colonise:sömürge kurmak, sömürgeye yerleşmek, sömürgeye yerleştirmek
  • colonist:sömürgeci, sömürgede yaşayan kimse
  • colonists:sömürgeci, sömürgede yaşayan kimse
  • colonization:bölgeye insan yerleştirme, sömürge kurma
  • colonize:sömürge kurmak, sömürgeye yerleşmek, sömürgeye yerleştirmek
  • colonized:sömürge kurmak, sömürgeye yerleşmek, sömürgeye yerleştirmek
  • colonizer:sömürge oluşturan ülke
  • colonnade:kemeraltı, sütun dizisi
  • colony:koloni, sömürge, sömürgede halkı, topluluk
  • colophon:yayınevi amblemi
  • colophony:çamsakızı reçinesi, kolofan
  • color:abartmak, bet beniz, boya, boyamak, canlılık, çarpıtmak, coşkunluk, dış görünüş, forma, gerçek yüz, içyüzü, kızarmak, maske, nüans, renk, renk katmak, renk vermek, renklendirmek, saptırmak, ten rengi, ton, yüz rengi
  • colorable:akla uygun, aldatıcı, inandırıcı, sahte, uydurma, yalandan, yanıltıcı
  • colorant:boyarmadde
  • coloration:renklendirme
  • coloratura:koloratür, koloratür sanatçısı, seslerle melodiyi renklendirme
  • colorblind:renk körü
  • colorblindness:renk körlüğü
  • colored:aldatıcı, boyalı, boyanmış, etki altında kalmış, göz boyayıcı, renkli, taraflı
  • colorfast:rengi atmaz, renk vermez, solmaz
  • colorful:canlı, rengârenk, renkli
  • colorimeter:kolorimetre, renk ölçer
  • coloring:boya, boyama, renk, renklendirme, yanıltıcı görünüş, yüz rengi
  • colorless:cansız, donuk, renksiz, solgun, soluk, tarafsız
  • colors:bayrak, renkliler, sancak
  • colossal:dev, devasa, kocaman, muazzam, müthiş, şaşırtıcı
  • colossus:dev, dev heykel, devasa şey
  • coloum:basamak, direk, kolon, makale, sütun
  • colour:abartmak, bet beniz, boya, boyamak, canlılık, çarpıtmak, coşkunluk, dış görünüş, forma, gerçek yüz, içyüzü, kızarmak, maske, nüans, renk, renk katmak, renk vermek, renklendirmek, saptırmak, ten rengi, ton, yüz rengi
  • colourable:akla uygun, aldatıcı, inandırıcı, sahte, uydurma, yalandan, yanıltıcı
  • colourblindness:renk körlüğü
  • coloured:aldatıcı, boyalı, boyanmış, etki altında kalmış, göz boyayıcı, renkli, taraflı
  • colourfast:renk vermez, solmaz
  • colourful:canlı, rengârenk, renkli
  • colouring:boya, boyama, renk, renklendirme, yanıltıcı görünüş, yüz rengi
  • colourless:cansız, donuk, renksiz, solgun, soluk, tarafsız
  • colours:bayrak, renkliler, sancak
  • colt:acemi, kamçı, kırbaçlamak, sıpa, tay, toy, usturpa kırbac
  • colter:saban kulağı, sapan bıçağı
  • coltsfoot:öksürükotu
  • columbarium:güvercinlik
  • columbine:hasekiküpesi, kısa etekli dansçı, palyaçonun metresi
  • column:basamak, direk, kolon, makale, sütun
  • columnar:sütun, sütun gibi, sütunlu
  • columnist:köşe yazarı
  • colza:kolza
  • coma:baygınlık, koma, kuyrukluyıldız saçı, püskül
  • comatose:baygın, komada
  • comb:aramak, arayıp taramak, ayırmak, fırça, ibik, kaşağılamak, sorguç, tarak, taramak, tepe kısmı, tepelik
  • combat:çarpışma, çarpışmak, dövüşmek, mücâdele, mücâdele etmek, savaş, savaş açmak
  • combatant:kavgacı, kavgacı tip, savaşan, savaşçı
  • combating:çarpışmak, dövüşmek, mücâdele etmek, savaş açmak
  • combative:hırçın, kavgacı
  • combe:dağlarla çevrili ova, vadi
  • combed:taranmış
  • comber:tarak makinesi, tarakçı, uzun ve tümsekli dalga
  • combers:tarak makinesi, tarakçı, uzun ve tümsekli dalga
  • combination:bağlanma, bileşim, birleşim, birleştirme, birlik, karıştırma, kartel, kombinasyon, sepetli motosiklet, tek parça çamaşır
  • combinations:bağlanma, bileşim, birleşim, birleştirme, birlik, karıştırma, kartel, kombinasyon, sepetli motosiklet, tek parça çamaşır
  • combine:birleşmek, birleştirmek, birlik, karışmak, kartel, kaynaştırmak, kombine etmek, toplamak, toplanmak, uzlaşma
  • combined:bileşik, birleşik, karışık, karma, kombine
  • combineharvester:biçerdöver
  • combing:tarama
  • combining:birleştirme
  • combo:karışım, karma menü, kombo
  • combout:ayıklama, ayırma, tasfiye, temizlik
  • combustibility:tutuşma, yanarlık
  • combustible:tutuşucu, yakıt, yanıcı, yanıcı madde
  • combustion:tutuşma, yanma
  • comdemn:ayıplamak, çarptırmak, el koymak, hüküm vermek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kınamak, mahkum etmek, suçlamak
  • come:bel, buyurmak, gelmek, görünmek, ileri gelmek, meni, orgazm olmak, sperma, tatmin olmak, tavır takınmak, ulaşmak
  • come!:çabuk!, deme!, hadi!
  • comeback:dönüş, eski gücüne ulaşma, hazırcevap, yeniden ortaya çıkma, yerinde cevap
  • comedian:komedi yazarı, komedyen, komik, komik kimse
  • comedienne:kadın komedyen
  • comedown:düşüş, gerileme, hayal kırıklığı
  • comedy:güldürü, komedi, komik olaylar
  • comeliness:alımlılık, çekicilik, güzellik, uygunluk
  • comely:alımlı, çekici, güzel, uygun, yakışıklı
  • comer:gelecek vaadeden kimse, gelen kimse
  • comes:buyurmak, gelmek, görünmek, ileri gelmek, orgazm olmak, tatmin olmak, tavır takınmak, ulaşmak
  • comestible:yenilebilir
  • comestibles:gıda maddesi, yiyecek, yiyecek şey
  • comet:kuyrukluyıldız
  • comeupance:hak edilen ceza
  • comeuppance:hak edilen ceza
  • comfit:bonbon, fındıklı şekerleme
  • comfort:avuntu, avutmak, cesaretlendirmek, ferahlatıcı şey, huzur, konfor, memnun etmek, rahat, rahat ettirmek, rahatlatmak, rahatlık, refah, teselli, teselli eden kimse, teselli etmek, yardım, yardım etmek, yatıştırmak
  • comfortable:iyi, konforlu, rahat, rahatlatıcı, sakin, tatminkâr
  • comforter:avutan kimse, emzik, rahatlatıcı şey, yorgan, yün atkı
  • comforting:avutucu, rahatlatıcı, rahatlatma, teselli edici
  • comfortless:huzursuz edici, kasvetli, konforsuz, rahatsız
  • comforts:avuntu, avutmak, cesaretlendirmek, ferahlatıcı şey, huzur, konfor, memnun etmek, rahat, rahat ettirmek, rahatlatmak, rahatlık, refah, teselli, teselli eden kimse, teselli etmek, yardım, yardım etmek, yatıştırmak
  • comfy:konforlu, rahat
  • comic:gülünç, karikatür öykü, komedi, komedi filmi, komedyen, komik, mizah dergisi
  • comical:acayip, garip, komik, tuhaf
  • comically:acayip, garip biçimde, gülünç olarak, komedi olarak, komik biçimde
  • comics:karikatür öykü, komedi, komedi filmi, komedyen, mizah dergisi
  • coming:gelecek, gelen, geliş, gelme, varış, yaklaşma
  • comittee:heyet, komisyon, komite, kurul
  • comity:kibarlık, nezaket
  • comma:virgül
  • command:buyruk, buyurmak, emir, emir vermek, emretmek, genel kurmay, güç, hakim olmak, hakimiyet, hükmetmek, hüküm sürmek, komuta, komuta etmek, kontrol etmek, kumanda, kuvvet, telkin etmek, tepeden görmek, yetki, yönetmek
  • commandant:komutan, kumandan
  • commandeer:askerliğe mecbur etmek, benimsemek, el koymak, kendine mâletmek
  • commandeering:askerliğe mecbur etmek, benimsemek, el koymak, kendine mâletmek
  • commander:amir, komutan, kumandan, şef, tarikat şefi
  • commanding:birinci sınıf, emreden, etkili, hakim, hükmeden, hükmetme, mükemmel, saygın
  • commandingly:amirane
  • commandment:allah’ın emri, buyruk, emir
  • commando:komando, komando birliği
  • commemorate:anmak, hatırasına yapmak, kutlamak
  • commemorating:anmak, hatırasına yapmak, kutlamak
  • commemoration:anma, anma töreni, kutlama
  • commemorative:hatıra, yadigâr
  • commence:başlamak, başlatmak, dava açmak, doktora derecesi almak, yüksek lisans almak
  • commencement:başlangıç, diploma töreni
  • commencing:başlama, başlangıç
  • commend:emanet etmek, methetmek, övmek, saygılarını sunmak, tavsiye etmek
  • commendable:övgüye değer, övülmeye lâyık, tavsiye edilir
  • commendation:övgü, salık verme, takdir, tavsiye
  • commendations:övgü, salık verme, takdir, tavsiye
  • commendatory:metheden, öven, salık veren, tavsiye eden
  • commending:övme
  • commensal:aynı sofrada yemek yiyen kimse, komensal hayvan, ortakçı hayvan
  • commensurable:aynı ölçekle ölçülebilen, ölçeği bir olan
  • commensurate:eşit, oranlı, orantılı, uygun
  • comment:açıklama, boş lâf, değerlendirmek, düşüncesini açıklamak, eleştiri, eleştirmek, gevezelik, yorum, yorumlamak
  • commentary:açıklama, eleştiri, tefsir, yorum
  • commentate:değerlendirmek, yorumlamak
  • commentator:eleştirmen, maç spikeri, yorumcu
  • commented:değerlendirmek, düşüncesini açıklamak, eleştirmek, yorumlamak
  • commenting:değerlendirmek, düşüncesini açıklamak, eleştirmek, yorumlamak
  • commerce:alım satım, cinsel ilişki, ilişki, iş, ticaret
  • commercial:kârlı, mesleki, reklâm, reklâm yayını yapan, ticaret yapan, ticari
  • commercialism:ticari anlayış, ticari terim, ticari tutum
  • commie:komünist
  • commination:göz korkutma, ikaz, uyarı
  • commingle:karışmak, karıştırmak, kaynaşmak, kaynaştırmak
  • commingled:karışmak, karıştırmak, kaynaşmak, kaynaştırmak
  • commingling:karışmak, karıştırmak, kaynaşmak, kaynaştırmak
  • comminication:bağlantı, haber, haberleşme, iletişim, irtibat, kominikasyon, mesaj, nakletme, tebliğ, temas, ulaşım, yayma
  • comminute:ezmek, parçalamak, ufalamak
  • comminuted:ufalanmış
  • comminution:parçacıklara ayırma, ufalama
  • commiserate:acımak, başsağlığı dilemek, kederini paylaşmak, merhamet etmek
  • commiseration:acıma, derdini paylaşma, merhamet
  • commisioner:delege, komiser, komisyon üyesi, komisyonca atanan görevli, vekil, yargıç, yetkili kimse
  • commissar:komiser
  • commissariat:destek hizmetleri, levazım sınıfı
  • commissary:askeri kantin, büfe, delege yardımcısı, komiser, piskopos vekili, vekil
  • commission:aracı kârı, atama, atama belgesi, atamak, görev, görevlendirme, görevlendirmek, heyet, ısmarlama, ısmarlamak, komisyon, komite, kurul, sipariş, sipariş vermek, talimat, tayin etmek, terfi, vazife, yetkilendirmek
  • commissionaire:kapıcı, temsilci
  • commissioned:yetkili
  • commissioner:delege, komiser, komisyon üyesi, komisyonca atanan görevli, vekil, yargıç, yetkili kimse
  • commissure:birleşme noktası, ek yeri
  • commit:adamak, emanet etmek, işlemek, komisyona sunmak, önermek, söz vermek, suç işlemek, teslim etmek, vâât etmek
  • commitment:bağlantı, hapis hükmü, söz, suç işleme, taahhüt, teslim etme, vâât
  • commits:adamak, emanet etmek, işlemek, komisyona sunmak, önermek, söz vermek, suç işlemek, teslim etmek, vâât etmek
  • committal:hapse atma, sevketme, söz, suç işleme, taahhüt, teslim etme
  • committee:heyet, komisyon, komite, kurul
  • committing:adamak, emanet etmek, işlemek, komisyona sunmak, önermek, söz vermek, suç işlemek, teslim etmek, vâât etmek
  • commix:karışmak, karıştırmak
  • commixture:karışım, karıştırma
  • commode:çekmeceli dolap, komodin, oturaklı iskemle, şifoniyer
  • commodious:ferah, geniş
  • commodities:emtia, eşya, hammadde, mal
  • commodity:emtia, eşya, hammadde, mal
  • commodore:amiral, en eski kaptan, komodor, komodor idaresindeki gemi
  • common:adi, alelâde, alışılagelmiş, bayağı, bilinen, genel, halka açık yer, kaba, kaba saba, meydan, müşterek, olağan, ortak, park, sıradan, yaygın
  • commoner:halktan olan kimse
  • commonly:alelâde, bayağıca, çoğunlukla, müşterek biçimde, ortak olarak, sıradan biçimde
  • commonness:adilik, bayağılık, bol bulunma, çokluk, sıradanlık
  • commonplace:adi, alelâde, basmakalıp, bayağı, beylik lâf, klişe, olağan, sık söylenen söz, sıradan
  • commons:asil olmayanlar, avam, halk tabakası, paylaşılan yiyecekler
  • commonsense:aklıselim, sağduyu
  • commonsensical:mantıklı, sağduyulu
  • commonweal:devlet, kamu yararı, ulus
  • commonwealth:devlet, eyalet, kamu yararı, ulus
  • commotion:ayaklanma, heyecan, kargaşa, karışıklık, koşuşturma, telaş
  • commpassion:acıma, merhamet, şefkât, sevecenlik, sevgi
  • communal:halk, halkın malı olan, müşterek, toplumsal, umumi
  • commune:komün, komünyon almak, komünyon vermek, senli benli konuşmak, sohbet etmek, söyleşmek, yerel idare
  • communicable:ifade edilebilir, iletilebilir, söylenebilir
  • communicant:bilgi veren, bilgi veren kimse, ele veren, komünyon alan kimse, komünyon ayinine katılan
  • communicants:bilgi veren kimse, komünyon alan kimse
  • communicate:anlatmak, bağlantılı olmak, bildirmek, birbirine açılmak, bulaştırmak, dertleşmek, geçirmek, haberleşmek, içini dökmek, iletişim kurmak, nakletmek, temasa geçmek
  • communicating:anlatmak, bağlantılı olmak, bildirmek, birbirine açılmak, bulaştırmak, dertleşmek, geçirmek, haberleşmek, içini dökmek, iletişim kurmak, nakletmek, temasa geçmek
  • communication:bağlantı, haber, haberleşme, iletişim, irtibat, kominikasyon, mesaj, nakletme, tebliğ, temas, ulaşım, yayma
  • communications:bağlantı, haber, haberleşme, iletişim, irtibat, kominikasyon, mesaj, nakletme, tebliğ, temas, ulaşım, yayma
  • communicative:açık yürekli, boşboğaz, konuşkan, söylemeye hazır
  • communicator:konuşkan kimse, konuşma aygıtı, sinyâl cihazı
  • communion:aynı düşüncede olma, birlik, cemaat, duygu ortaklığı, komünyon, paylaşma
  • communique:bildiri, duyuru, tebliğ
  • communiqué:bildiri, duyuru, tebliğ
  • communism:komünizm
  • communist:komünist, solcu
  • communistic:komünist, komünizm
  • communities:benzerlik, cemaat, cemiyet, müşterek tasarruf, ortak yön, ortaklık, topluluk
  • community:benzerlik, cemaat, cemiyet, müşterek tasarruf, ortak yön, ortaklık, topluluk
  • commutable:değiştirilebilir, dönüştürülebilir, hafifletilebilir
  • commutate:düz akıma çevirmek, yönünü değiştirmek
  • commutation:akım düzenleme, değiştirme, hafifletme
  • commutative:degiştirilebilen, değiştirme ile ilgili
  • commutator:çevirici, komütatör
  • commute:çevirmek, değiş tokuş etmek, değiştirmek, hafifletmek, takas etmek
  • commuter:akım çevirici, banliyöde yaşayan kimse
  • commuters:akım çevirici, banliyöde yaşayan kimse
  • commuting:çevirmek, değiş tokuş etmek, değiştirmek, hafifletmek, takas etmek
  • compact:anlaşma, kısa ve etkili, kompakt, küçük araba, öz, özlü, pudralık, sıkı, sıkılaştırmak, sıkıştırmak, sözleşme, yoğun, yoğunlaştırmak
  • compacted:sıkılaştırmak, sıkıştırmak, yoğunlaştırmak
  • compacting:sıkılaştırmak, sıkıştırmak, yoğunlaştırmak
  • compactness:etkili anlatım, sıklık, yoğunluk
  • companies:arkadaşlık, birlik, bölük, eşlik, misafir, ortaklık, şirket, tayfa, toplantı, topluluk
  • companion:ahbap, ait olan, arkadaş, arkadaşlık etmek, bakıcı, el kitabı, eş, eşlik etmek, güverte merdiveni, ilgili, kavalye, mensup, refakât etmek, refakâtçi, yoldaş
  • companionable:arkadaş canlısı, candan, girişken, samimi
  • companions:ahbap, arkadaş, arkadaşlık etmek, bakıcı, el kitabı, eş, eşlik etmek, güverte merdiveni, kavalye, refakât etmek, refakâtçi, yoldaş
  • companionship:arkadaşlık, eşlik, refakât, yoldaşlık
  • companionway:bakıcı
  • company:arkadaşlık, birlik, bölük, eşlik, misafir, ortaklık, şirket, tayfa, toplantı, topluluk
  • comparable:karşılaştırılabilir, kıyas götürür, kıyaslanabilir
  • comparative:karşılaştırma yoluyla yapılan, kıyaslamalı, orantılı, üstünlük derecesini gösteren, uygun
  • comparatively:nispeten, orantılı olarak
  • compare:benzemek, benzetmek, karşılaştırılmak, karşılaştırmak, kıyaslamak, üstünlük derecesini göstermek
  • compared:benzemek, benzetmek, karşılaştırılmak, karşılaştırmak, kıyaslamak, üstünlük derecesini göstermek
  • comparing:kıyas
  • comparison:benzerlik, benzetme, karşılaştırma, kıyas, kıyaslama, mukayese, üstünlük derecesini gösterme
  • compartment:bölme, bölüm, göz, kısım, kompartıman
  • compartmentalize:bölümlere ayırmak
  • compass:alan, anlamak, başarmak, çevre, erim, erişmek, gizli plan kurmak, kapsam, kapsamak, kavramak, kuşatmak, menzil, pusula, sarmak, sınır
  • compasses:pergel
  • compassion:acıma, merhamet, şefkât, sevecenlik, sevgi
  • compassionate:merhametli, şefkâtli, sevecen
  • compatibility:bağdaşma, uygunluk
  • compatible:bağdaşan, geçimli, uygun, uyumlu
  • compatriot:vatandaş, yurttaş
  • compeer:akran, arkadaş, eş
  • compel:mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak
  • compell:mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak
  • compelled:mecbur
  • compelling:ilgi uyandıran, saygı uyandıran, zorlayan, zorlayıcı
  • compels:mecbur etmek, zorlamak, zorunda bırakmak
  • compendia:inceleme, kısaltma, özet
  • compendious:kısa, öz, özet halinde
  • compendium:inceleme, kısaltma, özet
  • compensate:denklemek, denkleşmek, eşitlemek, karşılamak, tazmin etmek, telâfi etmek, yerini tutmak
  • compensated:denklemek, denkleşmek, eşitlemek, karşılamak, tazmin etmek, telâfi etmek, yerini tutmak
  • compensating:denklemek, denkleşmek, eşitlemek, karşılamak, tazmin etmek, telâfi etmek, yerini tutmak
  • compensation:bedel, karşılama, maaş, ödün, taviz, tazmin, tazminat, telâfi
  • compensations:bedel, karşılama, maaş, ödün, taviz, tazmin, tazminat, telâfi
  • compensator:denkleme transformatoru, düzenleyici
  • compensatory:telâfi edici
  • comperative:karşılaştırma yoluyla yapılan, kıyaslamalı, orantılı, üstünlük derecesini gösteren, uygun
  • compere:eğlence programı sunmak, eğlence programı sunucusu, sunuculuk yapmak
  • compering:eğlence programı sunmak, sunuculuk yapmak
  • compete:çekişmek, mücâdele etmek, rekabet etmek, yarışmak
  • competed:çekişmek, mücâdele etmek, rekabet etmek, yarışmak
  • competence:ehliyet, geçinip gidecek kadar gelir, yetenek, yeterlik, yetki
  • competencies:ehliyet, geçinip gidecek kadar gelir, yetenek, yeterlik, yetki
  • competency:ehliyet, geçinip gidecek kadar gelir, yetenek, yeterlik, yetki
  • competent:ehil, yasal, yetenekli, yeterli, yetkili
  • competing:çekişmek, mücâdele etmek, rekabet etmek, yarışmak
  • competition:çekişme, rekabet, yarışma
  • competitive:hırslı, rakip olan, rekabet edebilen, rekabete dayanan, yarışmaya dayanan
  • competitor:rakip, yarışçı, yarışmacı
  • competitors:rakip, yarışçı, yarışmacı
  • compilation:derleme, derleme eser
  • compile:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • compiled:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • compiler:derleyen kimse, derleyici
  • compiles:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • compiling:derlemek, sıralamak, telif etmek, toplamak
  • complacence:gönül rahatlığı, halinden memnun olma, memnuniyet
  • complacency:gönül rahatlığı, halinden memnun olma, memnuniyet
  • complacent:boşveren, halinden memnun, ilgisiz, rahat
  • complain:dava açmak, ihbar etmek, şikâyet etmek, şikâyetçi olmak, sızlanmak, söylenmek, yakınmak
  • complainant:davacı, şikâyetçi
  • complaining:sızlanan, sızlanma, söylenme
  • complaint:ağlayıp sızlanma, dert, iftira, rahatsızlık, şikâyet, şikâyet sebebi, sitem, suçlama, yakınma
  • complaints:ağlayıp sızlanma, dert, iftira, rahatsızlık, şikâyet, şikâyet sebebi, sitem, suçlama, yakınma
  • complaisance:göz yumma, hoşgörü, lütuf, nezaket, tolerans
  • complaisant:hoşgörülü, müsamahakâr, nazik
  • complement:bütün, bütünler açı, bütünleyici şey, tam kadro, tamamlamak, tamamlayıcı, tamlık, tümleç
  • complemental:tamamlayıcı, tümleyici
  • complementary:bütünler, tamamlayıcı, tümleyici
  • complemented:tamamlamak
  • complements:bütün, bütünler açı, bütünleyici şey, tam kadro, tamamlamak, tamamlayıcı, tamlık, tümleç
  • complete:bitirmek, bütün, doldurmak, eksiksiz, iyice, mükemmel, tam, tamam, tamamı, tamamlamak, tamamlanmış, uygulamak, yerine getirmek
  • completed:tarihinde tamamlandı
  • completely:bütün bütün, bütün olarak, bütünüyle, düpedüz, iyice, tam olarak, tamamen, tamamiyle
  • completeness:bütünlük, tamlık
  • completing:bitirmek, doldurmak, tamamlamak, uygulamak, yerine getirmek
  • completion:bitirme, ikmal, tamamlama
  • complex:bileşik, bileşik şey, blok, karışık, karışık şey, karmaşık, kompleks, komplike, site
  • complexion:cilt, gidişat, görünüm, renk, ten rengi, yön
  • complexity:güçlük, karışıklık, karmaşa, zorluk
  • compliance:itaat, rıza, uyma, uysallık
  • compliant:itaatkâr, uysal, yumuşak başlı
  • compliantly:uysal olarak, yumuşak başlılıkla
  • complicacy:güçlük, karmaşıklık
  • complicate:güçleştirmek, içinden çıkılmaz hale getirmek, karıştırmak, zorlaştırmak
  • complicated:anlaşılması zor, anlaşılmaz, çapraşık, çetrefilli, dallı budaklı, karışık, karmaşık, komplike
  • complicating:güçleştirmek, içinden çıkılmaz hale getirmek, karıştırmak, zorlaştırmak
  • complication:karışıklık, karmaşa, komplikasyon, zorluk
  • complications:karışıklık, karmaşa, komplikasyon, zorluk
  • complicity:suç ortaklığı, yardakçılık
  • compliment:hayranlık, iltifat, iyi dilekler, kompliman, övgü, övmek, saygı
  • complimentary:fahri, hayranlık belirten, hediye olarak verilen, kompliman türünden, onursal, övgü olarak verilen, parasız
  • compliments:hayranlık, iltifat, iyi dilekler, kompliman, övgü, övmek, saygı
  • complot:komplo, komplo kurmak, suikâst, tuzak
  • comply:boyun eğmek, razı olmak, uymak
  • complying:boyun eğmek, razı olmak, uymak
  • compo:alçı, bileşim, bileşim maddesi, kompozisyon, sıva
  • component:bileşen, bileşimde yeralan, eleman, öğe, parça, tamamlayıcı, tamamlayıcı parça
  • components:bileşen, eleman, öğe, parça, tamamlayıcı parça
  • comport:bağdaşmak, uymak, yakışmak
  • compose:arabuluculuk yapmak, bestelemek, düzenlemek, eser yaratmak, meydana getirmek, oluşturmak, şiir yazmak, toparlamak, yaratmak, yatıştırmak, yazmak
  • composed:kendi halinde, sakin
  • composedly:kendi halinde, sakin
  • composer:besteci, kompozitör, yaratıcı, yazar
  • composing:dizgi, dizgi ile ilgili, rahatlatıcı, yatıştırıcı
  • composite:alaşım, bileşik, bileşikgillerden bitki, bileşikgillerden olan, karışık, karma
  • composition:anlaşma, beste, bileşim, bileştirme, derleme, dizgi, eserdeki düzeltme, kompozisyon, nitelik, tertip, yapı, yapıt
  • compositions:anlaşma, beste, bileşim, bileştirme, derleme, dizgi, eserdeki düzeltme, kompozisyon, nitelik, tertip, yapı, yapıt
  • compositor:dizgici
  • compost:gübrelemek, organik gübre
  • composting:gübrelemek
  • composure:dinginlik, huzur, rahat, sakinlik
  • compote:hoşaf, komposto
  • compound:ağıl, alaşım, anlaşmak, artırmak, bileşik, bileşik kelime, bileşim, birleştirmek, çözmek, halletmek, karışık, karıştırılma, karıştırma, mandıra, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • compounded:anlaşmak, artırmak, birleştirmek, çözmek, halletmek, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • compounding:anlaşmak, artırmak, birleştirmek, çözmek, halletmek, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • compounds:ağıl, alaşım, anlaşmak, artırmak, bileşik, bileşik kelime, bileşim, birleştirmek, çözmek, halletmek, karıştırılma, karıştırma, mandıra, örtbas etmek, takipten vazgeçmek, taksitle ödemek, uzlaşmak
  • comprehend:algılamak, anlamak, idrak etmek, ihtiva etmek, kapsamak, kavramak
  • comprehended:algılamak, anlamak, idrak etmek, ihtiva etmek, kapsamak, kavramak
  • comprehending:algılamak, anlamak, idrak etmek, ihtiva etmek, kapsamak, kavramak
  • comprehensible:anlaşılabilir, anlaşılır, kavranabilir, makul
  • comprehension:akıl, anlama, anlayış, idrak, kapsam, kavrama, kavrayış
  • comprehensive:anlayışlı, etraflı, geniş, geniş kapsamlı, idrak edebilen, kapsamlı, meslek ortaokulu
  • :anlayışlı, etraflı, geniş, geniş kapsamlı, idrak edebilen, kapsamlı, meslek ortaokulu
  • comprehensiveness:etraflı olma, kapsam
  • compress:bastırmak, kısaltmak, kompres, kompres yapmak, özetlemek, sıkıştırmak
  • compressed:basınçlı, sıkıştırılmış
  • compressible:bastırılabilir, sıkıştırılabilir
  • compressing:kısaltma, özet
  • compression:basınç, bastırma, kısaltma, kompresyon, özetleme, sıkıştırma, tazyik
  • compressive:basınçlı, baskılı, sıkıştıran
  • compressor:büzgen, dairesel sıkıştırıcı kas, ıslak bez, kompres, kompresör, sıvı yada gaz sıkıştırma aleti
  • comprise:içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, oluşmak
  • comprising:içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, oluşmak
  • compromise:anlaşmak, ara bulmak, gölge düşürmek, ödün, ödün vererek anlaşmaya varma, riske atmak, taviz, uyuşma, uzlaşma, uzlaşmak, uzlaştırmak
  • compromised:anlaşmak, ara bulmak, gölge düşürmek, riske atmak, uzlaşmak, uzlaştırmak
  • compromising:anlaşmak, ara bulmak, gölge düşürmek, riske atmak, uzlaşmak, uzlaştırmak
  • comptroller:denetçi, kontrolör, sayman
  • compulsion:baskı, dürtü, mecburiyet, yükümlülük, zorlama
  • compulsive:dürtü etkisiyle yapılan, zorlayıcı
  • compulsively:dürtü etkisiyle, zorlayıcı olarak
  • compulsorily:mecburen
  • compulsory:mecburi, zorlayıcı, zorunlu
  • compunction:esef, pişmanlık, vicdan azabı
  • compurgation:tanıkların yeminiyle suçun-aklanması
  • computable:hesaplanabilir
  • computation:hesap, hesaplama
  • computations:hesap, hesaplama
  • compute:bilgisayar kullanmak, hesap etmek, hesaplamak
  • computer:bilgisayar, elektronik beyin
  • computerize:bilgisayar kurmak, bilgisayar programına sokmak, bilgisayarla hesaplamak
  • computerized:bilgisayarla işlenmiş
  • computing:bilgisayar kullanmak, hesap etmek, hesaplamak
  • compution:hesap, hesaplama
  • comrade:arkadaş, dost, yoldaş
  • comradely:arkadaşça, dostça
  • comradeship:arkadaşlık
  • comsat:haberleşme uydusu
  • comsumption:bitirme, harcama, tüberküloz, tüketim, verem
  • comulsory:mecburi, zorlayıcı, zorunlu
  • con:aleyhte, aleyhte oy, aleyhteki nokta, dikkatle okumak, dolandırmak, dubaracı, dümen kullanmak, gemi idare etmek, hilekâr, incelemek, kandırmak, karşı, karşı tartışma, mahkum, suçlu, yutturmak
  • conation:arzu, çabalama, gayret
  • concatenate:bağlamak, sıralamak
  • concatenating:bağlamak, sıralamak
  • concatenation:birbirine bağlama, birbirine bağlı olaylar dizisi
  • concave:çukur, içbükey, içbükey yüzey, ıraksak, konkav
  • concavity:çukurluk, içbükey yüzey, içbükeylik
  • conceal:gizlemek, örtbas etmek, örtmek, saklamak
  • concealed:gizlenmiş, gizli
  • concealing:gizlemek, örtbas etmek, örtmek, saklamak
  • concealment:gizleme, gizlenme, saklama, saklanma, sır tutma
  • concede:kabul etmek zorunda kalmak, kabullenmek, ödün vermek, uygun bulmak
  • conceding:kabul etmek zorunda kalmak, kabullenmek, ödün vermek, uygun bulmak
  • conceit:düşünce, fikir, kendini beğenme, kibir, kurum, şımarıklık
  • conceited:gururlu, kendini beğenmiş, kibirli, mağrur
  • conceivable:akla uygun, düşünülebilir, kavranabilir, makul
  • conceivably:makul olarak
  • conceive:aklı almak, anlamak, düşünmek, gebe kalmak, ifade etmek, kavramak, ortaya çıkarmak, tasavvur etmek, yaratmak, yazmak
  • conceived:tasarlanmış
  • conceiving:aklı almak, anlamak, düşünmek, gebe kalmak, ifade etmek, kavramak, ortaya çıkarmak, tasavvur etmek, yaratmak, yazmak
  • concentrate:dikkatini vermek, konsantre etmek, konsantre madde, konsantre olmak, toplamak, yoğun madde, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • concentrated:konsantre, yoğun
  • concentrating:dikkatini vermek, konsantre etmek, konsantre olmak, toplamak, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • concentration:konsantrasyon, toplama, toplanma, yoğunlaşma
  • concentrations:konsantrasyon, toplama, toplanma, yoğunlaşma
  • concentric:merkezleri bir, ortak merkezli
  • concept:fikir, görüş, hayal etme, kavram, mefhum, tasavvur
  • conception:fikir, gebe kalma, kavrama
  • conceptional:kavramsal
  • conceptive:gebeliğe elverişli, kavramsal, kavrayan
  • concepts:fikir, görüş, hayal etme, kavram, mefhum, tasavvur
  • conceptual:anlayan, kavramsal, kavrayan
  • concern:ait olmak, alâka, bağlantı, endişe, endişelendirmek, etkilemek, ilgi, ilgilendirmek, ilişkisi olmak, irtibat, iş, karışmak, kaygılandırmak, kuruluş, merak, pay, şey, şirket, tasa, umur
  • concerned:endişeli, ilgilenen, ilgili, kaygılı, meşgul
  • concerning:ait, dair, hakkında, ilgili olarak, ilişkin, konusunda
  • concerns:ait olmak, alâka, bağlantı, endişe, endişelendirmek, etkilemek, ilgi, ilgilendirmek, ilişkisi olmak, irtibat, iş, karışmak, kaygılandırmak, kuruluş, merak, pay, şey, şirket, tasa, umur
  • concert:ahenk, anlaşma, anlaşmak, birlikte hareket etmek, elbirliği, kararlaştırmak, konser, planlamak, ses bütünlüğü, uyum
  • concerted:düzenlenmiş, kararlaştırılmış, toplu, uyarlanmış
  • concertgoer:konser meraklısı
  • concertina:akerdeona benzer bir çalgı
  • concerto:konçerto
  • concession:ayrıcalık, imtiyaz, izin, kabul, ödün, ruhsat, taviz, teslim
  • concessionaire:ayrıcalıklı kimse
  • concessionairy:ayrıcalık, ayrıcalıklı, ruhsat
  • concessions:ayrıcalık, imtiyaz, izin, kabul, ödün, ruhsat, taviz, teslim
  • concessive:kabul ifade eden
  • conch:deniz yumuşakçası kabuğu, kabuklu bir deniz hayvanı, yumuşakça kavkısı
  • concha:kulak kepçesi çukuru, yarım kubbe
  • concierge:kapıcı
  • conciliar:konsey ile ilgili
  • conciliate:barıştırmak, dostluğunu kazanmak, gönlünü almak, uzlaştırmak, yatıştırmak
  • conciliating:barıştırmak, dostluğunu kazanmak, gönlünü almak, uzlaştırmak, yatıştırmak
  • conciliation:barıştırma, ödeme, sakinleştirme, uzlaştırma, yatıştırma
  • conciliative:uzlaştırıcı
  • conciliator:arabulucu, barıştıran
  • conciliatory:gönül alıcı, uzlaştırıcı, yatıştırıcı
  • concilium:görüşme
  • concinnity:ahenk, tutarlık, uyum
  • concise:kısa, özlü, veciz
  • conciseness:kısalık, özlülük
  • conclave:kardinaller meclisi, kardinaller toplantısı, oturum, özel toplantı
  • conclude:anlaşma yapmak, bitirmek, bitmek, karara varmak, sonuç çıkarmak, sonuçlandırmak, sonuçlanmak
  • concluded:anlaşma yapmak, bitirmek, bitmek, karara varmak, sonuç çıkarmak, sonuçlandırmak, sonuçlanmak
  • concluding:anlaşma yapmak, bitirmek, bitmek, karara varmak, sonuç çıkarmak, sonuçlandırmak, sonuçlanmak
  • conclusion:hüküm, kanı, karar, netice, son, sonuç
  • conclusive:inandırıcı, kati, kesin, son
  • conclusiveness:inandırıcılık, kesinlik
  • concoct:hazırlamak, karıştırmak, uydurmak, uyduruvermek
  • concocted:hazırlamak, karıştırmak, uydurmak, uyduruvermek
  • concoction:karışım, karıştırarak hazırlama, uydurma
  • concomitance:beraberinde olma, eşlik etme
  • concomitant:beraberinde gelen şey, beraberindeki, doğal sonuç, eşlik eden, olacağı
  • concord:anlaşma, armoni, barış, harmoni, hızlı ve lüks uçak, uygunluk, uyum
  • concordance:ahenk, dizin, uyum
  • concordant:ahenkli, uygun, uyumlu
  • concordat:antlaşma
  • concourse:açık alan, izdiham, kalabalık, park gezinti yolu, terminal salonu, toplanma, toplantı
  • concrescence:beraber yürüme, birleşme
  • concrete:beton, betonla kaplamak, bütünleşmek, elle tutulur, gerçekten var olan, katılaşmak, katılaştırmak, maddesel, maddi, somut, somut varlık, somutlaşmak, somutlaştırmak
  • concretion:birleşme, bütünleşme, katılaşma, katılaşmış madde, katılaştırma, şiş, taş, yumru
  • concretize:belirginleştirmek, kesinleştirmek, somutlaştırmak
  • concubinage:birlikte yaşama, cariyelik, metreslik, nikâhsız birliktelik
  • concubine:cariye, metres, nikâhsız eş, sevgili
  • concupiscence:cinsel arzu, şehvet
  • concupiscent:şehvet düşkünü, şehvetli
  • concur:aynı anda olmak, elbirliği yapmak, hemfikir olmak, kesişmek, rastlamak, uyuşmak
  • concurrence:elbirliği, fikir birliği, kesişim, kesişme noktası, rastlantı, uyuşma, zamanlaması rastlama
  • concurrent:aynı anda olma, birleşen, eşzamanlı olan, kesişen, uyuşan, yardımlaşan
  • concurring:aynı anda olmak, elbirliği yapmak, hemfikir olmak, kesişmek, rastlamak, uyuşmak
  • concuss:baskı altında tutmak, sarsmak
  • concussion:beyin sarsıntısı, darbe, sarsıntı, sarsma, şok
  • condemn:ayıplamak, çarptırmak, el koymak, hüküm vermek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kınamak, mahkum etmek, suçlamak
  • condemnable:istimlâk edilebilir, kınanacak, mahkum edilebilir
  • condemnation:ayıplama, istimlak, kanunen el koyma, kınama, mahkum etme, mahkumiyet, suçlama
  • condemnatory:kınayıcı
  • condemned:hükümlü
  • condemning:ayıplamak, çarptırmak, el koymak, hüküm vermek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kınamak, mahkum etmek, suçlamak
  • condensation:buğu, gazdan sıvıya dönüşme, kısaltma, kümeleme, özet, yığma, yoğunlaşma, yoğunlaştırma
  • condense:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condensed:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condenser:kondansatör, mercek
  • condenses:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condensing:koyulaşmak, sıvı hale dönüşmek, yoğunlaşmak, yoğunlaştırmak
  • condescend:küçümseme ile davranmak, lütfetmek, tenezzül etmek
  • condescending:hor gören, küçümseyen, lütfeden, tenezzül eden
  • condescension:lütfetme, lütuf, tenezzül
  • condign:hak, layık olunan, yerinde
  • condiment:baharat, sos, yemeğe tat veren şey
  • condiments:baharat, sos, yemeğe tat veren şey
  • condition:alem, alıştırmak, belirlemek, bütünleme, denemek, durum, eğitmek, form, forma sokmak, hal, ikmal, ikmale bırakmak, kayıt, kondisyon, koşul, koşullandırmak, medeni durum, mevki, programlamak, şart, şart koşmak, şarta bağlamak
  • conditional:bağlı, koşullara bağlı, şartlı
  • conditionally:şartlı olarak
  • conditioned:şarta bağlı, şartlı, uygun durumlu
  • conditioning:alıştırmak, belirlemek, denemek, eğitmek, forma sokmak, ikmale bırakmak, koşullandırmak, programlamak, şart koşmak, şarta bağlamak
  • conditions:durum, koşullar, şartlar
  • condo:kat mülkiyetli daire, konut, mülk
  • condolatory:başsağlığı, başsağlığı ifade eden
  • condole:acısını paylaşmak, başsağlığı dilemek
  • condolence:başağlığı, başsağlığı, taziye
  • condom:kaput, prezervatif
  • condominium:kat mülkiyeti
  • condominiums:kat mülkiyeti
  • condoms:kaput, prezervatif
  • condonation:göz yumma, hoşgörme, telâfi
  • condone:affetmek, göz yummak, örtmek, telafi etmek
  • condor:güney amerika akbabası
  • conduce:götürmek, katkıda bulunmak, neden olmak
  • conducive:neden olan, yardım eden
  • conduct:davranış, geçirmek, gidiş, hareket, idare, idare etmek, iletmek, rehberlik etmek, yönetim, yönetmek, yönlendirmek
  • conductance:iletkenlik
  • conducted:geçirmek, idare etmek, iletmek, rehberlik etmek, yönetmek, yönlendirmek
  • conducting:geçirici, iletken
  • conduction:iletme, taşıma
  • conductive:geçirgen, iletken
  • conductivity:iletkenlik
  • conductor:biletçi, idareci, iletken madde, kılavuz, kondüktör, koro şefi, lider, orkestra şefi, paratoner, rehber
  • conductor’s:biletçi, idareci, iletken madde, kılavuz, kondüktör, koro şefi, lider, orkestra şefi, paratoner, rehber
  • conduetivity:iletkenlik
  • conduit:boru, kanal, nakil boru hattı, oluk, suyolu
  • condyle:kemik ucu yumrusu, kondil
  • cone:huni, koni, koni biçimli şey, kozalak, külah, volkanik zirve
  • coned:koni biçimli, konik
  • confab:hoşbeş, konuşmak, sohbet, sohbet etmek
  • confabulate:başbaşa vermek, konuşmak, sohbet etmek
  • confabulation:geçmişteki bir boşluğun doldurulması, hoşbeş, konfabülasyon, sohbet
  • confection:bonbon, hazır giyim, imal, karışım hazırlama, konfeksiyon, şekerleme
  • confectioner:pastacı, şekerci, şekerlemeci
  • confectioners:pastacı, şekerci, şekerlemeci
  • confectionery:pasta, pastalar, pastane, şekercilik, şekerleme, tatlıcılık
  • confections:bonbon, hazır giyim, imal, karışım hazırlama, konfeksiyon, şekerleme
  • confederacy:birlik, devletler birliği, komplo
  • confederate:birleşik, birleşmek, birleştirmek, ittifak etmek, ittifak ettirmek, konfederasyon ile ilgili, konfederasyona bağlı kimse, konfedere, müttefik, suç ortağı
  • confederated:birleşmek, birleştirmek, ittifak etmek, ittifak ettirmek
  • confederation:birlik, devletler birliği, ittifak, konfederasyon
  • confer:danışmak, görüşmek, sunmak, vermek
  • conferance:birlik, görüşme, konferans, kongre, lig, toplantı
  • conference:birlik, görüşme, konferans, kongre, lig, toplantı
  • conferment:bahşetme, ödüllendirme, verme
  • conferring:danışmak, görüşmek, sunmak, vermek
  • confess:günah çıkarmak, itiraf etmek, kabullenmek, söylemek
  • confessed:açık, itiraf edilen, ortaya konulan
  • confessedly:itiraf edildiği gibi, itirafı ile
  • confession:günah çıkarma, ikrar, itiraf, söyleme
  • confessor:günah çıkaran papaz, itirafçı
  • confetti:konfeti
  • confidant:dert ortağı, sırdaş
  • confidante:sırdaş
  • confide:emanet etmek, güvenmek, sır açmak, sır vermek, teslim etmek
  • confidence:güven, inanç, inanma, itimat, kendine güven, sır, sırdaşlık
  • confident:atak, cüretli, emin, güvenli, inançlı, kendine güvenen, kuşkusuz
  • confidential:emin, gizli, güven veren, güvenilir, mahrem
  • confidentiality:gizlilik
  • confidentially:gizlice, güvenerek, sır olarak, tereddüd etmeden
  • confidentialty:gizlilik
  • confidently:ataklıkla, emin olarak, güvenli olarak, kendine güvenerek
  • confiding:güven duyulan, şüphe edilmeyen
  • configuration:biçim, gezegenlerin konumu, gruplaşma, konum, yıldız kümesi
  • configurations:biçim, gezegenlerin konumu, gruplaşma, konum, yıldız kümesi
  • confine:hapsetmek, kapamak, loğusa olmak, sınır, sınırlamak, tutmak
  • confined:hapsedilmiş, kapatılmış, loğusa, sınırlanmış
  • confinement:hapis, hapsedilme, kapatılma, loğusalık, sınırlama
  • confines:hapsetmek, kapamak, loğusa olmak, sınır, sınırlamak, tutmak
  • confining:hapsetmek, kapamak, loğusa olmak, sınırlamak, tutmak
  • confirm:doğrulamak, kiliseye kabul etmek, kuvvetlendirmek, onaylamak, takviye etmek, tasdik etmek, tasdiklemek
  • confirmable:onaylanır, tasdik olunur
  • confirmation:doğrulama, ispat, kanıt, kiliseye kabul töreni, onama, onay, onaylama, tasdik, teyit
  • confirmative:doğrulayıcı, kuvvetlendirici, onaylayıcı
  • confirmatory:doğrulayıcı, onaylayıcı, sağlamlaştırıcı
  • confirmed:bağımlı, müzmin, onaylı, tasdikli, tiryaki, yerleşmiş
  • confirming:doğrulamak, kiliseye kabul etmek, kuvvetlendirmek, onaylamak, takviye etmek, tasdik etmek, tasdiklemek
  • confirms:doğrulamak, kiliseye kabul etmek, kuvvetlendirmek, onaylamak, takviye etmek, tasdik etmek, tasdiklemek
  • confiscate:haczetmek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kanunen el koymak
  • confiscated:haczetmek, istimlak etmek, kamulaştırmak, kanunen el koymak
  • confiscation:haciz, istimlak, kamulaştırma
  • confiscations:haciz, istimlak, kamulaştırma
  • confiscatory:el koyar gibi, haydut gibi, insafsız
  • conflagration:yangın felâketi
  • conflict:anlaşmazlığa düşmek, anlaşmazlık, bağdaşmamak, çarpışma, çatışma, çekişme, çekişmek, fikir ayrılığı, kavga, keşmekeş, savaş, savaşmak, tutmamak
  • conflicted:anlaşmazlığa düşmek, bağdaşmamak, çekişmek, savaşmak, tutmamak
  • conflicting:aykırı düşen, çelişkili, tutarsız, zıt
  • confluence:birlikte akma, izdiham, kavşak, kesişme noktası
  • confluent:birbirine karışan, birbirine karışan akarsu, birleşen, birlikte akan
  • conflux:birlikte akma, izdiham, kavşak, kesişme noktası
  • conform:alıştırmak, intibak etmek, uydurmak, uymak, uyumlu olmak
  • conformable:benzer, itaatkâr, uygun, uyumlu, yerinde
  • conformance:uyma, uyum sağlama
  • conformation:adaptasyon, biçim, uyarlama, uygunluk, uyma, yapı
  • conforming:alıştırmak, intibak etmek, uydurmak, uymak, uyumlu olmak
  • conformism:geleneklere uyma, konformizm, törelere uyma
  • conformist:kilise kurallarına uyan kimse, toplum kurallarına uyan kimse, uyumlu kimse
  • conformity:benzerlik, kilise kurallarına uyma, kilise üyesi olma, uygunluk, uyma, uyum
  • confound:bozmak, kafasını karıştırmak, kahretmek, karıştırmak, şaşırtmak, utandırmak, yenmek, yıkmak
  • confounded:baş belâsı, kafasını karışmış, kahrolası, şaşırmış
  • confoundedly:aşırı, belâ gibi
  • confounding:bozmak, kafasını karıştırmak, kahretmek, karıştırmak, şaşırtmak, utandırmak, yenmek, yıkmak
  • confraternity:hayır kurumu, kardeşlik derneği
  • confrere:aynı kurumda çalışan kimse, meslektaş
  • confront:karşı koymak, karşılaştırmak, yüz yüze getirmek, yüzleştirmek
  • confrontation:karşılaşma, yüzleşme, yüzleştirme
  • confronted:karşı koymak, karşılaştırmak, yüz yüze getirmek, yüzleştirmek
  • confronting:karşı koymak, karşılaştırmak, yüz yüze getirmek, yüzleştirmek
  • confuse:afallatmak, ayırt edememek, bozmak, farkedememek, kafa karıştırmak, kafasını karıştırmak, karıştırmak, karman çorman etmek, şaşırtmak, serseme çevirmek
  • confused:allak bullak, kafası karışmış, karışık, karışmış, karmakarışık, karman çorman, mahçup, perişan, şaşırmış, şaşırtıcı, şaşkın, şaşkına dönmüş, seçilemez
  • confusedly:allak bullak
  • confusing:kafa karıştırıcı, karıştıran, komplike, şaşırtan, şaşırtıcı, şaşırtma
  • confusion:birbirine karıştırma, bozulma, kargaşa, karışıklık, karıştırma, keşmekeş, şaşkınlık, utanma
  • confutable:çürütülebilir
  • confutation:çürütme, yalanlama
  • confute:aksini ispatlamak, çürütmek, susturmak, yalanlamak
  • confuting:aksini ispatlamak, çürütmek, susturmak, yalanlamak
  • congeal:dondurmak, donmak, katılaşmak, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak
  • congealed:dondurmak, donmak, katılaşmak, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak
  • congealment:dondurma, donma, pıhtılaşma, pıhtılaştırma
  • congecture:kestirmek, sanmak, tahmin, tahmin etmek, varsayım, varsaymak, zannetmek
  • congelation:dondurma, donma, donmuş madde, pıhtılaşma, pıhtılaştırma
  • congener:aynı türden şey, türdeş canlı
  • congeneric:aynı türden olan, benzer, türdeş
  • congenerical:aynı türden olan, benzer, türdeş
  • congenerous:aynı familyadan olan, benzer, türdeş
  • congenial:cana yakın, hoş, kafa dengi, sempatik, uygun, uyumlu
  • congeniality:benzerlik, cana yakınlık, uygunluk
  • congenialness:benzerlik, cana yakınlık, uygunluk
  • congenital:doğuştan, yaradılıştan olan
  • congenitally:doğuştan, yaradılıştan
  • conger:mığrı, yılanbalığı
  • congeries:küme, yığın
  • congest:doldurmak, dolmak, kalabalıklaşmak, tıkamak, tıkanmak, toplamak, yığmak
  • congested:kalabalık, kan hücum etmiş, kan toplanmış, sıkışık, tıkanık, tıklım tıklım
  • congestion:izdiham, kalabalık, kan hücumu, kan toplanması, sıkışıklık, tıkanıklık, yoğunluk
  • congetinal:doğuştan, yaradılıştan olan
  • congiomerates:çakıl kayaç, holding, holdingleşmek, küme, kümelemek, kümelenmek, yığılmak, yığın, yığmak
  • conglobate:küresel, top gibi, top gibi yapılmak, top gibi yapmak, yuvarlak, yuvarlaklaştırmak
  • conglomerate:çakıl kayaç, çakıllı, holding, holdingleşmek, küme, kümelemek, kümelenmek, toplanmış, yığılmak, yığılmış, yığın, yığmak
  • conglomeration:holding, küme, yığın, yığma
  • conglutinate:kaynamak, kaynaştırmak, yapışmak, yapıştırmak
  • conglutination:kaynama, yapışma
  • congo:kongo
  • congolese:kongo, kongolu
  • congratulate:kutlamak, tebrik etmek
  • congratulations!:kutlarım!, tebrikler!
  • congratulatory:kutlama, tebrik, tebrik niteliğinde olan
  • congregate:birleşmek, birleştirmek, toplamak, toplanmak
  • congregating:birleşmek, birleştirmek, toplamak, toplanmak
  • congregation:cemaat, dinsel örgüt, senato toplantısı, toplama, toplanma
  • congress:kongre, meclis, meclis oturumu, toplanma, toplantı
  • congressional:kongre, kongre ile ilgili
  • congressman:kongre üyesi, meclis üyesi, milletvekili
  • congruence:ahenk, eşleşim, uygunluk, uyum
  • congruent:ahenkli, eşleşik, uygun, uyumlu
  • congruity:ahenk, eşleşim, uygunluk, uyum
  • congruous:ahenkli, münasip, uygun, uyumlu
  • conic:koni ile ilgili, koni şeklinde, konik
  • conical:koni ile ilgili, koni şeklinde, konik
  • conicity:koni biçiminde şey
  • conics:koni geometrisi
  • conifer:kozalaklı ağaç
  • coniferous:iğne yapraklı, kozalaklı
  • coniform:koni şeklinde, konik
  • conjecturable:tahmin edilebilir, varsayılabilir
  • conjectural:sanal, tahmini, varsayılan
  • conjecture:kestirmek, sanmak, tahmin, tahmin etmek, varsayım, varsaymak, zannetmek
  • conjectured:kestirmek, sanmak, tahmin etmek, varsaymak, zannetmek
  • conjoin:bağlamak, bağlanmak, birleşmek, birleştirmek
  • conjoined:bağlamak, bağlanmak, birleşmek, birleştirmek
  • conjoining:bağlamak, bağlanmak, birleşmek, birleştirmek
  • conjoint:bağlı, birleşik, yapışık
  • conjointly:birleşik olarak
  • conjuction:bağlaç, birleşme, konjonksiyon, rastlantı, tesadüf
  • conjugal:evlilik, evlilikle ilgili
  • conjugate:aynı kökten türemiş, aynı kökten türemiş sözcük, birleşik, birleşmek, çekmek, çift, eşlenik, karşılıklı
  • conjugated:birleşmek, çekmek
  • conjugation:birleşme, çekim, fiil çekimi
  • conjunct:birleşik, bitişik, ortak
  • conjunction:bağlaç, birleşme, konjonksiyon, rastlantı, tesadüf
  • conjunctive:bağlaç görevi gören kip, bağlaç görevi yapan, bağlayan, birleştiren
  • conjunctively:bağlayarak, birleştirerek
  • conjunctivitis:konjonktiv iltihabı, konjonktivit
  • conjuncture:durum, kritit durum, kriz, şartlar
  • conjuration:büyücülük, hokkabazlık, rica etme, ruh çağırma, sihir, yalvarma
  • conjure:afsunlamak, büyülemek, hokkabazlık yapmak, rica etmek, ruh çağırmak, yalvarmak, yolunu bulmak
  • conjurer:afsuncu, hokkabaz, sihirbaz
  • conjuring:afsunlamak, büyülemek, hokkabazlık yapmak, rica etmek, ruh çağırmak, yalvarmak, yolunu bulmak
  • conjuror:afsuncu, hokkabaz, sihirbaz
  • conk:başa vurulan darbe, bayılmak, bozulmak, burun, çalışmamak, dalmak, kafa, ölmek
  • conker:atkestanesi
  • conn:dümen kullanmak, idare, idare etmek, kumanda, sevk
  • connate:akraba, benzer, bitişik, doğuştan olan, yakın
  • connatural:doğal, doğasında olan, doğuştan olan, tabiatı aynı olan
  • connect:bağlamak, bağlanmak, birleştirmek, bitiştirmek, devreye sokmak, iletişim sağlamak, ilgili olmak
  • connected:akraba, bağlı, birleşik, bitişik, ilgili, ilişkili, yakın
  • connecting:bağlama, bağlantı, bağlayıcı, başlama
  • connection:akraba, akrabalık, aktarma, alâka, alışveriş, bağ, bağıntı, bağlantı, dost, ilgi, ilgilenme, ilişki, irtibat, uyuşturucu satıcısı, yakın, yakınlık
  • connections:akraba, akrabalık, aktarma, alâka, alışveriş, bağ, bağıntı, bağlantı, dost, ilgi, ilgilenme, ilişki, irtibat, uyuşturucu satıcısı, yakın, yakınlık
  • connective:bağlaç, bağlayıcı, birleştirici
  • conned:dümen kullanmak, idare etmek
  • connexion:akraba, bağ, bağlantı, dost, ilgi, ilişki, yakın, yakınlık
  • conniption:isteri nöbeti
  • connivance:göz yumma, hoşgörü, müsamaha, suç ortaklığı
  • connive:görmemezlikten gelmek, göz yummak, hoşgörmek, suç ortağı olmak
  • conniving:görmemezlikten gelmek, göz yummak, hoşgörmek, suç ortağı olmak
  • connoisseur:ehil, erbap, usta, uzman
  • connotation:çağrışım, çağrıştırdığı anlam, diğer anlam
  • connote:anlamına gelmek, demek istemek, ifade etmek
  • connubial:evli, evliliğe ait, evlilik
  • conoid:konik, konik şey, konik yüzey
  • conquer:almak, başarmak, elde etmek, ele geçirmek, fethetmek, yenmek, zafer kazanmak
  • conquered:almak, başarmak, elde etmek, ele geçirmek, fethetmek, yenmek, zafer kazanmak
  • conquering:galip, kazanan
  • conqueror:fatih, fetheden kimse, final maçı, kazanan
  • conquerors:fatih, fetheden kimse, final maçı, kazanan
  • conquest:fethedilen topraklar, fethetme, fetih, kâlp kazanan kimse, zafer, zapt
  • consanguine:akraba, soydaş
  • consanguinity:akrabalık, soydaşlık
  • conscience:inanç, vicdan
  • conscientious:dürüst, hakçı, insaflı, vicdanlı
  • conscientiousness:dürüstlük, vicdanlı olma
  • conscious:bilinciyle, bilinçli, farkında, inançlı, kasti, kastiyle, uyanık
  • consciously:bile bile, bilinçli olarak, kasten
  • consciousness:akıl, bilinç, his, idrak, şuur, zihin
  • conscript:acemi asker, askere alınmış, askere alınmış genç, askere almak, askere çağırmak, zorunlu çalıştırılan
  • conscription:askerlik çağrısı, mecburi görev, savaş vergisi, varlık vergisi, zorunlu hizmet
  • consecrate:adamak, kutsamak, takdis etmek, vakfetmek
  • consecrated:adamak, kutsamak, takdis etmek, vakfetmek
  • consecrating:adamak, kutsamak, takdis etmek, vakfetmek
  • consecration:adama, ithaf, kutsama, kutsama töreni, takdis
  • consecution:birbirini izleme, olaylar dizisi, takip etme, uyum
  • consecutive:ardarda, ardışık, birbirini izleyen
  • consecutively:ardarda olarak, birbirini izleyerek
  • consensus:fikir birliği, organların etkileşimi, ortak görüş, oybirliği
  • consent:izin, izin vermek, kabul etmek, razı olmak, rıza, uygun bulma
  • consentient:kabul eden, razı, uyumlu
  • consenting:izin vermek, kabul etmek, razı olmak
  • consequence:eser, netice, önem, semere, sonuç
  • consequences:eser, netice, önem, semere, sonuç
  • consequent:bağlı, izleyen, netice, sonuç, sonucu olan, uyumlu, yan cümle
  • consequential:bağlı olan, izleyen, kibirli, mantıki, önemli, sonucu olan
  • consequently:bu nedenle, sonuç olarak
  • conservancy:koruma, sahip çıkma
  • conservation:koruma, muhafaza, sahip çıkma
  • conservationism:doğacılık, yeşilcilik
  • conservationist:doğacı, yeşilci
  • conservatism:muhafazakârlık, tutuculuk
  • conservative:eski kafalı, gösterişsiz, göze çarpmayan, muhafazakâr, muhafazakâr partili, ölçülü, riske girmek istemeyen, sağcı, tutucu
  • conservativism:muhafazakârlık, tutuculuk
  • conservatoire:konservatuvar
  • conservator:korumacı, koruyucu, vasi, veli
  • conservatory:konservatuvar, limonluk, sera
  • conserve:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek, reçel
  • conserved:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek
  • conserves:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek, reçel
  • conserving:konservesini yapmak, korumak, muhafaza etmek
  • consider:addetmek, dikkate almak, düşünmek, fikrinde olmak, görmek, göz önünde bulundurmak, göz önünde tutmak, göz önüne almak, hesaba katmak, saygı göstermek, saymak
  • considerable:çokluk, dikkate değer, hatırı sayılır ölçüde, hayli, önemli
  • considerate:anlayışlı, düşünceli, nazik, saygılı
  • consideration:bedel, düşünce, düşünme, göz önünde tutma, göz önüne alma, itibar, karşılık, önem, saygı, sebep
  • considerations:bedel, düşünce, düşünme, göz önünde tutma, göz önüne alma, itibar, karşılık, önem, saygı, sebep
  • considered:dikkate alınmış, düşünülmüş, saygıdeğer
  • considering:dikkate alınırsa, düşünen, göre, göz önünde tutulursa, hesaba katma, rağmen, şartlar göz önünde tutulursa, yine de
  • consign:bırakmak, emanet etmek, göndermek, sevketmek, teslim etmek
  • consignee:alıcı, emanetçi
  • consigner:gönderici
  • consigning:bırakmak, emanet etmek, göndermek, sevketmek, teslim etmek
  • consignment:gönderi, gönderme, sevk, sevkedilen mal, teslim
  • consignments:gönderi, gönderme, sevk, sevkedilen mal, teslim
  • consignor:gönderen, gönderici
  • consist:dayanmak, ibaret olmak, meydana gelmek, oluşmak, uymak, var olmak
  • consistence:katılık, tutarlılık, uyum, yoğunluk
  • consistency:bağdaşma, katılık, kıvam, koyuluk, tutarlılık, uyum, yoğunluk
  • consistent:bağıntılı, istikrarlı, kalıcı, sürekli, tutarlı, uygun
  • consistently:kalıcı biçimde, sürekli, tutarlı olarak, uyumla
  • consisting:dayanmak, ibaret olmak, meydana gelmek, oluşmak, uymak, var olmak
  • consistory:kardinaller kurulu, kilise yönetim kurulu
  • consists:dayanmak, ibaret olmak, meydana gelmek, oluşmak, uymak, var olmak
  • consociate:arkadaş, arkadaş olmak, hissedar, müşterek, ortak, ortaklık kurmak
  • consolation:avunma, avuntu, teselli, teselli eden şey
  • consolatory:avutma olarak, avutucu, teselli edici
  • console:avunmak, avutmak, klavye, konsol, kumanda paneli, masa, raf, teselli etmek
  • consolidate:birleştirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, takviye etmek, toplamak, vadesini uzatmak
  • consolidated:birleşmiş, birleştirilmiş, dayanıklı, sağlam, takviyeli, vadesi uzatılmış
  • consolidating:birleştirmek, pekiştirmek, sağlamlaştırmak, takviye etmek, toplamak, vadesini uzatmak
  • consolidation:borçları birleştirme, konsolide etme, sağlamlaştırma, sağlamlaştırmak, sertleşme, takviye, takviye etmek
  • consoling:avunmak, avutmak, teselli etmek
  • consomme:et suyu, et suyuna çorba, konsome
  • consommé:et suyu, et suyuna çorba, konsome
  • consonance:ahenk, ses uyumu, uyum, uyuşma
  • consonant:ahenkli, bağdaşan, ses uyumu olan, sessiz harf, ünsüz, uyumlu, uyuşan
  • consonantal:ünlü harfler içeren, ünlü harflerle bir arada olan
  • consonants:sessiz harf, ünsüz
  • consort:arkadaşlık etmek, bağdaşmak, birlikte vakit geçirmek, çok sanatçılı gösteri, eş, eşlik etmek, hayatını paylaşmak, refakât etmek, refakâtçi gemi, uymak, yoldaş
  • consortia:evliliğin getirdiği haklar, konsorsiyum, uluslararası ticaret birliği
  • consortium:evliliğin getirdiği haklar, konsorsiyum, uluslararası ticaret birliği
  • conspectus:genel bakış, özet, plan, taslak
  • conspicuous:apaçık, bariz, belli, çarpıcı, cazip, dikkat çekici, göze çarpan
  • conspicuously:bariz, belli olarak, çarpıcı bir biçimde, dikkat çekici biçimde
  • conspicuousness:barizlik, göze çarpma, ortada olma
  • conspiracy:anlaşma, gizli anlaşma, komplo, suikâst
  • conspirator:komplocu, suikâstçi
  • conspiratorial:suikâst, suikâst ile ilgili, suikâstçi ile ilgili
  • conspire:anlaşmak, birlik olmak, fesat çıkarmak, gizlice anlaşmak, komplo kurmak, kurmak, suikâst hazırlamak
  • constable:polis memuru
  • constabulary:jandarma, polis örgütü, polisin yetki alanı, zabıta
  • constancy:azim, bağlılık, istikrar, sabitlik, sadakât, sebat, vefa
  • constant:daimi, değişmez, durağan, ısrarlı, konstant, sabit, sadık, sebatlı, sürekli, vefalı
  • constantly:sık sık, sıkça
  • constellation:burç, seçkinler topluluğu, takımyıldız
  • constellations:burç, seçkinler topluluğu, takımyıldız
  • consternated:afallamış, dehşete düşmüş, şaşkın
  • consternation:afallama, dehşet, donup kalma, hayret, şaşkınlık
  • constipate:kabız etmek, sıkmak
  • constipated:kabız etmek, sıkmak
  • constipation:kabız, kabızlık, peklik
  • constituency:aboneler, müşteriler, seçim bölgesi, seçim bölgesi halkı, seçmenler
  • constituent:bileşen, elemen, kurucu, meydana getiren, öğe, oluşturan, oluşturan parçalardan her biri, seçen, seçmen, temsilci atayan kimse, yasayı değiştirebilen
  • constituents:bileşen, elemen, kurucu, öğe, oluşturan parçalardan her biri, seçmen, temsilci atayan kimse
  • constitute:atamak, kurmak, oluşturmak, seçmek, teşkil etmek, yürürlüğe koymak
  • constituted:atamak, kurmak, oluşturmak, seçmek, teşkil etmek, yürürlüğe koymak
  • constituting:atamak, kurmak, oluşturmak, seçmek, teşkil etmek, yürürlüğe koymak
  • constitution:anayasa, bünye, huy, karakter, kurma, meydana getirme, oluşturma, tüzük, yapı, yaradılış
  • constitutional:anayasal, bünye ile ilgili, esaslı, yapısal
  • constitutionless:anayasal, bünye ile ilgili, esaslı, yapısal
  • constitutive:esas, kurucu, oluşturan, temel, yapıcı
  • constrain:alıkoymak, baskı yapmak, mecbur etmek, menetmek, sınırlamak, tutmak, zorlamak
  • constrained:rahatsız, sıkıntılı, yapmacık, zoraki
  • constrainedly:yapmacık olarak, zorla
  • constraining:alıkoymak, baskı yapmak, mecbur etmek, menetmek, sınırlamak, tutmak, zorlamak
  • constraint:alıkoyma, baskı, çekinme, kendini tutma, sınırlama, zor, zorlama
  • constrict:baskı yapmak, büzmek, daraltmak, kısıtlamak, sıkıştırmak, sıkmak
  • constricted:dar, kısıtlı, kıt, sıkışık
  • constricting:baskı yapmak, büzmek, daraltmak, kısıtlamak, sıkıştırmak, sıkmak
  • constriction:boğaz, büzme, dar geçit, daraltma, kısıtlama, sıkışıklık, sıkma
  • constrictions:boğaz, büzme, dar geçit, daraltma, kısıtlama, sıkışıklık, sıkma
  • constrictor:boa yılanı, sıkıcı adale
  • constringent:büzücü, sıkıcı
  • construct:çizmek, dikmek, düzenlemek, inşa etmek, kurmak
  • constructed:çizmek, dikmek, düzenlemek, inşa etmek, kurmak
  • constructing:çizmek, dikmek, düzenlemek, inşa etmek, kurmak
  • construction:anlam, çizim, inşa, inşa etme, inşaat, kurma, yapı, yapma, yorum
  • constructional:inşaat, inşaat ile ilgili, yapı ile ilgili, yapısal
  • constructions:anlam, çizim, inşa, inşa etme, inşaat, kurma, yapı, yapma, yorum
  • constructive:dolaylı, hukuken varsayılan, inşaat, yapıcı, yapısal
  • constructor:inşaatçı, usta
  • constructors:inşaatçı, usta
  • constructs:çizmek, dikmek, düzenlemek, inşa etmek, kurmak
  • construe:çeviri yapmak, çözümlemek, incelemek, tercüme etmek, yorumlamak
  • consubstantiality:öz birliği, özdeşlik
  • consubstantiate:birleştirmek, özdeşleştirmek
  • consuetude:adet, alışkanlık
  • consuetudinary:alışılagelmiş, alışılmış
  • consul:konsolos
  • consular:konsolos ile ilgili, konsolosluk
  • consulate:konsolosluk
  • consulship:konsolosluk, konsolosluk mevkii
  • consult:bakmak, başvurma, başvurmak, danışmak, dikkate almak, düşünmek, görüşmek
  • consultant:danışman, mütehassıs, uzman doktor
  • consultants:danışman, mütehassıs, uzman doktor
  • consultation:danışma, konsültasyon, muayene
  • consultative:danışma, danışmanlıkla ilgili
  • consulted:bakmak, başvurmak, danışmak, dikkate almak, düşünmek, görüşmek
  • consulting:danışman
  • consumable:kullanılır, tüketilir, tüketim maddesi
  • consume:bitirmek, harcamak, sarfetmek, tüketmek, yakıp kül etmek, ziyan etmek
  • consumer:alıcı, tüketici
  • consuming:bitiren, şiddetli, tüketen, tüketme, yakan
  • consummate:eksiksiz, mükemmel, mükemmelleştirmek, tam, tamamına erdirmek, tamamlamak
  • consummated:mükemmelleştirmek, tamamına erdirmek, tamamlamak
  • consummation:amaç, gaye, mükemmellik, tamamına erdirme, tamamlama, yerine getirme
  • consumpiton:bitirme, harcama, tüberküloz, tüketim, verem
  • consumption:bitirme, harcama, tüberküloz, tüketim, verem
  • consumptive:müsrif, savurgan, tüketilecek, tüketim, verem hastası, veremli
  • contact:bağlantı, dokunma, dokunmak, görüşmek, ilişki, ilişki kurmak, irtibat kurmak, portör, tanıdık, taşıyıcı, temas, temas etmek, temasa geçmek
  • contactor:devre açıcı
  • contacts:bağlantı, dokunma, dokunmak, görüşmek, ilişki, ilişki kurmak, irtibat kurmak, portör, tanıdık, taşıyıcı, temas, temas etmek, temasa geçmek
  • contagion:bulaşıcı hastalık, bulaşma, geçme, kötü etki, yayılma
  • contagious:bulaşıcı, hastalık bulaştıran, salgın, yayılan
  • contain:eşit olmak, frenlemek, içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, tutmak, zaptetmek
  • contained:eşit olmak, frenlemek, içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, tutmak, zaptetmek
  • container:kap, konteyner, yük sandığı
  • containers:kap, konteyner, yük sandığı
  • containing:-li
  • containment:içerme, kapsama, önleme, tutma
  • contains:eşit olmak, frenlemek, içermek, içine almak, ihtiva etmek, kapsamak, tutmak, zaptetmek
  • contaminant:atık, kirletici madde
  • contaminants:atık, kirletici madde
  • contaminate:bozmak, bulaştırmak, kirletmek
  • contaminated:bozulmuş, kirlenmiş
  • contaminating:bozmak, bulaştırmak, kirletmek
  • contamination:atık, bulaşma, bulaştırma, kirletme, pislik
  • :atık, bulaşma, bulaştırma, kirletme, pislik
  • contango:hisse senedi primi, prim
  • contemn:adamdan saymamak, hor görmek, küçümsemek
  • contemplate:dalmak, düşünmek, niyet etmek, seyretmek, süzmek, tasarlamak
  • contemplated:dalmak, düşünmek, niyet etmek, seyretmek, süzmek, tasarlamak
  • contemplating:dalmak, düşünmek, niyet etmek, seyretmek, süzmek, tasarlamak
  • contemplation:bekleme, dalma, derin düşünce, niyet, seyretme, umma
  • contemplative:dini düşüncelere dalmış, düşünceye dalmış
  • contemporaneity:eşzamanlılık
  • contemporaneous:çağdaş, eşzamanlı
  • contemporaneousness:çağdaşlık
  • contemporar:akran, aktüel, aynı zamanda yaşamış olan kimse, çağcıl, çağdaş, eş zamanlarda yaşamış olan, eşzamanlı şey, günümüze ait, modern, yaşıt
  • contemporaries:akran, aynı zamanda yaşamış olan kimse, eşzamanlı şey, yaşıt
  • contemporary:akran, aktüel, aynı zamanda yaşamış olan kimse, çağcıl, çağdaş, eş zamanlarda yaşamış olan, eşzamanlı şey, günümüze ait, modern, yaşıt
  • contemporory:akran, aktüel, aynı zamanda yaşamış olan kimse, çağcıl, çağdaş, eş zamanlarda yaşamış olan, eşzamanlı şey, günümüze ait, modern, yaşıt
  • contempt:aşağılama, ayıp, hakaret, hor görme, iğrenme, küçümseme, mahkemeye itaatsizlik, nefret, yüz karası
  • contemptibility:adilik, alçaklık, küçümseme
  • contemptible:adi, alçak, aşağılık, hor, rezil
  • contemptously:aşağılayarak, küçültücü bir biçimde
  • contemptuous:ağır, aşağılayıcı, hor gören, küçültücü
  • contemptuously:aşağılayarak, küçültücü bir biçimde
  • contemptuousness:aşağılama, küçümseme
  • contend:çekişmek, iddia etmek, ileri sürmek, rekabet etmek, savaşmak, tartışmak, uğraşmak, yarışmak
  • contender:iddiacı, mücâdele eden kimse, rakip, yarışmacı
  • contending:çekişmek, iddia etmek, ileri sürmek, rekabet etmek, savaşmak, tartışmak, uğraşmak, yarışmak
  • content:anlam, ayar, doyum, hazır, hoşnut, hoşnut etmek, hoşnutluk, içerik, içerik miktarı, içindekiler, kapsam, lehte oy kullananlar, memnun, memnun etmek, memnuniyet, olumlu, olumlu oy miktarı, öz, razı, tatmin, tatmin etmek
  • :anlam, ayar, doyum, hazır, hoşnut, hoşnut etmek, hoşnutluk, içerik, içerik miktarı, içindekiler, kapsam, lehte oy kullananlar, memnun, memnun etmek, memnuniyet, olumlu, olumlu oy miktarı, öz, razı, tatmin, tatmin etmek
  • contented:halinden memnun, hoşnut, kanaatkâr, mutlu, razı
  • contentedness:hoşnutluk, memnuniyet
  • contention:çekişme, iddia, kavga, sav, tartışma, tartışma konusu
  • contentious:çekişmeli, kavgacı, mücâdeleci, tartışmalı
  • contentiousness:kavgacılık
  • contentment:hoşnutluk, memnuniyet
  • contents:içerik, içindekiler
  • contest:çekişme, çekişmek, iddia, inkâr, itiraz, itiraz etmek, karşı koymak, karşılaşma, maç, mücâdele, rekabet etmek, tartışma, yarışma, yarışmak
  • contestable:itiraz edilebilir, su götürür, şüpheli, tartışılabilir
  • contestant:aday, karara itiraz eden kimse, ödüle itiraz eden kimse, rakip, yarışmacı
  • contestation:çekişme, inkâr, tartışma, yarışma
  • contested:çekişmek, itiraz etmek, karşı koymak, rekabet etmek, yarışmak
  • contesting:çekişmek, itiraz etmek, karşı koymak, rekabet etmek, yarışmak
  • contests:çekişme, çekişmek, iddia, inkâr, itiraz, itiraz etmek, karşı koymak, karşılaşma, maç, mücâdele, rekabet etmek, tartışma, yarışma, yarışmak
  • context:bağlam, durum, kaynak, şartlar, sözün gelişi
  • contextual:sözün gelişine göre
  • contextually:sözün gelişine göre
  • contexture:bünye, dokuma, düzen, kumaş, yapı
  • contigency:beklenmedik olay, ihtimal, olasılık, tesadüf
  • contigous:bitişik, komşu, sınırdaş, yakın
  • contiguity:bitişiklik, komşuluk, temas, yakınlık
  • contiguous:bitişik, komşu, sınırdaş, yakın
  • continence:ılımlılık, kendini tutma, ölçülülük
  • continent:anakara, kendine hakim, kıta, ölçülü
  • continental:avrupa ile ilgili, avrupai, avrupalı, karasal, kıta, kıtasal
  • continentalize:avrupalılaştırmak
  • contingency:beklenmedik olay, ihtimal, olasılık, tesadüf
  • contingent:beklenmedik olay, birlik, muhtemel, olası, rastlantı, şartlı
  • contingently:belki, bir ihtimal, olası
  • continual:devamlı, durmadan, sıkça, sürekli
  • continually:boyuna, durmadan, sürekli olarak
  • continuance:devam etme, erteleme, süre, sürüp gitme, temdit, uzatma
  • continuant:sürekli ünsüz
  • continuation:arka, devam, devam etme, sürdürme, sürme, temdit, uzatma
  • continue:devam etmek, ertelemek, kalmak, sürdürmek, sürmek, uzamak, uzatmak
  • continued:aralıksız, devam eden, devamlı
  • continuing:devam eden
  • continuity:akıcılık, devamlılık, kolay anlaşılan şey, mantıksal bağ, program metni, senaryo, süreklilik
  • continuosly:durmadan, sürekli olarak
  • continuous:aralıksız, devam eden, devamlı, sürekli, zincirleme
  • continuously:durmadan, sürekli olarak
  • continuum:bölünmemiş şey, süreç
  • contort:bükmek, çarpıtmak, eğmek, kıvırmak, saptırmak
  • contorted:bükmek, çarpıtmak, eğmek, kıvırmak, saptırmak
  • contortion:bükme, bükülme, burulma, eğme
  • contortionist:akrobat
  • contour:biçimini oluşturmak, çevre, dış hatlar, eşyükselti eğrisi, eşyükselti eğrisi ile göstermek, hatlarını belirlemek, şekil
  • contoured:biçimini oluşturmak, eşyükselti eğrisi ile göstermek, hatlarını belirlemek
  • contours:biçimini oluşturmak, çevre, dış hatlar, eşyükselti eğrisi, eşyükselti eğrisi ile göstermek, hatlarını belirlemek, şekil
  • contra:aksi, aksine, hesabın alacak bölümü, karşı, karşı olarak, karşıt
  • contraband:kaçak, kaçak mal, kaçakçılık, kaçakçılıkla ilgili, köle
  • contrabandist:kaçakçı
  • contrabass:bas sesli yaylı çalgı, kontrbas
  • contraception:doğum kontrolü, gebelikten korunma
  • contraceptive:doğum kontrol aleti, doğum kontrol hapı, doğum kontrolü sağlayan, gebeliği önleyici, gebelik önleyici uygulama, koruyucu
  • contract:anlaşma, daralmak, daraltmak, kasılmak, kasmak, kontrat, kontrat yapmak, mukavele, parça başı iş anlaşması, sözleşme, sözleşme yapmak
  • contracted:az, büzülmüş, kasılmış, kısaltılmış, sınırlı
  • contractible:kasılabilen, kısılabilen
  • contractile:kasılabilen, kısılabilen
  • contracting:daralmak, daraltmak, kasılmak, kasmak, kontrat yapmak, sözleşme yapmak
  • contraction:büzülme, çekilme, daralma, daratlma, edinme, ilişki kurma, kapma, kasılma, kaynaşma, kaynaşmış sözcük, kısalma
  • contractions:büzülme, çekilme, daralma, daratlma, edinme, ilişki kurma, kapma, kasılma, kaynaşma, kaynaşmış sözcük, kısalma
  • contractor:anlaşmalı taraf, doğumda kasılan adaleler, kasan şey, müteahhit, taraf
  • contractors:anlaşmalı taraf, doğumda kasılan adaleler, kasan şey, müteahhit, taraf
  • contractual:sözleşme, sözleşmeden doğan, sözleşmeli
  • contradict:aksini iddia etmek, çelişmek, ters düşmek, yalanlamak
  • contradicting:aksini iddia etmek, çelişmek, ters düşmek, yalanlamak
  • contradiction:aykırılık, çelişki, inkâr, itiraz, tezat, yalanlama
  • contradictious:aykırı, çelişkili, tutarsız
  • contradictiously:çelişkili biçimde, tutarsızca
  • contradictorily:aykırı biçimde, çelişkili biçimde, tutarsızca
  • contradictoriness:çelişki, muhalefetçilik, tutarsızlık
  • contradictory:aykırı, çelişkili, çelişkili iddia, karşıt, ters, tutarsız
  • contradistinction:aykırılık, fark, zıtlık
  • contradistinguish:ayırmak, ayırt etmek
  • contrail:jet duman izi
  • contrails:jet duman izi
  • contraindicated:tedavinin uygun olmadığını göstermek
  • contraindication:tedavinin uygun olmaması
  • contralto:en kalın kadın sesi, kalın sesli kadın sanatçı, kontralto
  • contraption:acayip alet, mekanizma
  • contrapuntal:kontrapuan ile ilgili
  • contrariety:aksilik, aykırılık, muhalefet, terslik, uyuşmazlık
  • contrarily:aksine, bilâkis, inatla, tersine
  • contrariness:aksilik, inatçılık, karşıtlık, terslik
  • contrariwise:aksi yönde, aksine, bilâkis, tersine
  • contrary:aksi, çelişik, dik başlı, inatçı, karşı, karşıt, muhalif, ters, uymayan
  • contrast:çelişki, çelişmek, karşılaştırmak, kontrast, kontrastı olmak, tezat, tezat oluşturmak, zıtlık
  • contrasting:çelişmek, karşılaştırmak, kontrastı olmak, tezat oluşturmak
  • contrasty:kontrastlı, ton farkları çok olan
  • contravene:başkaldırmak, çiğnemek, itiraz etmek, karşı çıkmak, uymamak
  • contravened:başkaldırmak, çiğnemek, itiraz etmek, karşı çıkmak, uymamak
  • contravention:çiğneme, ihlal, karşı gelme
  • contretemps:aksilik, gaf, pot, şanssızlık, tâlihsizlik
  • contribute:bağışta bulunmak, katılmak, katkıda bulunmak, payı olmak, vermek, yazı vermek
  • contributing:bağışta bulunmak, katılmak, katkıda bulunmak, payı olmak, vermek, yazı vermek
  • contribution:bağış, destek, iştirak, katkı, makale, yardım, yazı
  • contributions:bağış, destek, iştirak, katkı, makale, yardım, yazı
  • contributor:iştirakçi, katkıda bulunan kimse, makale gönderen kimse, yazar
  • contributory:emeklilik fonu, katılım fonu, katkıda bulunan, katkıda bulunan kimse, sermayedar, yardım yapan kimse, yardımcı
  • contrite:pişman, pişmanlıktan kaynaklanan
  • contritely:pişmanlıkla, pişmanlıktan kaynaklanarak
  • contrition:pişmanlık
  • contrivance:buluş, düzenek, entrika, icat, kurma
  • contrive:başarmak, bulmak, ev idare etmek, icat etmek, planlamak, tasarlamak, yapmak
  • contrived:başarmak, bulmak, ev idare etmek, icat etmek, planlamak, tasarlamak, yapmak
  • control:denetim, denetlemek, güç, hakim olmak, hakimiyet, idare, idare etmek, işletmek, kontrol, kontrol etmek, otorite, sorumluluk
  • controllable:idare edilebilir, yönetilebilir
  • controller:denetçi, denetmen, kontrolör, muhasebeci, yönetici
  • controlling:idare etme
  • controls:denetim, denetlemek, güç, hakim olmak, hakimiyet, idare, idare etmek, işletmek, kontrol, kontrol etmek, otorite, sorumluluk
  • controversial:anlaşmazlığa neden olan, ihtilaflı, münakaşacı, tartışmalı
  • controversialist:münakaşacı, polemikçi, tartışma yanlısı kimse
  • controversy:anlaşmazlık, çekişme, ihtilaf, tartışma
  • controvert:çürütmek, karşı gelmek, reddetmek, tartışmak, yalanlamak
  • controvertible:ihtilaflı, inkâr edilebilir, itiraz edilebilir
  • contrsct:anlaşma, daralmak, daraltmak, kasılmak, kasmak, kontrat, kontrat yapmak, mukavele, parça başı iş anlaşması, sözleşme, sözleşme yapmak
  • contumacious:asi, inatçı, itaatsiz
  • contumaciously:asice, inatçı bir şekilde, itaat etmeyerek
  • contumacy:asilik, başkaldırı, inat, mahkeme davetine uymama
  • contumely:gözden düşme, hakaret, küfür
  • contunually:boyuna, durmadan, sürekli olarak
  • contuse:berelemek, çürütmek, zedelemek
  • contused:berelemek, çürütmek, zedelemek
  • contusion:bere, çürük
  • conundrum:bilmece, kelime oyunlu bilmece, muamma
  • conurbation:bileşik kent, şehirlerin genişleyip birleşmesi
  • convalesce:iyileşmek
  • convalescence:iyileşme, iyileşme dönemi
  • convalescent:iyileşen, iyileşme, iyileşmekte olan kimse
  • convection:ısınan gazın yükselmesi, ısıyayma, konveksiyon
  • convenances:adap, görgü, yol yordam
  • convene:mahkemeye celbetmek, toplamak, toplanmak, toplantıya çağırmak
  • convener:toplantıya çağıran kimse
  • convenience:elverişlilik, hayatı kolaylaştıran şey, kazanç, kolaylık, müsait oluş, tuvalet, uygunluk, yarar
  • conveniences:elverişlilik, hayatı kolaylaştıran şey, kazanç, kolaylık, müsait oluş, tuvalet, uygunluk, yarar
  • convenient:elverişli, kullanışlı, pratik, uygun, yakın
  • convening:mahkemeye celbetmek, toplamak, toplanmak, toplantıya çağırmak
  • convent:manastır, rahibelerin yaşadığı binalar
  • convention:adet, düzen, kongre, toplama, toplanma, toplantı
  • conventional:atomik olmayan, basmakalıp, beylik, geleneksel, konvensiyonel
  • conventionalism:geleneksellik
  • conventionality:basmakalıp söz, geleneklere bağlılık, kalıplaşmış davranış
  • conventionalize:konvensiyonelleştirmek
  • conventions:adet, düzen, kongre, toplama, toplanma, toplantı
  • conventual:manastır ile ilgili, manastıra bağlı rahibe, manastıra bağlı rahip
  • converge:birleşmek, kavuşmak, yakınsamak, yaklaşmak
  • converged:birleşmek, kavuşmak, yakınsamak, yaklaşmak
  • convergence:kavuşma, yakınsama
  • convergency:kavuşma, yakınsama
  • convergent:yakınsak
  • converging:birleşen, yakınlaşan
  • conversable:cana yakın, hoşsohbet, sosyal
  • conversance:samimilik, sıkı fıkılık
  • conversant:bilen, bilinen, deneyimli, tanınmış
  • conversation:cinsel birleşme, görüşme, konuşma, sohbet, söyleşi
  • conversational:güzel konuşan, konuşkan, konuşma ile ilgili
  • conversationalist:güzel konuşan kimse, hoşsohbet kimse
  • conversationally:konuşma sırasında, sohbet tonunda
  • converse:akis, evirtim, karşıt, sohbet etmek, söyleşmek, ters, zıt
  • conversely:aksine, diğer taraftan, tersine
  • conversion:çevirme, değiştirme, din değiştirme, dönme, dönüştürme, evirtim, sayı, sayı yapma
  • conversions:çevirme, değiştirme, din değiştirme, dönme, dönüştürme, evirtim, sayı, sayı yapma
  • convert:arıtmak, çevirmek, değişmek, değiştirmek, din değiştiren kimse, dininden döndürmek, dönme, dönüşmek, dönüştürmek, inancı değişen kimse, inancını değiştirmek, sayı yapmak
  • converted:dönmüş, dönüştürülmüş
  • converter:apre, değiştiren kimse, dönüştürücü, konvertör
  • convertibility:çevirilebilirlik, dönüşebilme, konvertibilite
  • convertible:çevirilebilir, değiştirilebilir, konvertibl, üstü açılabilen araba, üstü açılabilir
  • converting:arıtmak, çevirmek, değişmek, değiştirmek, dininden döndürmek, dönüşmek, dönüştürmek, inancını değiştirmek, sayı yapmak
  • convervation:koruma, muhafaza, sahip çıkma
  • convex:dışbükey, konveks, yakınsak
  • convexity:dışbükeylik
  • convey:devretmek, getirmek, iletmek, nakletmek, taşımak, yaymak, yollamak
  • conveyance:bilgi, gönderme, ihbar, nakil, taşıma, taşıt, terk
  • conveyed:devretmek, getirmek, iletmek, nakletmek, taşımak, yaymak, yollamak
  • conveyer:konveyör, nakledici, taşıyıcı
  • conveying:devretmek, getirmek, iletmek, nakletmek, taşımak, yaymak, yollamak
  • conveyor:konveyör, nakledici, taşıyıcı
  • convict:hükümlü, kabullendirmek, mahkum, mahkum etmek, suçlu, suçlu bulmak
  • convicted:suçu kanıtlanmış
  • conviction:görüş, haklı olma, inanç, inanma, kanaat, mahkumiyet, suçlu bulma
  • convictions:görüş, haklı olma, inanç, inanma, kanaat, mahkumiyet, suçlu bulma
  • convince:ikna etmek, inandırmak
  • convinced:ikna olmuş, inanmış
  • convincing:ikna, ikna edici, inandırıcı, tatmin edici
  • convivial:şen, şenlik, ziyafet meraklısı, ziyafetle ilgili
  • conviviality:eğlence, keyif, şamata, şenlik
  • convocation:çağrı, davet, meclis, toplantı
  • convoke:davet etmek, resmi çağrı yapmak
  • convolute:dürülmüş, sarılmış, sarmal
  • convoluted:kıvrık, sarılı, sarmal
  • convolution:dürülme, kıvrım, sarılma
  • convolvulus:çit sarmaşığı
  • convoy:eşlik, eşlik etmek, kafile, katar, konvoy, koruma, korumak, refakât etmek
  • convulse:allak bullak etmek, kıvrandırmak, sarsmak
  • convulsion:çırpınma, kasılma, katılma, sarsıntı
  • convulsions:çırpınma, kasılma, katılma, sarsıntı
  • convulsive:çırpınma, kasılan, sarsan
  • cony:adatavşanı, tavşan, tavşan kürkü
  • coo:cıvıldamak, mırıldanmak, ötmek
  • cook:aşçı, mahvetmek, oynama yapmak, pişirmek, pişmek, uydurmak, yemek yapmak
  • cookbook:yemek kitabı
  • cooked:mahvetmek, oynama yapmak, pişirmek, pişmek, uydurmak, yemek yapmak
  • cooker:fırın, ocak, pişirilmeye uygun meyve, pişirme kabı, tencere
  • cookery:aşçılık
  • cookhouse:toplu yemek pişirilen mutfak
  • cookie:adam, bebek, biri, bisküvi, çekici kadın, çörek, kurabiye
  • cooking:aşçılık, mutfak, yemek pişirme, yemeklik
  • cookout:piknik
  • cooky:adam, bebek, bisküvi, çekici kadın, kurabiye
  • cool:abartısız, harika, klas, küstah, serin, serin yer, serinlemek, serinletmek, serinlik, soğuk, soğukkanlı, soğukkanlılık, soğutmak, tamı tamına, uygun, yatışmak
  • cool!:çok iyi!, harika!, mükemmel!
  • coolant:soğutma gazı, soğutma sıvısı
  • cooled:serinlemek, serinletmek, soğutmak, yatışmak
  • cooler:hapishane, kodes, soğuk içecek, soğutucu
  • coolest:abartısız, harika, klas, küstah, serin, soğuk, soğukkanlı, tamı tamına, uygun
  • coolheaded:serinkanlı, soğukkanlı
  • coolie:amele, hamal
  • cooling:serinletici, soğutma, soğutucu
  • coolness:ilgisizlik, serinlik, soğuk davranma, soğukkanlılık, soğukluk, yüzsüzlük
  • cools:serin yer, serinlemek, serinletmek, serinlik, soğukkanlılık, soğutmak, yatışmak
  • coomb:ova, vadi
  • coombe:ova, vadi
  • coon:kurnaz, rakun
  • coop:hapishane, kafes, kafeslemek, kapamak, kümes, tıkmak
  • cooper:fıçı onarmak, fıçı yapmak, fıçıcı, fıçılamak, şarap satıcısı, şarapçı
  • cooperage:fıçı bedeli, fıçı evi, fıçıcılık
  • cooperate:birlikte çalışmak, destek olmak, işbirliği etmek, işbirliği yapmak, yardımlaşmak
  • cooperation:beraberlik, dayanışma, destek, elbirliği, işbirliği, ortaklık etme, yardım
  • cooperative:işbirliği, işbirliği yapmak isteyen, kooperatif, yardıma hazır, yardımcı
  • cooperativeness:yardımseverlik
  • cooperator:iş arkadaşı, kooperatif üyesi, ortak
  • coopt:atamak, oybirliği ile seçmek, seçmek
  • cooptation:atama, oybirliği ile seçme, seçme
  • coordinate:apsis, düzenlemek, düzenli, eşit, eşit şey, koordinat, koordine, koordine etmek, uyum sağlamak
  • coordinated:düzenlemek, koordine etmek, uyum sağlamak
  • coordinateness:düzenlemek, koordine etmek, uyum sağlamak
  • coordinates:apsis, düzenlemek, eşit şey, koordinat, koordine etmek, uyum sağlamak
  • coordinating:düzenlemek, koordine etmek, uyum sağlamak
  • coordination:bağlantı, düzen, eşgüdüm, koordinasyon, uyumlu çalışma
  • coordinator:eşgüdümcü, koordinatör
  • coorporate:birleşmiş, şirkete ait, toplu, tüzel
  • coot:dazlak, kel, sutavuğu
  • cootie:bit
  • cop:aşırmak, aynasız, çalmak, enselemek, konik iplik yumağı, polis, polis memuru, tutuklama, yakalamak
  • copal:kopal, tropik reçine
  • coparcenary:ortak varislik, ortaklık
  • copartner:hissedar, ortak
  • copartnership:hissedarlık, ortaklık, personeli kâra ortak eden sistem
  • cope:başa çıkmak, çare bulmak, örtmek, örtü, papaz cüppesi, uğraşmak, üstesinden gelmek, üstünü kapamak
  • copeck:rublenin yüzde biri, rus para birimi
  • coper:at satıcısı, cambaz
  • copers:at satıcısı, cambaz
  • copestone:saçak taşı, son rötuş
  • copied:çoğaltmak, kopya çekmek, kopya etmek, kopyası çıkarılabilmek, kopyasını çıkarmak, örnek almak, taklit etmek
  • copier:fotokopi makinesi, kopyacı
  • coping:duvar tepeliği
  • copious:bereketli, bol, dağarcığı geniş, üretken, verimli
  • copiousness:bereket, bolluk, kelime dağarcığı geniş olma
  • copper:aynasız, bakır, bakır kap, bakır kaplamak, bakır para, bakır rengi vermek, bakırdan yapılmış, bakırlamak, çamaşır kazanı, polis
  • copperas:demir sülfat
  • copperhead:doğu amerika zehirli yılanı, zehirli yılan
  • copperplate:bakır klişe, ince el yazısı, işlemeli bakır levha
  • copperplated:bakır kaplı, bakırlanmış
  • coppers:aynasız, bakır, bakır kap, bakır kaplamak, bakır para, bakır rengi vermek, bakırlamak, çamaşır kazanı, polis
  • coppersmith:bakırcı, kazancı
  • coppery:bakır gibi, bakırlı
  • coppice:ağaçlık, çalılık, koru
  • cops:aşırmak, aynasız, çalmak, enselemek, konik iplik yumağı, polis, polis memuru, tutuklama, yakalamak
  • copse:ağaçlık, çalılık, koru
  • copt:kıpti, mısırlı hristiyan
  • copter:helikopter
  • copula:bağ, birleştirici yapı, koşaç
  • copulate:bağlamak, çiftleşmek, ilişkiye girmek
  • copulating:bağlamak, çiftleşmek, ilişkiye girmek
  • copulation:bağ, birleşme, çiftleşme, cinsel birleşme, ilişki
  • copulative:bağlaç, birleştiren, çiftleşme ile ilgili, koşaç, sevişme
  • copy:çoğaltmak, kopya, kopya çekmek, kopya etmek, kopyası çıkarılabilmek, kopyasını çıkarmak, metin, nüsha, örnek, örnek almak, poz, senet, suret, taklit etmek
  • copybook:basmakalıp, iyi örnek, kayıt defteri, model, mükemmel, sıradan, yazı defteri
  • copycat:kopyacı, taklit etmek, taklitçi
  • copyholder:dizgi kopya ayaklığı, düzeltmene metni okuyan yardımcı, tımar sahibi
  • copying:kopyalanan
  • copyist:kopya çıkaran kimse, kopyacı, taklitçi
  • copyreader:düzeltmene metni okuyan yardımcı
  • copyright:telif hakkı, telif hakkı ile korumak, telif hakkı ile korunan, telif hakkı saklı olan, telif hakkını saklı tutmak
  • coquet:cilve yapmak, fingirdemek, hafife almak, nazlanmak, önemsememek
  • coquetry:cilve, işve, naz, oynaşma
  • coquette:fingirdek kadın, koket, yosma
  • coquettish:cilveli, fingirdek, işveli, oynak
  • coquettishness:işve, naz, oynaşma
  • cor!:üf be!, vay anasına!, vay be!
  • coral:döllenmiş ıstakoz yumurtası, mercan, mercan kırmızısı
  • coralline:bitkiye benzeyen hayvan, deniz yosunu, koralina, mercan gibi, mercan kırmızısı
  • corals:döllenmiş ıstakoz yumurtası, mercan
  • corbel:çıkma desteği, destek, destekle çıkmak
  • corbie:kuzgun, leş kargası
  • cord:bağ, bağlamak, fitil, fitilli kadife, fitilli kadife giysi, ip, kordon, kütükleri yığmak, odun tartı birimi, şerit, sicim
  • cordage:halat takımı, ipler
  • cordate:kâlp şeklinde
  • corded:bağlı, fitilli, ipli, ölçülüp yığılmış
  • cordial:candan, canlandırıcı ilaç, içten, kâlbe güç veren, likör, samimi, tatlı içecek, uyarıcı madde
  • cordiality:içtenlik, samimiyet
  • cordially:candan, canlandırıcı olarak, içtenlikle, samimi olarak, samimiyetle
  • cordite:itici barut, kordit
  • cordless:kablosuz, kordonsuz
  • cordon:budanmış meyve ağacı, insan dizisi, kordon, kordon altına almak
  • cords:fitilli kadife pantolon
  • corduroy:fitilli kadife, kumaş pantolon
  • corduroys:fitilli kadife pantolon
  • cordwainer:ayakkabıcı
  • core:çekirdek, dolgu, göbeğini almak, göbek, iç, içini çıkarmak, meyve göbeği, öz
  • coreligionist:din kardeşi, dini aynı olan kimse
  • corer:meyve göbeğini çıkarma aleti, oyma bıçağı
  • corespondent:eşin zina yaptığı kimse, zina davasına çıkan sevgili
  • corgi:welsh corgi cinsi köpek
  • coriaceous:deri, deriye benzer, kösele gibi
  • coriander:kişniş
  • coring:göbeğini almak, içini çıkarmak
  • corinth:korint
  • corinthian:korint tarzı, korintli kimse
  • cork:kara mantarla siyahlaştırmak, mantar, mantar meşesi kabuğu, mantarla tıkamak, tıkaç, tıpa, tıpalamak
  • corked:mantarın karasıyla boyanmış, mantarın kokusuyla bozulmuş, sarhoş
  • corker:kuyruklu yalan, olağanüstü şey, şaşırtıcı kimse, sonuca ulaşmayan tartışma
  • corking:harika, muhteşem, şahane
  • corkscrew:sarmal olarak kıvırmak, sarmal olarak kıvrılmak, tirbuşon
  • corky:canlı, hayat dolu, mantar, mantarımsı
  • cormorant:boğazlı, karabatak, obur
  • corn:buğday, ekin, kurutmak, mısır, mısır viskisi, nasır, salamura etmek, tahıl, tahıl tanesi, yulaf
  • corncob:koçan, mısır koçanı, mısır koçanından pipo
  • cornea:kornea, saydam tabaka
  • corned:salamura
  • cornel:karaniya
  • cornelian:akik taşı
  • corneous:boynuz gibi, boynuzdan yapılmış
  • corner:açı, bölge, bucak, ele geçirmek, kıstırmak, köşe, köşe atışı, köşe dönmek, köşe oluşturmak, köşede olan, köşeye sıkıştırmak, kuytu, tekel oluşturma, ücra yer, virajı almak
  • cornered:köşeli, köşeye sıkışmış, sıkıntılı
  • corners:açı, bölge, bucak, ele geçirmek, kıstırmak, köşe, köşe atışı, köşe dönmek, köşe oluşturmak, köşeye sıkıştırmak, kuytu, tekel oluşturma, ücra yer, virajı almak
  • cornerstone:esas, temel, temel taşı
  • cornerwise:çapraz
  • cornet:dondurma külahı, dondurmalı gofret, kornet, kornet çalan kimse, rahibe başlığı
  • cornetist:kornet çalan kimse
  • cornettist:kornet çalan kimse
  • cornfield:mısır tarlası
  • cornflakes:kahvaltılık gevrek, mısır gevreği
  • cornflour:mısır unu
  • cornflower:peygamberçiçeği
  • cornice:korniş, pervaz
  • cornish:cornwall ile ilgili, kelt diline ait, keltçe
  • cornstalk:buğday sapı, mısır sapı, uzun boylu ve kıvrak kimse
  • cornstarch:mısır nişastası
  • cornucopia:bereket, bolluk, boynuz biçimli kap, boynuz biçimli süsleme
  • corny:bayat, çok kullanılan, mısır, modası geçmiş, nasırlı, tahıl, tahıl bakımından zengin, tanecikli
  • corolla:korol, taçyapraklar
  • corollary:doğal sonuç, sonuç
  • corona:ayla, hale, taç şeklinde yapı, uzun puro
  • coronach:ağıt
  • coronary:kâlp atardamarı ile ilgili, koroner, taç gibi saran, taç şeklinde, tromboz
  • coronation:taç giyme, taç giyme töreni
  • coroner:sorgu yargıcı
  • coronet:süslü taç, taç
  • coroneted:asalet armalı, asilzadeliğe ait, taç giyen
  • corporal:bedensel, onbaşı
  • corporality:bedensel varlık, vücut
  • corporate:birleşmiş, şirkete ait, toplu, tüzel
  • corporation:belediye yetkilileri, dernek, kurum, şirket, şiş göbek, tüzel kişi
  • corporations:belediye yetkilileri, dernek, kurum, şirket, şiş göbek, tüzel kişi
  • corporeal:bedensel, maddesel, maddi
  • corporeality:bedensellik, maddesellik
  • corporeity:bedenen var olma, bedensel madde, var olma
  • corps:birlik, heyet, kıta, kolordu, topluluk
  • corpse:ceset, kadavra, ölü
  • corpulence:irilik, şişmanlık
  • corpulency:irilik, şişmanlık
  • corpulent:iri, şişman
  • corpus:ana kısım, kapital, külliyat, sermaye, yapı
  • corpuscle:kan hücresi, kan yuvarı, kürecik, parçacık, zerre
  • corpuscular:parçacık
  • corpuscule:kan hücresi, kan yuvarı, parçacık, zerre
  • corral:ağıl, etrafı çevrili yer, konak yeri
  • correct:cezalandırmak, doğru, doğrulamak, düzeltmek, haddini bildirmek, hatasız, kusursuz, tam, uygun
  • correcting:düzeltme
  • correction:ceza, cezalandırma, doğrulama, düzeltme, tashih
  • correctional:düzeltici, ıslah
  • correctitude:doğruluk, dürüstlük, uygunluk
  • corrective:düzeltici, düzeltici şey, ıslah edici, ıslah edici şey, yatıştırıcı
  • correctness:doğruluk, dürüstlük, uygunluk
  • corrector:düzelten kimse, düzeltici, eleştirmen, giderici, reformcu
  • correlate:bağ, bağ kurmak, bağdaştırmak, bağıntı, bağlantı kurmak, bağlantılı olmak, ilişiği olmak, ilişki, ilişkili olmak, ilişkili şey, ilişkisini ortaya çıkarmak, ilişkiyi göstermek, uymak
  • correlated:bağ kurmak, bağdaştırmak, bağlantı kurmak, bağlantılı olmak, ilişiği olmak, ilişkili olmak, ilişkisini ortaya çıkarmak, ilişkiyi göstermek, uymak
  • correlating:bağ kurmak, bağdaştırmak, bağlantı kurmak, bağlantılı olmak, ilişiği olmak, ilişkili olmak, ilişkisini ortaya çıkarmak, ilişkiyi göstermek, uymak
  • correlation:bağıntı, bağlılık, ilişki, kolerasyon
  • correlative:bağıntılı, bağıntılı şey, bağlılaşık sözcük, benzer
  • correspond:benzemek, haberleşmek, karşılığı olmak, mektuplaşmak, uymak, yaramak, yazışmak
  • correspondence:benzeşme, haberleşme, mektuplaşma, muhabirin ilettiği haber, uygunluk, yazışma
  • correspondent:eş, mektuplaşan, muhabir, uyan, yazışan, yazışma yapan kimse
  • corresponding:eş, mektuplaşan, uyan, yazışan, yerini tutan
  • corridor:dehliz, geçit, koridor
  • corrigenda:baskı hataları, düzeltmeler, hatalar, yanlış-doğru cetveli
  • corrigendum:baskı hatası, yanlış
  • corroborate:doğrulamak, onaylamak
  • corroboration:destekleme, doğrulama, onaylama, teyit
  • corroborative:doğrulayıcı, onaylayan
  • corroboratory:doğrulayıcı, onaylayan
  • corrode:aşındırmak, çürütmek, kemirmek, yıpranmak, yıpratmak
  • corroded:aşındırmak, çürütmek, kemirmek, yıpranmak, yıpratmak
  • corroding:aşındırmak, çürütmek, kemirmek, yıpranmak, yıpratmak
  • corrosion:aşındırma, aşınma, bozulma, korozyon, paslanma, yıpranma
  • corrosive:aşındırıcı, aşındırıcı madde, çürütücü, yıpratıcı
  • corrugate:buruşmak, buruşturmak, dalgalandırmak, kırışmak, kırıştırmak
  • corrugated:dalgalı, kıvrımlı, oluklu
  • corrugation:buruşturma, kırışık, kırışma, kırıştırma
  • corrupt:ahlaksız, ayartmak, baştan çıkarmak, bayağı, bozmak, bozulmuş, bulaştırmak, çürütmek, mahvetmek, rüşvet vermek, rüşvetçi, yiyici, yozlaşmış
  • corrupted:ayartmak, baştan çıkarmak, bozmak, bulaştırmak, çürütmek, mahvetmek, rüşvet vermek
  • corruptible:ayartılabılir, bozulabilir, rüşvet alır
  • corrupting:ayartıcı
  • corruption:ahlaksızlık, bozma, bozulma, çürüme, fesat, rüşvet, rüşvetçilik, yozlaştırma
  • corruptive:bozucu, bulaşıcı, çürütücü, zararlı
  • corsage:çiçek buketi, elbisenin üst kısmı, korsaj
  • corsair:korsan, korsan gemisi
  • corselet:korse-sütyen bileşimi çamaşır, sıkı giysi, zırh
  • corset:korse
  • cortege:alay, kafile, kortej
  • cortège:alay, kafile, kortej
  • cortes:kabuk, korteks, zar
  • cortex:beyin zarı, böbreküstü bezi zarı
  • cortisone:kortizon
  • corundum:elmastan sonraki en sert mineral, korindon
  • coruscate:ışıldamak, parlamak
  • coruscating:ışıldamak, parlamak
  • corvee:angarya
  • corvette:korvet
  • corvine:karga, karga gibi, kuzgun gibi
  • corydon:köylü, tipik köylü
  • corymb:demet, korimb, salkım
  • coryphaeus:koro şefi, sözcü, temsilci
  • coryza:burun akması, nezle
  • cos:marul
  • cosh:cop, coplamak, sopa
  • cosher:el bebek gül bebek büyütmek, şımartmak
  • cosine:kosinüs
  • cosiness:konfor, rahatlık
  • cosmetic:bakım ürünü, estetik, güzellik, kozmetik, makyaj malzemesi, plastik, yüzeysel
  • cosmetician:güzellik uzmanı, kozmetikçi
  • cosmetics:bakım ürünleri, makyaj malzemeleri, makyaj malzemesi
  • cosmetologist:güzellik uzmanı, kozmetikçi
  • cosmic:evrensel, geniş, kozmik
  • cosmical:evrensel, geniş, kozmik
  • cosmogony:evrendoğum, kozmogoni
  • cosmography:kozmografi
  • cosmology:evrenbilim, kozmoloji
  • cosmonaut:kozmonot, uzay adamı
  • cosmopolitan:çok uluslu, dünya vatandaşı, kozmopolit, ulusal özelliğini yitirmiş kimse
  • cosmos:düzen, evren, kâinat, kozmos, kozmos çiçeği
  • cosset:şımartmak, üstüne titremek
  • cost:etmek, fiyat, mal olmak, maliyet, masraf, neden olmak, paha, tutmak, zarar
  • costal:kaburgalara ait, yaprak damarı
  • costard:baş, ingiliz elması, kafa
  • costate:kaburgalı
  • coster:seyyar balıkçı, seyyar meyve satıcısı, seyyar satıcı
  • costermonger:seyyar balıkçı, seyyar meyve satıcısı, seyyar satıcı
  • costing:fiyat tespiti
  • costive:cimri, hasis, kabız
  • costiveness:cimrilik, kabızlık, pintilik
  • costlier:değerli, lüks, pahalı, pahalıya mal olan
  • costliest:değerli, lüks, pahalı, pahalıya mal olan
  • costliness:değer, ihtişam, lüks, paha, pahalılık
  • costly:değerli, lüks, pahalı, pahalıya mal olan
  • costs:etmek, fiyat, mal olmak, maliyet, masraf, neden olmak, paha, tutmak, zarar
  • costume:elbise, giysi, kıyafet, kostüm, mayo, sahne elbisesi, tayyör
  • costumer:giysici, kostümcü
  • costumes:elbise, giysi, kıyafet, kostüm, mayo, sahne elbisesi, tayyör
  • costumier:giysici, kostümcü
  • cosy:çaydanlık örtüsü, ev gibi, keyifli, konforlu, rahat, sıcacık
  • cot:ağıl, bebek karyolası, küçük kulübe, kümes, portatif karyola
  • cotangent:eşteğetlik, kotanjant
  • cote:ağıl, kulübe, kümes
  • coterie:seçkin çevre, topluluk, zümre
  • cothurnus:coşkulu stil, sandalet
  • cottage:kır evi, kulübe, sayfiye evi
  • cottager:rençper, sayfiye evinde oturan kimse
  • cotter:anahtar, çivi, kama
  • cotton:anlaşmak, dost olmak, koton, pamuk, pamuk ipliği, pamuklu, pamuklu dokuma
  • cottonseed:çiğit, pamuk çekirdeği
  • cottontail:pamuk kuyruklu tavşan
  • cottonwool:ham pamuk, hidrofil pamuk
  • cottony:ince tüylü, pamuk, pamuk gibi, pamuklu, yumuşacık
  • cotyledon:kotiledon, tohumdan çıkan ilk yaprak
  • couch:arpayı çimlenmeye bırakmak, astar boya, ayrık otu, çömelip beklemek, divan, ifade etmek, in, ininde uyumak, kanepe, kataraktı tedavi etmek, mızrağı indirmek, muayene sediri, nakışlamak, pusuya yatmak, sedir, söylemek, yatmak
  • couchant:yatan, yatar durumda olan
  • couchette:kuşet, tren yatağı
  • cougar:puma
  • cough:öksürme, öksürmek, öksürük, öksürür gibi ses çıkarmak
  • coughing:öksürmek, öksürür gibi ses çıkarmak
  • coughs:öksürme, öksürmek, öksürük, öksürür gibi ses çıkarmak
  • couloir:sel sularından dere, sel sularının açtığı vadi, tarak makinesi
  • coulomb:amper-saniye, kulomb
  • coulter:saban kulağı, sapan bıçağı
  • council:divan, konsey, kurul, meclis, yönetim kurulu
  • councillor:kurul üyesi, meclis üyesi
  • councilor:kurul üyesi, meclis üyesi
  • counsel:akıl vermek, avukat, danışma, danışman, dava vekili, düşünce, hukuk danışmanı, nasihat, nasihat etmek, niyet, öğüt, öğüt vermek, tavsiye
  • counsellor:avukat, danışman, elçiden sonraki diplomat, müşavir, yaz kampı idarecisi
  • counselor:avukat, danışman, elçiden sonraki diplomat, müşavir, yaz kampı idarecisi
  • counselors:avukat, danışman, elçiden sonraki diplomat, müşavir, yaz kampı idarecisi
  • count:addetmek, dava maddesi, hesaba katma, hesaba katmak, hesap, iddialar, kont, önemi olmak, önemseme, sayı, sayı saymak, sayılmak, sayma, saymak, varsaymak
  • countable:sayılabilir
  • countdown:geriye sayım
  • counted:addetmek, hesaba katmak, önemi olmak, sayı saymak, sayılmak, saymak, varsaymak
  • countenance:denge, destek, desteklemek, kontrol, onama, onamak, surat, teşvik, teşvik etmek, uygun bulmak, yüz, yüz ifadesi, yüz vermek
  • counter:aksi, aykırı, çene altı ile omuz arası, fiş, gişe, karşı, karşı atak yapmak, karşı koymak, karşı şey, karşılık, karşılık vermek, kontra, kontra yumruk atmak, kontuar, sayaç, ters, tezgâh, zıt
  • counteract:etkisiz hale getirmek, etkisizleştirmek, karşı koymak
  • counteracting:etkisiz hale getirmek, etkisizleştirmek, karşı koymak
  • counteraction:etkisini yok etme, karşı hareket, karşı koyma
  • counteractive:karşı harekette bulunan, karşı koyan
  • counteratraction:karşı çekim
  • counterattack:karşı atak, karşı saldırı, karşı saldırıda bulunmak, kontratak, kontratak yapmak
  • counterbalance:eş ağırlık, eşit güçle karşı koymak, karşılamak, karşılık
  • counterblast:ters cevap
  • countercharge:karşı saldırı, karşı saldırıya geçmek, karşı suçlama, karşı suçlamada bulunmak
  • countercheck:engel, reaksiyon, tekrar kontrol etme, tepki
  • counterclaim:karşı dava, karşı dava açmak
  • counterespionage:casusluğu ortaya çıkarma, karşı casusluk
  • counterfeit:kalp, kalp para, para basmak, sahte, sahte şey, sahtesini yapmak, taklit, taklit etmek, yapmacık
  • counterfeiter:iki yüzlü, kalpazan, sahteci, sahtekâr
  • counterfeiting:sahtekârlık, sahtesini yapma
  • counterfoil:kâğıdın dağıtılmayan kısmı, koçan, kupon
  • countering:karşı atak yapmak, karşı koymak, karşılık vermek, kontra yumruk atmak
  • counterintelligence:karşı casusluk
  • counterjumper:tezgâhtar
  • counterman:tezgâhta duran kimse, tezgâhtar
  • countermand:emri geçersiz saymak, feshetmek, iptâl emri, iptal etmek, önceki emri geçersiz kılan emir
  • countermanding:emri geçersiz saymak, feshetmek, iptal etmek
  • countermarch:geriye dönüş, ters yönde yürüme
  • countermeasure:karşı önlem, önlem
  • countermotion:karşı akım, karşı öneri
  • counteroffer:karşı öneri, karşı teklif, mukabil teklif
  • counterpane:yatak örtüsü
  • counterpart:akran, benzer, emsâl, eş, karşılık, meslektaş, suret
  • counterplot:karşı entrika, karşı önlem
  • counterpoint:kontrpuan
  • counterpoise:denge, dengelemek, denk, eş ağırlık, eşit kuvvetle karşı koymak, karşılamak
  • counterproductive:amaca zararlı, zarar verici
  • counterrevolution:karşı devrim
  • countershaft:ara mili, geri vites şaftı, transmisyon mili
  • countersign:ikinci imza, onay imzası, onaylamak, parola
  • countersignature:ikinci imza, onay imzası, uygulama imzası
  • countersink:havşa, havşa açma kalemi, havşa açmak
  • countervail:denklemek, eşit kuvvetle karşı koymak, eşitlemek, karşılamak
  • counterweigh:eşit ağırlık, karşılık
  • counterwork:engel, engellemek, karşı çalışma, karşı koymak, önlemek
  • countess:kontes
  • counting:hesap, sayım, sayma
  • countless:çok, sayısız
  • countries:arazi, diyar, köy, memleket, sayfiye, taşra, toprak, ülke
  • countrified:basit, kırsal, köye ait, köylü
  • country:arazi, diyar, kırsal, köy, memleket, sayfiye, taşra, taşraya ait, toprak, ülke
  • countryfied:basit, kırsal, köye ait, köylü
  • countryfolk:köylü, taşra halkı
  • countryman:hemşehri, köylü, taşralı, vatandaş
  • countrymen:hemşehri, köylü, taşralı, vatandaş
  • countrys:arazi, diyar, köy, memleket, sayfiye, taşra, toprak, ülke
  • countryside:kırsal bölge, kırsal yöre halkı
  • countrywide:ülke çapında
  • countrywoman:hemşehri, köylü kadın, taşralı kadın, vatandaş
  • county:idari bölge, il, ilçe, kont, kontluk, vilâyet
  • coup:askeri darbe, başarılı vuruş, darbe, hükümet darbesi
  • coupe:iki kişilik araba, kup, spor araba, yarım kompartıman
  • couple:bağlamak, birleşmek, birleştirmek, çift, çiftleşmek, çiftleştirmek, eş, eşleştirmek, iki, ilişkiye girmek, karı koca
  • coupled:çiftleşmiş
  • coupler:bağlama kolu
  • couples:bağlamak, birleşmek, birleştirmek, çift, çiftleşmek, çiftleştirmek, eş, eşleştirmek, iki, ilişkiye girmek, karı koca
  • couplet:beyit, çift mısra
  • coupling:bağlama, bağlantı, çiftleşme, eşleşme
  • coupon:bono, faiz kuponu, koçan, kupon
  • courage:cesaret, medeni cesaret, yiğitlik, yüreklilik
  • courageous:cesur, gözüpek, korkusuz, yiğit, yürekli
  • courageously:cesurca, yiğitce, yüreklice
  • courageousness:cesurluk
  • courgette:dolmalık kabak
  • courier:ajan, haberci, kurye, özel ulak, rehber, ulak
  • course:akış, akmak, av sürmek, dizi, dökülmek, gidişat, köpeklerle kovalamak, koşmak, koşturmak, kur, pist, rota, seyir, sıralama, süreç, sürgün avına çıkmak, tabak, yön
  • courser:süvari atı
  • courses:adet, regl
  • court:aranmak, avlu, celse, dar sokak, davet etmek, hükümdarlık, istemek, konak, kort, kur, kur yapmak, mahkeme, oturum, oyun alanı, saltanat, saray, saray halkı, toplantı, yaltaklanmak
  • courteous:ince, kibar, nazik, saygılı
  • courtesan:fahişe, sosyete orospusu
  • courtesy:incelik, nezaket
  • courtezan:fahişe, sosyete orospusu
  • courthouse:adliye, hükümet binası, mahkeme binası
  • courtier:nedim, saray mensubu
  • courtiers:nedim, saray mensubu
  • courting:kur yapma
  • courtly:dalkavukluk eden, kibar, saraya uygun, zarif
  • courtroom:mahkeme salonu
  • courtship:kur, kur yapma
  • courtyard:avlu
  • cousin:kuzen, kuzin, teyze çocuğu
  • cousins:kuzen, kuzin, teyze çocuğu
  • couturier:desinatör, modacı, terzi
  • couturiere:desinatör, modacı, terzi
  • cove:ahbap, barınak, herif, kemer, kemer oluşturmak, körfez, kovuk, koy, sığınak
  • covenant:anlaşma, anlaşmak, antlaşma, söz vermek, sözleşme, sözleşme yapmak, tüzük, uzlaşmak, vâât etmek
  • coventrize:bombalamak, yerle bir etmek
  • cover:av yeri, bahane, içermek, kap, kapak, kapamak, kapatmak, kaplamak, kaplık, kapsamak, kılıf, korumak, kuver, örtmek, örtü, paket, sığınak, üzerini kapatmak, yetmek, zarf
  • coverage:haber yayın süresi, haber yorumu, sigorta kapsamı
  • covered:kapalı, kapatılmış, kaplanmış, kaplı, örtülü, saklı
  • covering:kabuk, kapama, kaplama, kaplayan, koruma, örten, örtü, sığınak, tabaka, üst
  • coverlet:yatak örtüsü
  • coverlid:yatak örtüsü
  • covers:av yeri, bahane, içermek, kap, kapak, kapamak, kapatmak, kaplamak, kaplık, kapsamak, kılıf, korumak, kuver, örtmek, örtü, paket, sığınak, üzerini kapatmak, yetmek, zarf
  • covert:gizli, kalın bir tür kumaş, örtülü, saklanılan yer, saklı, sığınak
  • coverture:kocanın himayesinde olma
  • covet:çok istemek, gıpta etmek, gözü kalmak, imrenmek
  • covetable:arzu edilen, çok istenen
  • coveted:çok istemek, gıpta etmek, gözü kalmak, imrenmek
  • covetous:aç, açgözlü, hırslı, istekli
  • covetousness:açgözlülük, hırslı olma, tamahkârlık
  • covey:familya, kuş sürüsü, sürü, takım
  • cow:büyük hayvan, inek, korkutmak, sindirmek, yıldırmak
  • coward:korkak, ödlek, ödlek kimse, tabansız
  • cowardice:alçaklık, korkaklık
  • cowardly:alçak, alçakça, korkak, korkakça, namert, ödlek, yüreksizce
  • cowberry:kırmızı yabanmersini
  • cowboy:kovboy, sığır çobanı, sığırtmaç, usta binici
  • cowed:korkutmak, sindirmek, yıldırmak
  • cower:çökmek, çömelmek, dizlerinin bağı çözülmek, korkudan sinmek
  • cowhand:kovboy, sığır çobanı, sığırtmaç
  • cowherd:kovboy, sığır çobanı, sığırtmaç
  • cowhide:meşin kırbaç, sığır derisi
  • cowhouse:ahır
  • cowl:baca şapkası, kaplama, kukuletalı cüppe, motor kapağı, rahip cüppesi
  • cowling:kaput, motor kapağı
  • cowman:çiftlik sahibi, çoban, hayvan yetiştiricisi, sığırtmaç
  • coworker:iş arkadaşı, meslektaş
  • cowpat:gübre, sığır pisliği
  • cowpats:gübre, sığır pisliği
  • cowpox:sığır çiçek hastalığı
  • cowpuncher:kovboy
  • cowrie:deniz kabuğu, tropikal deniz salyangozu
  • cowry:deniz kabuğu, tropikal deniz salyangozu
  • cowshed:ahır, mandıra
  • cowslip:çuhaçiçeği
  • cox:dümen kullanmak, dümenci, dümencilik yapmak, serdümen
  • coxcomb:bobstil, horozibiği, horozibiği çiçeği, züppe
  • coxswain:dümen kullanmak, dümenci, dümencilik yapmak, filika dümencisi, filika ve personel sorumlusu
  • coy:çekingen, nazlı, utangaç
  • coyness:çekingenlik, naz, utangaçlık
  • coyote:çakal, kır kurdu
  • coypu:şili kunduzu
  • cozen:aklını çelmek, dolandırmak, kandırmak, koparmak, zorlamak
  • cozy:çaydanlık örtüsü, ev gibi, keyifli, konforlu, rahat, sıcacık
  • crab:berbat etmek, her şeye kusur bulan kimse, homurdanma, kusur bulmak, mızmız, mızmızlanmak, mızmızlık, pavurya, sızlanma, vinç, yengeç, yüzüne gözüne bulaştırmak
  • crabbed:aksi, darmadağın, huysuz, kargacık burgacık, karman çorman, okunaksız, ters
  • crabby:aksi, darmadağın, huysuz, karman çorman
  • crack:aralık, as, birinci sınıf şey, çatallaşmak, çatırdamak, çatırdatmak, çatırtı, çatlak, çatlamak, çatlatmak, çene çalma, çökmek, deneme, espri, kırmak, özür, patlama, patlamak, şaklama, şaklatmak, şiddetle vurma, vuruş, yarılmak
  • crackbrained:çatlak, kaçık
  • crackdown:baskı, sıkı önlem
  • cracked:çatlak, çatlamış, kaçık, kırık
  • cracker:bisküvi, fişek, kıracak, kraker
  • crackers:çatlak, deli
  • cracking:çatlama
  • crackle:çatırdamak, çatırdatmak, çatırtı, çatlak desen ile süslemek, çatlak desenli çini kap, çatlak gibi görünen desen, çıtırdamak, çıtırtı
  • crackling:çatırdama, hışırtı, jambonun çıtır çıtır kısmı
  • cracknel:gevrek bisküvi, gevrek jambon, kraknel
  • crackpot:çılgın, ilginç, ilginç tip
  • cracks:çatallaşmak, çatırdamak, çatırdatmak, çatlak, çatlamak, çatlatmak, çökmek, kırmak, patlamak, şaklatmak, şiddetle vurma, yarılmak
  • cracksman:ev hırsızı, hırsız, kasa hırsızı, soyguncu
  • crackup:çökme, kaza, yıkılma
  • cracky:çatlak, deli
  • cradle:başlangıç, beşiğe yatırmak, beşik, gemi kızağı, kızak, özenle kucaklamak, sakınmak, tırpan ile ot biçmek, yetiştirmek
  • craft:beceri, gemi, hile, hüner, sanat, uçak, zanaat
  • craftiness:kurnazlık, şeytanlık
  • crafts:el sanatları
  • craftsman:sanatçı, sanatkâr, usta
  • craftsmanship:hüner, ince iş, sanatçılık, ustalık
  • crafty:düzenbaz, kurnaz, şeytan, tilki gibi
  • crag:kayalık, uçurum
  • craggy:kayalıklı, sarp, yontulmamış
  • cragsman:dağcı
  • cram:inekleme ile öğrenilen şeyler, ineklemek, inekletmek, izdiham, kalabalık, semirtmek, sınav öncesi yoğun çalışma, sınava hazırlamak, tıka basa doldurmak, tıka basa yedirmek, tıkınmak, tıkıştırmak, tıkmak
  • crammed:ineklemek, inekletmek, semirtmek, sınava hazırlamak, tıka basa doldurmak, tıka basa yedirmek, tıkınmak, tıkıştırmak, tıkmak
  • crammer:hazırlık kitabı, hızlandırılmış kurs, hızlandırılmış kurs öğretmeni
  • cramming:tıkınma
  • cramp:engel, engellemek, kenetlemek, kısıtlamak, kramp, krampa neden olmak, krampon, mengene, mengene ile sıkıştırmak, tutmak
  • cramped:kasılmış, kramp girmiş, okunaksız, sıkışık
  • crampfish:torpilbalığı, uyuşturan balık
  • cramping:engellemek, kenetlemek, kısıtlamak, krampa neden olmak, mengene ile sıkıştırmak, tutmak
  • crampiron:kanca, kenet, krampon, mengene
  • crampon:çivi, kenet, krampon, mengene, tırmanma demiri
  • crampoon:çivi, kenet, krampon, mengene, tırmanma demiri
  • cramps:engel, engellemek, kenetlemek, kısıtlamak, kramp, krampa neden olmak, krampon, mengene, mengene ile sıkıştırmak, tutmak
  • cranberry:kızılcık, kızılcık benzeri bir meyve
  • crane:sifon, turna, turna gibi uzanmak, vinç, vinç ile kaldırmak
  • cranial:kafatası, kafatasına ait
  • cranium:kafa kemiği, kafatası
  • crank:acayip kimse, dengesi bozulabilir, gevşek, güçsüz, huysuz, kelime oyunu, kol, krank, krankla bağlamak, krankla çalıştırmak, laçka, manivelâ, sabit fikir, saplantı, takıntılı kimse
  • cranked:krankla bağlamak, krankla çalıştırmak
  • crankiness:acayiplik, gariplik, huysuzluk
  • crankshaft:krank mili
  • cranky:dengesi her an bozulabilir, garip, huysuz, laçka, ters, tuhaf
  • cranny:çatlak, kuytu, sığınak, yarık
  • crap:bok, çerçöp, ıvır zıvır, pislik, sıçmak
  • crape:krep, krepon kumaş, matem tülü
  • crappy:berbat, boktan, bombok, rezil
  • craps:kreps
  • crapulence:akşamdan kalma oluş, mide fesadı, sarhoşluk
  • crash:batmak, çarpmak, çatırtı, davetsiz olarak gitmek, düşmek, gürültü, gürültü etmek, gürültüyle düşmek, iflas, iflas etmek, kaza, kırılmak, parçalanma, parçalanmak, sabahlamak, yoğun kurs
  • crashing:hızlı, seri, yoğun
  • crashlanding:mecburi iniş, zorlu iniş
  • crass:ahmak, bön, dangalak, hissiz, kaba
  • crassness:ahmaklık, dangalaklık, kabalık, kalınlık
  • crate:büyük sepet, kasa, kasaya yerleştirmek, küfe, küfelemek, sandık, sandıklamak
  • crated:kasaya yerleştirmek, küfelemek, sandıklamak
  • crater:bombanın açtığı çukur, krater
  • craters:bombanın açtığı çukur, krater
  • cravat:boyunbağı, eşarp, kravat
  • crave:can atmak, çok istemek, hasret olmak, yalvarmak
  • craven:korkak, namert
  • craving:arzu, hasret, özlem
  • craw:kursak, mide
  • crawfish:istakozdan küçük böcek, kerevides, kerevit
  • crawl:ağır gidiş, dolu olmak, emeklemek, karıncalanmak, kaynıyor olmak, krol yüzme, krol yüzmek, sürünmek, yağ yapmak, yavaş ilerleme, yavaş ilerlemek
  • crawler:bebek tulumu, böcek, krol yüzücü, sümüklüböcek, sürünen şey, yağcı, yaltakçı
  • crawling:emekleme
  • crawly:tüyler ürpertici, ürkütücü
  • crayfish:istakozdan küçük böcek, kerevides, kerevit
  • crayon:ana hatlarıyla anlatmak, mum boya, mum boya çalışması, mum boya ile resim yapmak, mum boya ile yapılmış resim, renkli kalem
  • crayons:ana hatlarıyla anlatmak, mum boya, mum boya çalışması, mum boya ile resim yapmak, mum boya ile yapılmış resim, renkli kalem
  • craze:çatlak desenle sırlamak, çatlamak, çatlatmak, çılgınlık, delirtmek, moda, rağbet
  • crazed:çılgın, deliye dönmüş, heyecanlı
  • craziest:aptalca, çıldırmış, çılgın, deli, derme çatma, karmaşık, mecnun, salak
  • crazily:delice
  • craziness:çılgınlık, delilik
  • crazing:çatlak desenle sırlamak, çatlamak, çatlatmak, delirtmek
  • crazy:aptalca, çıldırmış, çılgın, deli, derme çatma, karmaşık, mecnun, salak
  • creak:çatırdamak, gıcırdamak, gıcırtı
  • creaking:gıcırdayan
  • creaky:gıcırtılı, harap, kuşkulu, şüpheli
  • cream:bej, boşalmak, çırpmak, en iyi kısım, kaymağını almak, kaymak, kaymak tutmak, köpürmek, krem, krem rengi, krem renkli, krem sürmek, krema, krema katmak, kremalı, öz, suyunu çıkarmak, tatmin olmak, yormak
  • creamery:mandıra, sütçü dükkânı, süthane
  • creamy:kaymak gibi, kaymaklı, kremsi
  • crease:buruşmak, buruşturmak, buruşuk, ceza alanı, kat yeri, katıla katıla gülmek, katlamak, katlanmak, kırışık, kırışmak, kıvrım, pli, pli yapmak, pot, sıyırmak, ütü çizgisi
  • creased:buruş buruş, buruşuk, katlı
  • creasing:buruşmak, buruşturmak, katıla katıla gülmek, katlamak, katlanmak, kırışmak, pli yapmak, sıyırmak
  • create:atamak, meydana getirmek, neden olmak, oluşturmak, yapmak, yaratmak, yetki vermek
  • created:atamak, meydana getirmek, neden olmak, oluşturmak, yapmak, yaratmak, yetki vermek
  • creates:atamak, meydana getirmek, neden olmak, oluşturmak, yapmak, yaratmak, yetki vermek
  • creating:atamak, meydana getirmek, neden olmak, oluşturmak, yapmak, yaratmak, yetki vermek
  • creation:alem, atama, buluş, eser, evren, hilkat, kreasyon, oluşum, yaradılış
  • creative:neden olan, oluşturan, yaratıcı
  • creativeness:yaratıcılık
  • creativity:yaratıcılık
  • creator:kreatör, kurucu, yaratıcı
  • creators:kreatör, kurucu, yaratıcı
  • creature:alet olan kimse, kul, varlık, yaratık
  • creatures:alet olan kimse, kul, varlık, yaratık
  • creche:kreş, yuva
  • credence:güven, inanç, itimat
  • credentials:güven belgesi, itimatname, referans
  • credibility:güvenilirlik
  • credible:güvenilir, inandırıcı, inanılır
  • credit:alacak, beğeni, emniyet, güven, güvenmek, hesaptaki para miktarı, inanma, inanmak, itibar, kazanç, kredi, kredi vermek, kredisine yazmak, saygınlık, vade, yatırmak
  • creditable:beğenilen, güvenilir, itibarlı
  • credited:itibarlı
  • crediting:güvenmek, inanmak, kredi vermek, kredisine yazmak, yatırmak
  • creditor:alacaklı, kredi veren kimse
  • credits:alacak, beğeni, emniyet, güven, güvenmek, hesaptaki para miktarı, inanma, inanmak, itibar, kazanç, kredi, kredi vermek, kredisine yazmak, saygınlık, vade, yatırmak
  • credo:amentü, iman, inanç
  • credulity:her şeye inanma, saflık
  • credulous:her şeye inanan, saf
  • creed:iman, inanç, itikat, mezhep, öğreti
  • creek:çay, dere, koy, küçük körfez
  • creel:balık sepeti, balıkçı küfesi
  • creep:emekleme, emeklemek, kayma, sarılarak büyümek, sevilmeyen kimse, sığınak, sızıntı, sızmak, sokulmak, sürünerek ilerlemek, sürünme, sürünmek, toprak kayması, ürperme, ürpermek, ürperti, yaltakçı, yayılma, yuva
  • creepage:akım kaybı, dağılma, kayma, sızıntı, yayılma
  • creeper:dalkavuk, krampon, sarmaşık, sürüngen, tırmaşık kuşu, yaltakçı
  • creepers:bebek tulumu
  • creeping:emekleyen, sarmaşık türünden, sürünen, ürpertici
  • creeps:emekleme, emeklemek, kayma, sarılarak büyümek, sevilmeyen kimse, sığınak, sızıntı, sızmak, sokulmak, sürünerek ilerlemek, sürünme, sürünmek, toprak kayması, ürperme, ürpermek, ürperti, yaltakçı, yayılma, yuva
  • creepy:emekleyen, sokulan, sürünen, ürpertici
  • cremate:ölü yakmak
  • cremation:ölü yakma
  • crematorium:krematoryum, ölü yakma yeri
  • creme:krem likör, likör
  • crenate:çentikli, kenarı tırtıllı
  • crenated:çentikli, kenarı tırtıllı
  • crenel:kale duvar deliği, mazgal
  • crenelate:mazgallarla donatmak
  • crenelated:mazgallı
  • crenellate:mazgallarla donatmak
  • crenellated:mazgallı
  • crenellation:mazgallı siper
  • creosote:katran ruhu, kreozot
  • crepe:bürümcük, krep
  • crepitate:çatırdamak
  • crepitation:çatırdama, hırıltı
  • crept:emeklemek, sarılarak büyümek, sızmak, sokulmak, sürünerek ilerlemek, sürünmek, ürpermek
  • crepuscular:alaca karanlık, alaca karanlıkta çıkan
  • crescendo:artarak, hızlanarak, kreşendo
  • crescent:ay çöreği, ayça, büyümekte olan, gelişen, hilâl, hilâl şeklinde, yeni ay
  • cress:tere
  • cresset:fener, kandil, meşale
  • crest:arma, dalga tepesi, doruk, ibik, sorguç, sorguç biçiminde yapmak, tepe, zirveye ulaşmak
  • crested:antetli, armalı, ibikli, sorguçlu, tepeli
  • crestfallen:başı önüne eğilmiş, düş kırıklığına uğramış, üzgün
  • cretaceous:mesozoik dönemin sonuna ait, tebeşirimsi, tebeşirli
  • cretan:girit, girit’e ait, giritli
  • cretin:ahmak, aptal, kreten, salak, zekâ özürlü kimse
  • cretinous:kretinizm hastası, miskinleşmiş
  • crevasse:çatlak, yarık
  • crevasses:çatlak, yarık
  • crevice:çatlak, gedik, yarık
  • crew:ekip, izci grubu, mürettebat, sürü, tayfa
  • crib:ahır, ahıra tıkmak, ahırı yemlikle donatmak, aşırma, aşırmak, bebek yatağı, beşik, çalmak, çocuk yatağı, ev, kopya, kopya çekmek, kulübe, yemlik
  • cribbage:bir tür iskambil oyunu
  • cribbed:ahıra tıkmak, ahırı yemlikle donatmak, aşırmak, çalmak, kopya çekmek
  • cribbing:kopya
  • cribriform:delikli, kalbur gibi
  • crick:adale kasılması, boyun tutulması, tutulma
  • cricket:cırcırböceği, kriket
  • cried:ağlamak, bağırmak, çığlık atmak, haykırmak, seslenmek
  • crier:duyuru yapan kimse, haykıran kimse, ilan eden, tellal
  • crime:aptallık, cezalandırmak, cinayet, cinayet romanı, sabıka, suç, suçlu bulmak, yüz karası
  • crimea:kırım
  • crimean:kırım, kırım ile ilgili
  • crimes:aptallık, cinayet, cinayet romanı, sabıka, suç, yüz karası
  • criminal:canice, ceza, cinayet, sabıkalı, suç oluşturan, suçlu
  • criminalise:suç işlemesine neden olmak
  • criminality:suç, suçluluk
  • criminalize:suç işlemesine neden olmak
  • criminals:sabıkalı, suçlu
  • criminate:itham etmek, suçlamak
  • criminology:kriminoloji, suçbilim
  • crimp:askere almak, dalga, durdurmak, engel, engellemek, katlamak, kıvırmak, kıvrım, lüle lüle saç, mani, yarmak, zorla askere almak
  • crimped:askere almak, durdurmak, engellemek, katlamak, kıvırmak, yarmak, zorla askere almak
  • crimson:kıpkırmızı, kıpkırmızı olmak, kırmızılaştırmak, kızarmak, koyu kırmızı, koyu kırmızı renk
  • cringe:korkuyla eğilmek, sinmek, yalakalık yapmak, yaltaklanmak
  • cringing:dalkavuk, yalaka, yaltakçı
  • crinite:kıllı, saçlı
  • crinkle:buruşmak, buruşturmak, hışırdamak, hışırdatmak, kırışık, kırışmak, kırıştırmak
  • crinkled:buruşmak, buruşturmak, hışırdamak, hışırdatmak, kırışmak, kırıştırmak
  • crinkly:buruşuk, kırışık, kıvrımlı
  • crinoline:çemberli etek, kabarık etek
  • cripple:felce uğratmak, kötürüm, kötürüm bırakmak, sakat, sakatlamak, topal, zayıflatmak
  • crippled:eli ayağı tutmayan, kötürüm, sakat, topal
  • crippling:felce uğratan
  • crises:buhran, bunalım, dönüm noktası, kriz
  • crisp:canlı, çıtır çıtır, dalgalandırmak, gevrek, gevrekleşmek, gevrekleştirmek, gıcır gıcır, kırışık, kıtır kıtır, kıvırcık, kıvırmak, kıvrılmak, taze, zindeleştiren
  • crispness:canlılık, gevreklik, körpelik, tazelik, zindelik
  • crisps:cips, patates cipsi
  • crispy:canlandırıcı, canlı, çıtır çıtır, gevrek, kırışık, kıvırcık, zinde
  • crisscross:aksine, çapraz, çapraz çizgiler çizmek, çapraz kesişen doğrular, çaprazımsı, çaprazlama çizgili, çaprazlama gidip gelmek, çaprazlama işaret, tersine
  • criteria:ayırıcı özellik, kıstas, kriter, ölçüt
  • criterion:ayırıcı özellik, kıstas, kriter, ölçüt
  • critic:eleştirici, eleştirmen, karşı olan kimse, kusur bulup duran kimse, muhalif
  • critical:ciddi, eleştirici, hassas, kritik, titiz
  • critically:ciddi olarak
  • criticise:eleştirmek, kritiğini yapmak, kusur bulmak, tenkit etmek
  • criticism:eleştiri, kınama, tenkit
  • criticize:eleştirmek, kritiğini yapmak, kusur bulmak, tenkit etmek
  • criticized:eleştirmek, kritiğini yapmak, kusur bulmak, tenkit etmek
  • criticizing:eleştirme
  • critics:eleştirici, eleştirmen, karşı olan kimse, kusur bulup duran kimse, muhalif
  • critique:eleştiri, eleştiri yazısı
  • critter:mahluk, varlık, yaratık
  • croak:boğuk ses çıkarmak, fertiği çekmek, gaklamak, karamsar kimse, karga gibi ötmek, kurbağa gibi ses çıkarmak, öldürmek, ölmek, şom ağızlı kimse, vaklamak
  • croaker:karamsar kimse, şarlatan, şom ağızlı kimse
  • croaking:boğuk ses çıkarmak, fertiği çekmek, gaklamak, karga gibi ötmek, kurbağa gibi ses çıkarmak, öldürmek, ölmek, vaklamak
  • croaky:boğuk, karga gibi, kurbağa gibi
  • croat:hırvat, hırvatistanlı
  • croatia:hırvatistan
  • croatian:hırvat
  • crochet:kroşe, kroşe yapmak, tığ ile işlemek, tığ işi
  • crocheting:kroşe yapmak, tığ ile işlemek
  • crock:aciz kimse, çömlek, güveç, külüstür araç, sakat, saksı, toprak kap kırığı, yaşlı at
  • crockery:çanak çömlek
  • crocks:aciz kimse, çömlek, güveç, külüstür araç, sakat, saksı, toprak kap kırığı, yaşlı at
  • crocodile:ikişer ikişer yürüyen öğrenciler, krokodil, timsah
  • crocus:çiğdem, demir peroksit, safran
  • croesus:karun, krezüs, para babası, servetiyle ünlü lidya kralı
  • croft:eve bitişik tarla, küçük çiftlik
  • crofter:çiftçi, küçük araziyi işleten çiftçi
  • croissant:ay çöreği, kruasan, kruvasan
  • cromlech:dolmen, üç taşlı taş devri mezarı
  • crone:kocakarı, yaşlı kadın
  • crony:dost, kafadar, yakın arkadaş
  • crook:bükmek, bükülmek, çoban değneği, dolandırıcı, kanca, kıvırmak, piskopos asası, sahtekâr
  • crookback:kambur
  • crookbacked:kambur
  • crooked:çarpık, çarpık çurpuk, çökmüş, deforme olmuş, dolandırıcı, eğri, eğri büğrü, hilekâr, kargacık burgacık, sahtekâr, yamuk yumuk
  • crookedness:çarpıklık, eğrilik
  • croon:mırıldanmak, şarkı mırıldamak
  • crooning:şarkı mırıldamak
  • crop:biçmek, dikmek, ekin, ekip biçme, ekmek, hasat, işleme, kalabalık, kesmek, kırpmak, kısa kesilmiş saç, kursak, mahsul, otlamak, ürün, ürün vermek, verim, yemek
  • cropped:biçmek, dikmek, ekmek, kesmek, kırpmak, otlamak, ürün vermek, yemek
  • cropper:başarısızlık, bozgun, ekin, kursağını şişirebilen güvercin, yıkım
  • cropping:biçmek, dikmek, ekmek, kesmek, kırpmak, otlamak, ürün vermek, yemek
  • crops:biçmek, dikmek, ekin, ekip biçme, ekmek, hasat, işleme, kalabalık, kesmek, kırpmak, kısa kesilmiş saç, kursak, mahsul, otlamak, ürün, ürün vermek, verim, yemek
  • croquet:kroket, krokette top sürmek
  • croquette:kroket, patates köftesi, top köfte
  • crosier:piskopos asası
  • cross:aksi, artı işareti, bozmak, çapraz, çapraz çizgiler çizmek, çaprazlama, çaprazlaştırmak, dargın, darılmak, dert, dörtyol ağzı, düzenbaz, engellemek, geçmek, haç, haç işareti yapmak, hile, hilekâr, karşılaşmak, karşıt, kesişen, kesişmek, kızgın, melez, melezlemek, üst üste atmak
  • crossbar:engel çubuğu, enine bağlantı, kale üst direği, kol demiri
  • crossbeam:kuşak kirişi
  • crossbench:bağımsız, tarafsız
  • crossbow:yaylı tüfek
  • crossbred:kırma, melez
  • crossbreed:çaprazlama ile döllemek, melez canlı, melez elde etmek
  • crossbreeding:melez yetiştirme
  • crosscheck:karşılaştırma, karşılaştırmak, sağlama yapma, sağlama yapmak
  • crosscurrent:ters akıntı, zıt akım
  • crosscut:enine, enine kesen, enine kesit
  • crossed:bozmak, çapraz çizgiler çizmek, çaprazlaştırmak, darılmak, engellemek, geçmek, haç işareti yapmak, karşılaşmak, kesişmek, melezlemek, üst üste atmak
  • crossfertilize:bitkisel melez meydana getirme, çaprazlama döllemek, çaprazlama ile döllemek, dışarıdan etkilemek
  • crossfire:çapraz ateş, soru yağmuru, yaylım ateşi
  • crosshatching:tarama
  • crossing:deniz yolculuğu, geçit, kesit
  • crossness:aksilik, huysuzluk, kızgınlık, terslik
  • crossover:aşma, atlama, geçit, genetik değişim
  • crosspatch:aksi, huysuz
  • crossroad:dönüm noktası, kavşak, yan yol
  • crossroads:dönüm noktası, dörtyol ağzı, kavşak
  • crosssection:enine kesit, tipik örnek
  • crosswalk:yaya geçidi
  • crosswalks:yaya geçidi
  • crossways:aykırı, çapraz, çaprazlama
  • crosswise:aykırı, çapraz, çaprazlama, enine
  • crossword:bulmaca, çapraz bulmaca, kare bulmaca
  • crosswordpuzzle:çapraz bulmaca, kare bulmaca
  • crotch:ağ kısmı, çatal, pantolon ağı
  • crotchet:delilik, dörtlük, garip tutku, merak
  • crotchety:acayip, aksi, garip, huysuz
  • crotonbug:hamamböceği
  • crouch:büzülmek, çökmek, çömelme, çömelmek, sinmek
  • crouched:büzülmek, çökmek, çömelmek, sinmek
  • crouching:çömelme
  • croup:but, krup hastalığı
  • croupe:but
  • croupier:krupiye, kumar oynatan görevli
  • crow:çığlık, hava atmak, havalara uçmak, horoz gibi ötmek, horoz sesi, karga, kargaya benzer kuş, ötmek, övünmek, sevinç çığlığı, sevinç çığlığı atmak, sevinmek
  • crowbar:kazayağı, kol demiri
  • crowd:arkadaş grubu, bıktırmak, cemaat, çokluk, doldurmak, ısrar etmek, izdiham, kalabalık, sıkıştırmak, sürü, toplanmak, topluluk, üşüşmek, yığın
  • crowded:dolu, kalabalık, olaylı, sıkışık
  • crowding:bıktırmak, doldurmak, ısrar etmek, sıkıştırmak, toplanmak, üşüşmek
  • crowds:arkadaş grubu, bıktırmak, cemaat, çokluk, doldurmak, ısrar etmek, izdiham, kalabalık, sıkıştırmak, sürü, toplanmak, topluluk, üşüşmek, yığın
  • crowfoot:düğünçiçeği, göz kenarındaki kırışıklıklar
  • crowing:ötme, ötüş
  • crown:beş şilin, çelenk, dama yapmak, doruğa ulaştırmak, hükümdarlık, kafasına vurmak, kaplamak, ödüllendirmek, süslemek, taç, taç giydirmek, taht, tepe, zirve
  • crowned:taç giymiş
  • crowning:en yüksek, parlak, taç giyme
  • crow’s:çığlık, hava atmak, havalara uçmak, horoz gibi ötmek, horoz sesi, karga, kargaya benzer kuş, ötmek, övünmek, sevinç çığlığı, sevinç çığlığı atmak, sevinmek
  • crucial:çetrefilli, çok önemli, haç, kritik, zor
  • crucible:pota, zorlu deneme
  • crucifix:haç, hazreti isa figürlü haç
  • crucifixion:çarmıha germe
  • cruciform:haç biçiminde
  • crucify:bastırmak, çarmıha germek, işkence etmek
  • crud:çöp, pislik, rezil
  • crude:basit, cırlak, ham, ilkel, işlenmemiş, kaba, nezaketsiz, yavan
  • crudeness:hamlık, kabalık
  • crudity:hamlık, kabalık, tatsız tuzsuzluk, yavanlık
  • cruel:acımasız, gaddar, gaddarca, hissiz, korkunç, merhametsiz, zalim, zor
  • crueler:acımasız, gaddar, gaddarca, hissiz, korkunç, merhametsiz, zalim, zor
  • crueller:acımasız, gaddar, gaddarca, hissiz, korkunç, merhametsiz, zalim, zor
  • cruelly:aşırı, son derece
  • cruelty:acımasızlık, cefa, gaddarlık, işkence, zulüm
  • cruet:şişe
  • cruical:çetrefilli, çok önemli, haç, kritik, zor
  • cruise:ağır ağır gitmek, gemi gezisi, gemi ile dolaşmak, seyir etmek, turistik gemi yolculuğu, yol almak
  • cruiser:hızlı savaş gemisi, kamaralı büyük tekne, kruvazör
  • cruiserweight:yarı-ağır siklet
  • cruising:seyir, uçuş, yolculuk
  • cruller:kızartılmış hamur tatlısı
  • crumb:değersiz kimse, galetaya bulamak, kırıntı, ufalamak, zerre
  • crumble:düşmek, parçalamak, parçalanmak, ufalamak, yıkılmak
  • crumbled:ufalanmış
  • crumbling:dağılan, ufalanan
  • crumbly:dağılan, ufalanan
  • crumby:ufalanan, un ufak olan
  • crumpet:fıstık, kızarmış hamur tatlısı, seksi kadın
  • crumple:buruşmak, buruşturmak, çökertmek, çökmek, devirmek, düşmek, kırışmak
  • crumpled:buruşuk
  • crumpling:buruşmak, buruşturmak, çökertmek, çökmek, devirmek, düşmek, kırışmak
  • crunch:çatırtı, çiğnemek, çıkmaz, çıtırdamak, çıtırtı, ezmek, hışırdamak, hışırtı, kıtır kıtır yemek, zor durum
  • crunching:çiğnemek, çıtırdamak, ezmek, hışırdamak, kıtır kıtır yemek
  • crunchy:çıtır çıtır, çıtırdak, gevrek, kıtır kıtır
  • crural:bacağa ait
  • crus:bacak
  • crusade:haçlı seferi, mücâdele etmek, savaş, savaşa katılmak
  • crusader:haçlı, mücâdeleci
  • crusaders:haçlı, mücâdeleci
  • crusading:mücâdele etmek, savaşa katılmak
  • cruse:küp, testi, toprak kap
  • crush:aşk, baskı, buruşmak, ezme, ezmek, itişmek, kahretmek, kalabalık, kırılmak, meyve suyu, öğütmek, parçalanmak, sıkıştırmak, sıkmak, tutku
  • crushed:ezik, ezilmiş, öğütülmüş, sıkılmış
  • crusher:darbe, öğütücü, sıkma makinesi, vuruş
  • crushing:ezici, ezme, mahvedici
  • crust:arsızlık, buz tutmak, kabuk, kabuklanmak, kuru ekmek, tortu, yüzsüzlük
  • crustacean:kabuklular ile ilgili, kabuklulardan
  • crustecean:kabuklular ile ilgili, kabuklulardan
  • crusted:antika, aşırı, eski, kabuklu, koyu, tortulu
  • crusty:asabi, haşin, huysuz, kabuğumsu, kabuklu, kıtır kıtır, sert
  • crutch:destek, koltuk değneği
  • crux:çözümü zor mesele, düğüm noktası, mesele, püf noktası, temel özellik
  • cry:ağlama, ağlamak, bağırmak, çığlık, çığlık atmak, feryat, haykırış, haykırmak, nara, nida, ses, seslenme, seslenmek, slogan, yalvarma
  • crybaby:mızmız, sulugözlü
  • crying:acil, ağlayan, apaçık, göze çarpan, iğrenç, ivedi
  • cryo:dondurucu, soğuk
  • crypt:kilise bodrumu
  • cryptic:esrarlı, gizli, şifreli
  • cryptical:esrarlı, gizli, şifreli
  • crypto:gizli, kripto, saklı, siyasi görüşünü gizleyen
  • cryptogram:kriptogram, şifreli yazı
  • cryptograph:kriptograf, şifreli yazan alet
  • crystal:açık, berrak, billur, kesme cam, kristal, kristal biçiminde, kristal eşya, parlak, saat camı, şeffaf
  • crystalline:berrak, kristal, şeffaf
  • crystallise:belirginleşmek, belirginleştirmek, billurlaşmak, billurlaştırmak, kristalize etmek, kristalleşmek
  • crystallization:kristalleşme
  • crystallize:belirginleşmek, belirginleştirmek, billurlaşmak, billurlaştırmak, kristalize etmek, kristalleşmek
  • crystallized:belirginleşmek, belirginleştirmek, billurlaşmak, billurlaştırmak, kristalize etmek, kristalleşmek
  • crystalware:kristal eşya
  • ctenoid:ktenoyid, tırtıllı
  • cub:acemi, terbiyesiz genç, yavru, yavrulamak, yontulmamış genç
  • cuba:küba
  • cubage:hacmini hesaplama, küpleme
  • cuban:küba ile ilgili, küba purosu, kübalı
  • cubature:hacmini hesaplama, küpleme
  • cubby:göz, küçük oda, odacık
  • cubbyhole:göz, küçük oda
  • cube:kaldırım taşı, kendisiyle iki kere çarpmak, kübünü bulmak, küp, küp küp kesmek, parke taşı
  • cubes:kaldırım taşı, kendisiyle iki kere çarpmak, kübünü bulmak, küp, küp küp kesmek, parke taşı
  • cubic:kübik, küp, küp biçiminde
  • cubically:kübik olarak, küp biçiminde
  • cubicle:göz, hücre, odacık
  • cubiform:kübik, küp biçimli
  • cubism:kübizm
  • cubitus:dirsek
  • cuckold:aldatılan erkek, aldatmak, boynuzlamak, boynuzlu koca
  • cuckolded:aldatmak, boynuzlamak
  • cuckolding:aldatmak, boynuzlamak
  • cuckoo:aptal, çatlak, guguk kuşu, guguklamak, kaçık, kuku
  • cuckoo!:guguk!
  • cuckoopint:yabani danaayağı
  • cucumber:hıyar, salatalık
  • cucurbit:sukabağı
  • cud:geviş
  • cuddle:kucaklama, kucaklamak, sarılıp yatma, sarılma, sarılmak
  • cuddlesome:kucaklanası, sevimli, yumuşacık
  • cuddling:sarılma
  • cuddly:kucaklanası, sevimli, yumuşacık
  • cuddy:dolap, gemi salonu, göz, güverte kamarası, odacık
  • cudgel:çomak, dayak atmak, değnek, dövmek, lobut, sopa, sopalamak
  • cudgeling:dayak atmak, dövmek, sopalamak
  • cudgels:çomak, dayak atmak, değnek, dövmek, lobut, sopa, sopalamak
  • cue:başlama işareti, bilardo sopası, işaret, işaret vermek, isteka, kuyruk, replik, sufle etmek
  • cues:başlama işareti, bilardo sopası, işaret, işaret vermek, isteka, kuyruk, replik, sufle etmek
  • cuff:kelepçe, kol ağzı, manşet, paça, şamar, şamar atmak, tokat, tokatlamak
  • cufflink:kol düğmesi
  • cuffs:kelepçe, kol ağzı, manşet, paça, şamar, şamar atmak, tokat, tokatlamak
  • cuirass:göğüs zırhı, solunum aygıtı, zırh
  • cuisine:ahçılık, mutfak, yemek pişirme sanatı
  • culinary:mutfak ile ilgili, yemek pişirme ile ilgili
  • cull:ayırma, ıskarta, ıskartaya çıkarmak, seçmek, toplama, toplamak
  • cullender:süzgeç
  • culls:ayırma, ıskarta, ıskartaya çıkarmak, seçmek, toplama, toplamak
  • culm:eklemli ot sapı, kalitesiz antrasit, karbonlu oluşum, kömür tozu
  • culminate:doruğa ulaşmak, meridyen üzerinde bulunmak, sonuçlanmak
  • culmination:doruk, meridyen üzerinde bulunma, zirve
  • culpability:kusur, suç, suçluluk
  • culpable:kabahatli, kusurlu, suçlu
  • culprit:hükümlü, sanık, suçlu, zanlı
  • cult:heves, inanç, mezhep, tapınma, tarikat, tutku
  • cultivable:ekilebilir, işlenebilir
  • cultivate:ekip biçmek, gayret etmek, geliştirmek, ilerletmek, işlemek, kazanmaya çalışmak, kendini adamak, yetiştirmek
  • cultivated:bayındır, ekili, görgülü, işlenmiş, kültürlü
  • cultivating:ekip biçmek, gayret etmek, geliştirmek, ilerletmek, işlemek, kazanmaya çalışmak, kendini adamak, yetiştirmek
  • cultivation:görgü, işleme, tarım, terbiye, yetişme, yetiştirme, ziraat
  • cultivator:çiftçi, ekici, saban, yetiştirici
  • cultural:kültürel, ziraat
  • culture:bakteri kültürü, ekim, kültür, medenilik, medeniyet, üretme, yetiştirme
  • cultured:aydın, görgülü, kültive, kültürlü, üretilmiş
  • culvert:elektrik kablo borusu, kanal, suyolu
  • cum:birlikte, boşalmak, ile
  • cumber:engellemek, sıkmak, yük olmak
  • cumbersome:ağır, hantal, külfetli
  • cumbrous:ağır, hantal, külfetli
  • cumin:kimyon
  • cummerbund:kemer, kuşak
  • cumulative:birikimli, birikmiş, eklenerek artan, kümülativ, toplanmış
  • cumulus:bulut kümesi, kümülüs
  • cuneate:kama şeklinde
  • cuneiform:çiviyazısı, çiviyazısı işaretli, kama şeklinde
  • cuningly:kurnazca
  • cunning:açıkgöz, beceri, hinlik, kaşarlanmış, kurnaz, kurnazlık, marifet, marifetli, sevimli, şeytan, şeytanlık, şirin, tilki gibi
  • cunt:am, kadın cinsel organı, kuku, pıtış
  • cup:bardak, çanak gibi yapmak, fincan, kâse, kavramak, kupa, şişe çekmek
  • cupboard:büfe, dolap, yüklük
  • cupboards:büfe, dolap, yüklük
  • cupel:maden potası
  • cupful:fincan dolusu miktar
  • cupid:aşk tanrısı
  • cupidity:açgözlülük, hırs
  • cupola:kubbe, yumru, zırhlı kule
  • cupreous:bakırımsı, bakırlı
  • cupric:bakır, bakırlı
  • cuprous:bakır, bakırlı
  • cur:it, sokak köpeği
  • curable:geçici, iyileştirilebilir, tedavi edilebilir
  • curacy:papaz yardımcılığı
  • curate:papaz yardımcısı
  • curative:çare, ilaç, iyileştirici, sağlık, şifa verici, şifalı
  • curator:galeri müdürü, idareci, müze müdürü, sorumlu, veli
  • curatorship:müdürlük, velilik
  • curb:at ayağındaki şişlik, fren, frenlemek, gem, gem vurmak, gemlemek, kaldırım kenar taşı, kaldırım kenarı, uzak tutmak, zaptetmek
  • curbed:frenlemek, gem vurmak, gemlemek, uzak tutmak, zaptetmek
  • curbing:frenlemek, gem vurmak, gemlemek, uzak tutmak, zaptetmek
  • curbstone:kaldırım taşı
  • curcuma:hintsafranı, zerdeçal
  • curd:kesilmiş süt, kesmik, lor
  • curdle:kesilmek, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak, sütü kesmek
  • curdled:kesilmek, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak, sütü kesmek
  • curdling:kesilmek, pıhtılaşmak, pıhtılaştırmak, sütü kesmek
  • curdy:kesilmiş, pıhtılaşmış
  • cure:çare, derman, ilaç, imamlık, iyileştirmek, kür, kurutmak, papazlık, reçete, sertleştirmek, şifa, tedavi, tedavi etmek
  • cureall:her derde deva
  • cured:iyileştirmek, kurutmak, sertleştirmek, tedavi etmek
  • curettage:kürtaj
  • curette:küret, küret ile kazımak
  • curfew:karartma zili, karatma zamanı, sokağa çıkma yasağı, yat borusu
  • curia:mahkeme
  • curing:iyileştirmek, kurutmak, sertleştirmek, tedavi etmek
  • curio:antika, ilginç şey, tuhaf tip
  • curiosity:antika, ilgi, ilginç şey, merak, tuhaf tip
  • curious:acayip, garip, ilgili, ilginç, meraklı, tuhaf
  • curiously:garip biçimde, ilginç biçimde, ilgiyle, merakla
  • curl:bukle, büklüm, bükme, bükmek, dalgalandırmak, kıvırcık olmak, kıvırma, kıvırmak, kıvrılmak, lüle, saç lülesi
  • curled:kıvırcık, kıvrımlı, lüle lüle, sarmal
  • curlew:çulluk
  • curlicue:kıvrımlı çizgi, süslü kıvrım
  • curling:kıvırma, kıvrılma
  • curls:kıvırcık
  • curly:bukleli, kıvır kıvır, kıvırcık, kıvrımlı
  • curmudgeon:aksi kimse, cimri tip
  • currant:frenk üzümü, kuşüzümü
  • currants:frenk üzümü, kuşüzümü
  • currencies:değer, devir, dolaşım, döviz, geçerlik, geçerlilik, para, tedavül, yaygınlık
  • currency:değer, devir, dolaşım, döviz, geçerlik, geçerlilik, para, tedavül, yaygınlık
  • current:akım, akıntı, bugünkü, cari, cereyan, eğilim, geçer, geçerli, şimdiki, tedavüldeki
  • currently:bu günlerde, halen, şu anda
  • curricula:müfredat, öğretim programı
  • curriculum:müfredat, öğretim programı
  • currier:sepici
  • currnecy:değer, devir, dolaşım, döviz, geçerlik, geçerlilik, para, tedavül, yaygınlık
  • curry:acılı hint baharatı, acılı hint yemeği, dayak atmak, kaşağı, kaşağılamak, köri, köri ile pişirmek, sopalamak, tabaklamak, tımar etmek
  • currycomb:kaşağı
  • currying:tımar
  • curse:afaroz, beddua, beddua etmek, belâ, küfretme, küfretmek, küfür, lanet, lanet etmek, lanet okumak, lanetlemek, sövmek
  • cursed:allah’ın belâsı, huysuz, kahrolası, lanet olası, lanetli, melun, tâlihsiz
  • cursed!:allah’ın belâsı, huysuz, kahrolası, lanet olası, lanetli, melun, tâlihsiz
  • curses:afaroz, beddua, beddua etmek, belâ, küfretme, küfretmek, küfür, lanet, lanet etmek, lanet okumak, lanetlemek, sövmek
  • cursing:lanet okuma, lanetleme, sövgü
  • cursive:el yazısı, el yazısı harfleri, el yazması, kursiv
  • cursor:gösterge, ibre, kürsör, sürgü, sürme
  • cursoriness:baştan savmalık, üstünkörülük
  • cursory:baştan savma, gelişigüzel, üstünkörü
  • curt:kaba ve kısa, kısa, ters
  • curtail:düşürmek, kısa kesmek, kısaltmak, kısmak
  • curtailed:düşürmek, kısa kesmek, kısaltmak, kısmak
  • curtailing:düşürmek, kısa kesmek, kısaltmak, kısmak
  • curtailment:azaltma, indirme, kesme, kısaltma
  • curtain:bölme, perde, perde kapanış sözü, perdelemek, perdeyi kapatmak
  • curtained:perdelemek, perdeyi kapatmak
  • curtains:akıbet, son
  • curtness:hırtlık, kısalık, sertlik
  • curtsey:reverans, reverans yapmak
  • curtsy:reverans, reverans yapmak
  • curvaceous:düzgün vücutlu, kıvrımlı hatlara sahip
  • curvature:eğilme, eğrilik, kavislenme
  • curve:bükmek, bükülmek, dönemeç, eğilmek, eğmek, eğri, kavis, kavis çizmek, kavisli şey, kıvrım, viraj
  • curved:çarpık, eğimli, kavisli
  • curves:bükmek, bükülmek, dönemeç, eğilmek, eğmek, eğri, kavis, kavis çizmek, kavisli şey, kıvrım, viraj
  • curvet:şaha kalkarak sıçramak, şaha kalkma, şaha kalkmak
  • curvilinear:eğri halinde, eğrilerden oluşan
  • curving:eğme
  • curvy:düzgün vücutlu, kıvrımlı hatlara sahip
  • cushion:bant, etkisini azaltmak, minder, minder koymak, tampon, tampon yapmak, topu banda çarptırmak, yastık, yastık koymak, yastıklamak, zararı azaltacak önlem
  • cushioned:konforlu, rahat, sartıncı giderici, yastıklı
  • cushioning:etkisini azaltmak, minder koymak, tampon yapmak, topu banda çarptırmak, yastık koymak, yastıklamak
  • cushions:bant, etkisini azaltmak, minder, minder koymak, tampon, tampon yapmak, topu banda çarptırmak, yastık, yastık koymak, yastıklamak, zararı azaltacak önlem
  • cushy:hafif, kolay, rahat
  • cusp:doruk, sivri uç, uç, zirve
  • cusped:sivri uçlu
  • cuspid:köpek dişi
  • cuspidal:sivri uçlu
  • cuspidate:dilimli, sivri uçlu
  • cuspidor:tükürük hokkası
  • cuss:adam, herif, küfür, lanet, tip
  • cussed:inatçı, lanetli, ters
  • cussedness:huysuzluk, inatçılık, terslik
  • cussword:hakaret, küfür
  • custard:koyu krema, krema, vanilyalı sos
  • custodian:bekçi, kapıcı, muhafız, sorumlu kimse, vasi, veli
  • custody:bakım, gözaltı, gözetim, koruma, sorumluluk, tutukluluk
  • custom:adet, alışkanlık, alışveriş, gelenek, görenek, ısmarlama, müşterisi olma, örf ve adetler hukuku, sipariş üzerine yapılmış, töre
  • customarily:alışıldığı gibi, geleneklere göre
  • customary:adetler gereğince, alışılagelmiş, alışılmış, geleneksel
  • customer:alıcı, herif, müşteri, tip
  • customhouse:gümrük, gümrük dairesi
  • customised:müşteri isteğine göre değiştirmek
  • customising:müşteri isteğine göre değiştirmek
  • customize:müşteri isteğine göre değiştirmek
  • customized:müşteri isteğine göre değiştirmek
  • customizing:müşteri isteğine göre değiştirmek
  • customs:adetler, gelenekler, gümrük, gümrük dairesi, gümrük resmi, töreler
  • customshouse:gümrük dairesi
  • cut:açmak, biçmek, budamak, darbe, devam etmemek, dilim, diş çıkarmak, dişi çıkmak, görmemezlikten gelmek, hadım etmek, incitmek, indirilmiş, indirim, indirimli, indirmek, kesik, kesilmiş, kesim, kesinti, kesişmek, kesme, kesmek, kırmak, kırpmak, klişe, kupür, makasla kesmek, ortadan kaybolmak, oymak, parça, parça kumaş, pay, seyreltmek, sulandırmak, tip, tutam, usul, vuruş, yara, yarık, yol açmak, yontmak
  • cutaneous:cilt, deri, deriyle ilgili
  • cutaway:bonjur, caketatay, kesit
  • cutback:azaltma, düşüş, eksiltme, hikâyede geriye dönüş, kesme
  • cute:akıllı, cici, kurnaz, sevimli, şirin, zeki
  • cutely:kurnazca, sevimlilikle, şirin bir biçimde, zekice
  • cuteness:sevimlilik, zekâ
  • cuticle:epiderm, kütikül, tırnak çevresindeki ölü deri, üst deri, yaprak üst zarı
  • cutie:çekici kız, sevimli kız
  • cutis:alt deri, derma, kütis
  • cutlass:denizci kaması, pala
  • cutler:bıçakçı
  • cutlery:bıçakçılık, çatal bıçak takımı
  • cutlet:kotlet, külbastı, pirzola
  • cutoff:durdurma noktası, kestirme yol, limit, şalter
  • cutout:egzost supabı, kesilerek biçimlendirilmiş şey, kesme devresi, şalter
  • cutpurse:yankesici
  • cuts:açmak, biçmek, budamak, darbe, devam etmemek, dilim, diş çıkarmak, dişi çıkmak, görmemezlikten gelmek, hadım etmek, incitmek, indirim, indirmek, kesik, kesim, kesinti, kesişmek, kesme, kesmek, kırmak, kırpmak, klişe, kupür, makasla kesmek, ortadan kaybolmak, oymak, parça, parça kumaş, pay, seyreltmek, sulandırmak, tip, tutam, usul, vuruş, yara, yarık, yol açmak, yontmak
  • cutter:filika, kesici, keski, kesme makinesi, kotra, makasçı, montaj asistanı, sahil koruma botu
  • cutthroat:acımasız, cani, insafsız, katil, kıyasıya, tefeci, zalim
  • cutting:acı, aşı dalı, çelik, çentik, doğrama, dondurucu, hafriyat, içe işleyen, içine işleyen, iğneleyici, kertik, kesici, kesim, keskin, kesme, kırıcı, kıymık, kupür, kurgu hazırlığı, sert, yol, yol açma, yonga
  • cuttings:aşı dalı, çelik, çentik, doğrama, hafriyat, kertik, kesim, kesme, kıymık, kupür, kurgu hazırlığı, yol, yol açma, yonga
  • cuttlefish:mürekkepbalığı, supya
  • cutup:acımasızca eleştirmek, biçmek, davranmak, doğramak, incitmek, mahvetmek, ölmek, parçalamak, sarsmak, yerden yere vurmak, yok etmek
  • cyanide:siyanür
  • cyanogen:siyanojen
  • cybernetics:güdübilim, kibernetik, sibernetik
  • cyclamen:siklâmen, tavşankulağı
  • cycle:aşama, bisiklet, bisiklete binmek, devir, devir yaptırmak, devre, devreden geçirmek, dizi, dolaşım, dönme, motosiklet, pedal çevirmek, seri, zaman
  • cycles:aşama, bisiklet, bisiklete binmek, devir, devir yaptırmak, devre, devreden geçirmek, dizi, dolaşım, dönme, motosiklet, pedal çevirmek, seri, zaman
  • cyclic:devirli, dolaşımı sağlayan, efsanevi, halkalı, konjonktürel, periyodik
  • cyclical:devirli, dolaşımı sağlayan, efsanevi, halkalı, kahramanlık hikâyeleriyle ilgili, konjonktürel, periyodik
  • cycling:bisikletçilik, bisiklete binme
  • cyclist:bisikletçi
  • cyclone:coşkunluk, hortum, kasırga, siklon, tufan
  • cyclopaedia:ansiklopedi
  • cyclopean:büyük, dev, dev gibi, kocaman
  • cyclopedia:ansiklopedi
  • cyclopes:kiklops, tek gözlü dev
  • cyclops:kiklops, tek gözlü dev
  • cyder:elma şarabı, elma şırası, elma suyu
  • cygnet:kuğu yavrusu
  • cylinder:kasnak, rulo, silindir
  • cylindrical:silindir, silindir şeklinde, silindirik
  • cyma:pervaz, talkım
  • cyme:talkım
  • cymric:gal dili, gal’e ait, gallilerle ilgili
  • cynic:alaycı tip, kinik, kötümser
  • cynical:alaycı, insani iyiliğe inanmayan, küçümseyen, toplumsal değerleri küçümseyen
  • cynicism:kinik fikir, kinik söz, kinizm
  • cynics:alaycı tip, kinik, kötümser
  • cynosure:küçükayı, kutupyıldızı
  • cypher:önemsiz şey, sıfır, şifre
  • cypress:selvi, servi
  • cyprian:kıbrıs lehçesi, kıbrıs’a ait, kıbrıslı
  • cypriot:kıbrıs’a ait, kıbrıslı
  • cypriote:kıbrıs lehçesi, kıbrıslı
  • cyprus:kıbrıs
  • cyrillic:islav alfabesi ile ilgili, islav alfabesi ile yazılmış olan
  • cyst:kapsül, kist, safrakesesi, torba
  • cystic:kist ile ilgili, sidik torbası, sidik torbası ile ilgili
  • cystitis:mesane iltihabı, sistit
  • cystoblast:çekirdek, hücre çekirdeği
  • cytology:hücrebilim, sitoloji
  • czar:çar
  • czarevitch:çareviç, veliaht çar
  • czarina:çariçe
  • czaritza:çariçe
  • czech:çek, çek dili

 

Online İngilizce Konuşma Kursu: Konuşarak Öğren

Adınızı soyadınızı giriniz!

Geçerli bir e-posta adresi giriniz!

Geçerli bir cep telefonu numarası giriniz!

Şifreniz en az 4 karakter olmalıdır!

Bilgileri eksiksiz doldurunuz!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Son Yazılar

İngilizcenizi Geliştirin

Türkiye'nin %100 başarı garantili tek online İngilizce kursunu ücretsiz deneyin.

Adınızı soyadınızı giriniz!

Geçerli bir e-posta adresi giriniz!

Geçerli bir cep telefonu numarası giriniz!

Şifreniz en az 4 karakter olmalıdır!

Bilgileri eksiksiz doldurunuz!

Bilgi Mesajı