E ile başlayan İngilizce kelimeler ve anlamlarını aşağıda sıraladık. 1000 adet en çok kullanılan e harfi ile başlayan İngilizce kelime listesi;
- e:mi, zayıf not
- g.:mesela, örneğin
- each:her, her bir, her biri, tanesi
- eager:ateşli, gayretli, hevesli, istekli, sabırsız
- eagerly:can atarak, hevesle
- eagerness:can atma, heves, sabırsızlık, şevk
- eagle:kartal, on dolarlık altın para
- eaglet:kartal yavrusu
- ear:başak, duyma yeteneği, kulak, kulak verme
- earache:kulak ağrısı
- eardrops:kulak damlası, sallantılı küpe
- eardrum:kulak zarı
- earful:azar, şaşırtıcı cevap
- earl:kont
- earldom:kontluk
- earlier:daha erken, daha evvel, eski, sabık
- earliest:en erken, en eski
- earlobe:kulak memesi
- earlock:saç buklesi
- early:acele, başlangıç, çabuk, erken, erkenden, eski, evvel, ilk, ilk olarak, önce, zamanından önce
- earmark:ayırmak, damga, işaret, kulağını işaretlemek, kulak işareti, tahsis etmek
- earn:hak etmek, kazanmak, para kazanmak
- earnest:ağırbaşlı, avans, çalışkan, ciddi, ciddi olma, delil, gerçek, hevesli, içten, samimi, tadım, teminât
- earnestness:ciddiyet, istek, samimiyet
- earning:kazanma, para kazanma
- earnings:gelir, kazanç, maaş, ücret
- earns:hak etmek, kazanmak, para kazanmak
- earphone:kulak etrafındaki saç lülesi, kulaklık
- earpiece:gözlük sapı, kulaklık
- earring:küpe
- ears:başak, duyma yeteneği, kulak, kulak verme
- earshot:işitme menzili
- earsplitting:kulakları sağır edici
- earth:in, kara, toprak, toprakla örtmek, topraklamak, yer, yeryüzü
- earthborn:dünyevi, fani, insani
- earthbound:dünyaya doğru yönelen, maddi, toprağa bağlı
- earthed:toprakla örtmek, topraklamak
- earthen:kil, toprak
- earthenware:toprak, toprak çanak çömlek, toprak işi
- earthiness:kabalık, metanet, sağlamlık
- earthing:toprakla örtmek, topraklamak
- earthling:dünyalı, fani
- earthlings:dünyalı, fani
- earthly:akla yatkın, dünyevi, maddi, olası
- earthquake:deprem, kargaşa, yer sarsıntısı, zelzele
- earths:dünya
- earth’s:dünya
- earthshaking:fikirleri altüst eden, inançları kökünden sarsan
- earthwork:hafriyat
- earthworm:solucan, toprak solucanı
- earthy:dünyevi, maddi, toprağımsı, topraklı
- earwax:kulak kiri
- earwig:kulağakaçan
- earwitness:kulak misafiri
- ease:dikkatle yerleştirmek, dindirmek, dinme, gevşetmek, hafifletmek, huzur, içi rahat olma, kolaylaştırmak, kolaylık, konfor, rahat, rahatlamak, rahatlatmak, rahatlık, refah, yatıştırmak
- eased:dikkatle yerleştirmek, dindirmek, gevşetmek, hafifletmek, kolaylaştırmak, rahatlamak, rahatlatmak, yatıştırmak
- easel:ressam sehpası, şövale
- easels:ressam sehpası, şövale
- easement:irtifak hakkı
- eases:dikkatle yerleştirmek, dindirmek, dinme, gevşetmek, hafifletmek, huzur, içi rahat olma, kolaylaştırmak, kolaylık, konfor, rahat, rahatlamak, rahatlatmak, rahatlık, refah, yatıştırmak
- easiest:basit, dertsiz, doğal, huzurlu, kolay, rahat, serbest, uysal, zahmetsiz, zevkli
- easily:kolayca, kolaylıkla, muhtemelen, rahatça, şüphesiz
- easiness:denge, doğallık, istikrar, kolaylık, rahatlık
- easing:dikkatle yerleştirmek, dindirmek, gevşetmek, hafifletmek, kolaylaştırmak, rahatlamak, rahatlatmak, yatıştırmak
- east:doğu, doğudaki, doğudaki bölüm, doğudan esen, doğuya doğru, doğuya doğru olan, gündoğusu rüzgârı
- eastbound:doğu, doğuya giden
- easter:paskalya, yumurta bayramı
- easterly:doğuda bulunan, doğudan esen, doğuya doğru
- eastern:doğu, doğuya ait
- easterner:doğulu kimse
- easting:doğuya doğru yönelme
- eastward:doğuda, doğuda olan, doğuya, doğuya doğru, doğuya doğru olan
- eastwards:doğuda, doğuya, doğuya doğru
- easy:basit, dertsiz, doğal, huzurlu, kolay, rahat, serbest, uysal, zahmetsiz, zevkli
- easychair:rahat koltuk
- easygoing:babacan, neşeli, tasasız, uysal, yumuşak
- eat:aşındırmak, çok yemek yemek, içmek, kemirmek, tüketmek, yemek, yemek yemek
- eatable:yenilebilir, yenir
- eatables:gıda maddeleri, yiyecek
- eaten:aşındırmak, çok yemek yemek, içmek, kemirmek, tüketmek, yemek, yemek yemek
- eater:yiyen kimse
- eaters:yiyen kimse
- eating:yemelik, yenilmeye uygun, yıpratıcı
- eatinghouse:aşevi, lokanta, restoran
- eatings:yemelik, yenilmeye uygun, yıpratıcı
- eats:aşındırmak, çok yemek yemek, içmek, kemirmek, tüketmek, yemek, yemek yemek
- eaves:saçak, suyolu
- eavesdrop:gizlice dinlemek, kulak kabartmak, kulak misafiri olmak
- eavesdropper:gizlice dinleyen kimse, kulak misafiri
- ebb:alçalmak, bozulmak, çekilmek, cezir, deniz suyunun çekilmesi, düşmek, düşüş, kötüye gidiş, tükenip gitmek
- ebbed:alçalmak, bozulmak, çekilmek, düşmek, tükenip gitmek
- ebbing:alçalmak, bozulmak, çekilmek, düşmek, tükenip gitmek
- ebon:abanoz, simsiyah
- ebonite:ebonit, siyah sert kauçuk
- ebony:abanoz, abanoz ağacı, abanoz gibi, kapkara, simsiyah
- ebriety:sarhoşluk
- ebullience:coşkunluk, galeyan, kaynayıp taşma, taşkınlık
- ebulliency:coşkunluk, galeyan, kaynayıp taşma, taşkınlık
- ebullient:coşkun, fıkır fıkır, içi içine sığmayan, kaynayan, taşkın
- ebullition:coşku, galeyan, taşkınlık, taşma
- eccentric:acayip davranışlı, acayip tip, alışılmadık, antika, dış merkezli, dış merkezli düzen, eksantrik, ekseni merkezden geçmeyen, garip
- eccentricity:acayiplik, antikalık, dış merkezlilik, eksantriklik
- ecclesiastical:dini, kiliseye ait
- echelon:basamak, diziliş, kademe, paralel dizilme, paralel olarak dizmek
- echo:ahenk, akis, eko, hatırlatmak, taklit, taklit etmek, yankı, yankılanmak, yansıtmak
- echoes:ahenk, akis, eko, hatırlatmak, taklit, taklit etmek, yankı, yankılanmak, yansıtmak
- eclair:ekler
- eclat:beğeni, övgü, parlak başarı, şan, üstün başarı
- eclectic:derleme, derleyen, eklektik, seçen, seçme, seçmeci
- eclectism:eklektizm
- eclipse:düşüş, geçici başarısızlık, geçici karanlığa bürünme, gölgede bırakmak, ışığını kesmek, tutulma, tutulmasına neden olmak
- eclipses:düşüş, geçici başarısızlık, geçici karanlığa bürünme, gölgede bırakmak, ışığını kesmek, tutulma, tutulmasına neden olmak
- eclogue:eglog
- ecological:çevre, çevrebilimsel, ekolojik
- ecologist:çevrebilimci, ekolojist
- ecology:çevrebilim, ekoloji
- economic:ekonomik, hesaplı, iktisadi
- economical:ekonomik, hesaplı, idareli
- economically:ekonomik biçimde
- economics:ekonomi bilimi, iktisat bilimi, ülke ekonomisi
- economies:ekonomi, idare, iktisat, örgüt, tasarruf
- economist:ekonomist, iktisatçı, tutumlu kimse
- economists:ekonomist, iktisatçı, tutumlu kimse
- economize:artırmak, ekonomi yapmak, idareli kullanmak, kısmak
- economizer:tutumlu kimse
- economizing:artırma
- economy:ekonomi, idare, iktisat, örgüt, tasarruf
- ecosystem:ekosistem
- ecosystems:ekosistem
- ecru:açık kahverengi, ham keten renginde
- ecstasize:coşturmak, hayran bırakmak, kendinden geçirmek
- ecstasy:coşku, coşkunluk, kendinden geçme, vecit
- ecstatic:kendinden geçmiş, mest olmuş, vecde gelmiş
- ectasy:coşku, coşkunluk, kendinden geçme, vecit
- ectoblast:dışderi
- ectoderm:dışderi, ektoderm
- ectoplasm:dışplazma, ektoplazma, medyumdan çıkan sihirli ruh
- ecuador:ekvador
- ecuadorian:ekvador, ekvadorlu
- eczema:egzama
- edacious:obur, yemekle ilgili
- eddy:anafor, anafor yapmak, fırıl fırıl dönmek, girdap, hortum
- edelweiss:alplere özgü beyaz çiçek, edelvays
- edema:ödem, su toplanması
- eden:aden, cennet, irembağı
- edentate:dişsiz, dişsiz memeli, dişsiz memelilerle ilgili
- edge:ağız, kenar, kenar yapmak, kesit, keskin kenar, keskinleştirmek, keskinlik, kıyı, şiddet, sokulmak, üstünlük, yan yan gitmek, yavaş yavaş ilerletmek
- edged:kenarlı, keskin, sivri, uçlu
- edges:ağız, kenar, kenar yapmak, kesit, keskin kenar, keskinleştirmek, keskinlik, kıyı, şiddet, sokulmak, üstünlük, yan yan gitmek, yavaş yavaş ilerletmek
- edgeways:dolaylı olarak, yan yan, yanlamasına
- edgewise:dolaylı olarak, yan yan, yanlamasına
- edging:kenar süsü, kenarlık, zırh
- edgy:alıngan, belirgin hatlı, keskin kenarlı, sinirli
- edible:yemeklik, yenilebilir, yenir
- edibles:yenilebilir şeyler
- edict:bildiri, ferman, tebliğ
- edification:ahlâkını yükseltme, aydınlatma, terbiye etme, yetiştirme
- edifice:büyük bina, yapı
- edify:ahlâkını yükseltmek, moral vermek, terbiye etmek
- edifying:iyi örnek olan, yüksek duygulara ulaştıran
- edinburgh:edinburg
- edit:baskıya sokmak, kısaltmak, yayına hazırlamak, yazımlamak, yerli yerine koymak, yönetmek
- editing:kurgu
- edition:baskı, tiraj, yayın
- editor:başyazar, editör, program kurgu sorumlusu, yayımcı, yazı ileri müdürü
- editorial:başmakale, başyazı, editör ile ilgili, yazı işleri ile ilgili
- editorship:editörlük
- educate:eğitmek, öğrenim gördürmek, okutmak, terbiye etmek, yetiştirmek
- educated:aydın, öğrenim görmüş, okumuş, tahsilli
- educating:eğitmek, öğrenim gördürmek, okutmak, terbiye etmek, yetiştirmek
- education:eğitim, eğitimbilim, öğrenim, öğretim, terbiye
- educational:eğitici, eğitimle ilgili, eğitsel
- educationalist:eğitimci, eğitmen
- educationist:eğitimci, eğitmen
- educative:eğitici, eğitim ile ilgili, eğitimsel
- educator:eğitici, eğitmen
- educe:çıkarmak, sonuç çıkarmak
- eel:yılanbalığı
- eelspear:zıpkın
- eerie:esrarengiz, tüyler ürpertici, ürkütücü
- eeriness:esrarengizlik, tekin olmayış, ürkütücülük
- eery:esrarengiz, tüyler ürpertici, ürkütücü
- efface:gidermek, silmek, unutturmak, yok etmek
- effaceable:giderilebilir, silinebilir
- effaced:gidermek, silmek, unutturmak, yok etmek
- effacement:geri planda kalma, giderme, ortadan kaldırma, yok etme
- effacing:gidermek, silmek, unutturmak, yok etmek
- effect:anlam, efekt, etki, etki etmek, etkisi olmak, gerçekleştirmek, gerçeklik, izlenim, meydana getirmek, netice, reaksiyon, sonuç, sonuca vardırmak, tesir, ulaşmak, uygulama, verim, yürürlük
- effectisvely:etkileyici, etkin biçimde, geçerli olarak
- effective:efektif, etken, etkileyici, etkili, etkin, geçerli, tesirli, verimli, yürürlükte olan
- effectively:etkileyici, etkin biçimde, geçerli olarak
- effectiveness:etki, etkileyicilik, geçerlik, geçerlilik, itibar
- effects:bakiye, ev eşyası, kişisel eşyalar, menkul kıymetler, nakit toplamı, servet
- effectual:etkili, etkin, geçerli, yeterli
- effectuate:gerçekleştirmek, meydana getirmek, oluşturmak
- effectuated:gerçekleştirmek, meydana getirmek, oluşturmak
- effectuating:gerçekleştirmek, meydana getirmek, oluşturmak
- effeminacy:femininlik, kadınsı oluş
- effeminate:feminin, kadınsı, yumuşak
- effervesce:coşmak, galeyana gelmek, köpürmek
- effervescence:coşku, galeyan, köpürme
- effervescent:coşkun, galeyana gelmiş, kabartan, köpüren
- effervescing:coşmak, galeyana gelmek, köpürmek
- effete:bitkin, eskimiş, kısır, köhne, yorgun
- efficacious:etkili, tesirli, yararlı, yeterli
- efficacy:etki, tesir, yarar
- efficency:etki, etkinlik, işgüzarlık, rasyonellik, verim, yetenek, yeterlik
- efficent:becerikli, ehliyetli, etkili, işgüzar, rasyonel, verimli, yeterli
- efficiencies:etki, etkinlik, işgüzarlık, rasyonellik, verim, yetenek, yeterlik
- efficiency:etki, etkinlik, işgüzarlık, rasyonellik, verim, yetenek, yeterlik
- efficient:becerikli, ehliyetli, etkili, işgüzar, rasyonel, verimli, yeterli
- efficiently:etkili biçimde, rasyonel olarak, verimli biçimde, yeterli olarak
- effigy:büst, heykel, resim, temsili kukla
- effing:lanetli, melun, pis
- effloresce:çiçek açmak, gelişip olgunlaşmak, serpilmek, tozlaşmak
- efflorescence:çiçek açma, derinin kızarması, gelişip olgunlaşma, tozlaşma
- efflorescent:çiçek açan, olgunlaşan, tozlaşan
- efflorescing:çiçek açmak, gelişip olgunlaşmak, serpilmek, tozlaşmak
- effluence:akıntı, akma
- effluent:akıntı, akıtılan, artık, dışarı akan, dışarı akan madde, nehirden ayrılıp akan dere
- efflux:akış, akma, sızıntı, sızma
- effort:başarı, çaba, çabalama, deneme, eser, gayret, girişim, uğraşma
- effortless:çaba gerektirmeyen, gayret etmeyen, kolay, zahmetsiz
- effrontery:arsızlık, küstahlık, yüzsüzlük
- effulgence:görkem, ihtişam, parlaklık
- effulgent:görkemli, ışık saçan, parlak, şaşaalı
- effuse:açılmak, dağılmış, dışarı akıtmak, dökmek, sızdırmak, sızmak, yayılmak, yayılmış
- effusion:açılma, akıtma, akma, bolluk, coşkunluk, efüzyon, içini dökme, taşkınlık
- effusive:akan, bol, coşkulu, dökülen, taşkın
- effusively:bol bol, coşkuyla, dökülerek, taşarak
- effusiveness:açılma, bolluk, coşkunluk, içini dökme
- eft:semender, su kertenkelesi
- eftsoon:hemen sonra
- egad:vallahi!, yahu!
- egad!:vallahi!, yahu!
- egalitarian:eşitlilik taraftarı, siyasal ve sosyal eşitliliğe ait
- egalitarianism:eşitlik, siyasal ve sosyal eşitlik
- egg:bomba, eşek şakası, kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik etmek, torpido, yumurta
- eggbeater:helikopter, yumurta çırpacağı
- eggcup:yumurta kabı, yumurtalık
- egghead:akıllı kimse, aydın, entellektüel
- eggheads:akıllı kimse, aydın, entellektüel
- egging:kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik etmek
- eggnog:yumurtalı kokteyl
- eggplant:patlıcan
- eggs:bomba, eşek şakası, kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik etmek, torpido, yumurta
- eggshell:fildişi renkli, kırılgan, nazik, yumurta kabuğu
- eggwhisk:yumurta çırpacağı
- eggwhite:yumurta akı
- egis:kalkan, koruma, siper
- eglantine:yaban gülü
- ego:ben, benlik, ego, kendine güven
- egocentric:ben merkezci, benci, sadece kendini merkez alan
- egoism:bencillik, egoizm, kendini beğenmişlik
- egoist:bencil, egoist
- egoistic:bencil, egoist
- egomania:aşırı bencillik, kendine hayranlık, manyakça kendini beğenmişlik
- egotism:benlikçilik, egotizm, kendine hayranlık, övünme
- egotist:egoist, kendini beğenmiş kimse
- egotistic:bencil, egoist, kendini beğenmiş, sürekli kendinden söz eden
- egotistical:bencil, egoist, kendini beğenmiş, sürekli kendinden söz eden
- egregious:berbat, dikkat çekici, muazzam, yaman
- egress:çare, çıkar yol, çıkış, çıkma, tutulmanın sonu
- egression:çıkma, dışarı çıkma
- egret:akbalıkçıl, kuş tepeliği, sorguç
- egypt:mısır
- egyptian:mısır, mısır dili, mısır’a ait, mısırlı
- eh:ey!, vah!
- eh!:ey!, vah!
- eider:pufla kuşu, yumuşacık tüylü av kuşu
- eiderdown:kuştüyü yorgan, pufla tüyü, pufla yorgan
- eightfold:sekiz misli
- eighth:sekizde birlik kısım, sekizinci, sekizinci şey, sekizlik
- eightieth:seksende birlik kısım, sekseninci, sekseninci şey, seksenlik
- einstein:einstein
- either:birinden biri, her bir, her iki, her ikisi de, ikisinden biri, ister, ne de, ya da, ya o ya bu
- ejaculate:bağırmak, boşalmak, boşaltmak, fışkırmak, fışkırtmak, haykırmak, söyleyivermek
- ejaculating:bağırmak, boşalmak, boşaltmak, fışkırmak, fışkırtmak, haykırmak, söyleyivermek
- ejaculation:boşalma, fışkırtma, haykırma, nida
- ejaculatory:ani, boşaltılan, dökülüveren, fışkırtma
- eject:atmak, çıkarmak, fırlatmak, kovmak, uçaktan atlamak
- ejected:atmak, çıkarmak, fırlatmak, kovmak, uçaktan atlamak
- ejecting:atmak, çıkarmak, fırlatmak, kovmak, uçaktan atlamak
- ejection:çıkan şey, çıkarma, dışarı atma, fırlama, tahliye
- ejectment:atma, çıkarma, tahliye, tahliye davası
- ejector:atan şey, boşaltıcı, tahliye ettiren
- eke:dahi, hem de
- elaborate:açmak, ayrıntılara inmek, ayrıntılı, dikkatle hazırlanmış, özen göstermek, özenli, üzerinde durmak
- elaborated:açmak, ayrıntılara inmek, özen göstermek, üzerinde durmak
- elaborateness:ayrıntılı olma, incelik, özenerek hazırlanmış olma
- elaborating:açmak, ayrıntılara inmek, özen göstermek, üzerinde durmak
- elaboration:ayrıntı, detay, dikkatle hazırlanma, özen
- elan:canlılık, hamle, şevk
- elapse:akıp gitmek, geçmek
- elapsed:akıp gitmek, geçmek
- elapsing:akıp gitmek, geçmek
- elastic:elastik, elastik kumaş, elastik şey, esnek, lastik bant, lastikli, uyumlu
- elasticated:lastik, lastikli
- elasticity:elastikiyet, esneklik
- elate:coşturmak, gururlandırmak, neşelendirmek, sevindirmek
- elated:coşkun, mutlu, sevinçli
- elating:coşturmak, gururlandırmak, neşelendirmek, sevindirmek
- elation:coşku, gurur, haz, mutluluk, sevinç
- elbow:dirsek, dirsek biçiminde eğim, dirsekle dürtmek, dirseklemek, dönemeç, ite kaka yol açmak, itelemek
- elbowing:dirsekle dürtmek, dirseklemek, ite kaka yol açmak, itelemek
- elbowroom:geniş ve rahat yer, hareket alanı
- elbows:dirsek, dirsek biçiminde eğim, dirsekle dürtmek, dirseklemek, dönemeç, ite kaka yol açmak, itelemek
- eld:geçmiş zaman, ileri yaş
- elder:ata, büyük, daha yaşlı, kıdemli, kıdemli kimse, mürver, yaşça büyük, yaşça büyük kimse, yaşlı kimse
- elderberry:mürver
- elderly:ihtiyar, yaşını başını almış, yaşlı
- elders:ihtiyar heyeti, yaşlılar
- eldest:en yaşlı, yaşça en büyük
- eldritch:büyülü, çirkin, korkunç
- elect:atamak, görevlendirmek, seçmek
- elected:atamak, görevlendirmek, seçmek
- electing:atamak, görevlendirmek, seçmek
- election:seçim
- electioneer:seçim propagandası yapmak
- electioneering:seçim propagandası
- elections:seçimler
- elective:seçilmiş, seçim, seçimle ilgili, seçmeli, seçmeli ders
- elector:seçmen
- electoral:seçmen ile ilgili, seçmenler ile ilgili
- electorate:seçmenler
- electors:seçmen
- electric:elektrik, elektrikli, elektro, gerilimli, heyecan verici
- electrical:elektrik, elektrikli, elektro
- electrician:elektrikçi
- electricity:elektrik, elektrik akımı
- electricty:elektrik, elektrik akımı
- electrification:elektrikleme, elektriklenme
- electrified:elektriklenmiş, heyecanlanmış
- electrify:elektriğe dönüştürmek, elektriklemek, elektriklendirmek, heyecanlandırmak
- electrifying:heyecanlandırıcı
- electro:elektrikle yapılmış klişe
- electrocardiogram:e.k.g., elektrokardiyogram, kâlp grafiği
- electrocardiograph:elektrokardiyograf
- electrocute:elektrikle idam etmek
- electrocution:elektrikle idam
- electrocutional:elektrikle idam
- electrocutions:elektrikle idam
- electrode:elektrot
- electrodes:elektrot
- electrodynamics:elektrodinamik
- electroencephalogram:elektroansefalo, gram
- electrolyse:elektrik ile çözmek, elektroliz yapmak
- electrolysing:elektrik ile çözmek, elektroliz yapmak
- electrolysis:elektroliz, epilasyon
- electrolyte:elektrikle çözünen madde, elektrolit
- electrolytes:elektrikle çözünen madde, elektrolit
- electron:elektron, negatif elektrik atomu
- electronic:elektronik
- electronics:elektronik, elektronik bilimi
- electroplate:elektrolizle kaplamak, elektrolizle kaplanmış şey
- electroscope:elektroskop
- electrostatic:elektrostatik
- electrotype:galvanize klişe, galvanize klişe yapmak
- elegance:şıklık, zarafet, zariflik
- elegant:çok iyi, hoş, kibar, mükemmel, şık, zarif, zekice
- elegiac:ağıt tarzında, hüzünlü, karasevdalı, melankolik, yanık
- elegiacs:ağıt, ağıt tarzı şiirler
- elegize:ağıt yazmak
- elegy:ağıt
- element:ana unsur, atmosferik güçler, bir parça, doğa şartları, eleman, element, esas, faktör, küçük bir miktar, öğe, unsur
- elemental:basit, doğa güçleri ile ilgili, esas, saf, temel
- elementary:asıl, basit, başlangıç, doğa güçleri ile ilgili, ilk, ilkel, saf, temel
- elements:ana unsur, atmosferik güçler, bir parça, doğa şartları, eleman, element, esas, faktör, küçük bir miktar, öğe, unsur
- elephant:fil
- elephantiasis:fil hastalığı
- elephantine:fil gibi, fil ile ilgili, hantal, kocaman, şişman, tombul
- elephants:fil
- elevate:cesaretlendirmek, kaldırmak, yükseltmek
- elevated:keyifli, köprü üzerindeki demiryolu, yüce, yüksek
- elevating:cesaretlendirmek, kaldırmak, yükseltmek
- elevation:dikey kesit, eğim, irtifa, kaldırma, moral verme, yükseklik, yükselti, yükseltme
- elevator:asansör, kaldırıcı, kaldırıcı kas, tahıl ambarı
- elevenses:hafif sabah yemeği, sabah içeceği
- eleventh:onbirde bir, onbirinci, onbirinci şey
- elf:cin, cin gibi çocuk, cüce, peri, ufak tefek kimse, yaramaz çocuk
- elfin:cin gibi, cinlerle ilgili, yaramaz
- elflock:arapsaçı, karmakarışık saç
- elicit:aydınlatmak, çıkarmak, meydana çıkarmak, öğrenmek, tepki göstermek, tepkiye neden olmak
- elicitation:meydana çıkarma
- eliciting:aydınlatmak, çıkarmak, meydana çıkarmak, öğrenmek, tepki göstermek, tepkiye neden olmak
- elide:atlamak, yutmak, yuvarlamak
- eliding:atlamak, yutmak, yuvarlamak
- eligibility:ayrıcalık, nitelik, üstünlük, uygun olma
- eligible:geçerli, nitelikli, seçilebilir, uygun
- eliminate:atmak, bertaraf etmek, çıkarmak, elemek, elenmek, elimine etmek, gidermek, yok etmek
- eliminated:atmak, bertaraf etmek, çıkarmak, elemek, elenmek, elimine etmek, gidermek, yok etmek
- eliminating:atmak, bertaraf etmek, çıkarmak, elemek, elenmek, elimine etmek, gidermek, yok etmek
- elimination:atma, çıkarma, eleme, eliminasyon, giderme, yok etme
- elite:elit tabaka, seçkinler, seçme kısım
- elitism:seçkin sınıfta olma bilinci, seçkinlerin idaresi
- elixir:iksir, öz
- elizabethan:elizabet dönemine ait
- elk:kanada geyiği
- elk’s:kanada geyiği
- ell:arşın, endaze
- ellipse:eksilti, elips
- ellipsis:eksilti
- elliptic:bazı sözcükleri çıkarılmış, eksiltili, elips şeklinde, eliptik, oval
- elliptical:bazı sözcükleri çıkarılmış, eksiltili, elips şeklinde, eliptik, oval
- elm:karaağaç
- elocution:diksiyon, hitabet, konuşma sanatı
- elocutionist:diksiyon hocası, hatip
- elongate:sürdürmek, uzamak, uzatmak
- elongated:ince uzun, uzatılmış
- elongation:germe, sürdürme, uzama, uzanım, uzatma
- elope:kaçmak, sevgilisi ile kaçmak
- elopement:aşığı ile kaçma, kaçma
- eloquence:belagat, çene, güzel söz söyleme sanatı, konuşma sanatı
- eloquent:anlamlı, belâgatlı, dokunaklı, güzel konuşan
- else:aksi halde, ayrıca, başka, başka türlü, başka zaman, ilaveten, yoksa
- elsewhere:başka yerde, başka yere
- elucidate:açıklamak, aydınlatmak, izah etmek
- elucidating:açıklamak, aydınlatmak, izah etmek
- elucidation:açıklama, aydınlatma, izah
- elucidatory:açıklayıcı, aydınlatıcı
- elude:aklına gelmemek, anlayamamak, çağrıştırmamak, kaçamak yapmak, kaçınmak, kurtulmak, sıyrılmak
- elusion:kaçınma, kurtulma, sıyrılma, yakayı sıyırma
- elusive:akla gelmeyen, anlaşılmaz, güvenilmez, kaçamaklı, kaypak, yakalanması zor
- elusory:aldatıcı, anlaşılmaz, güvenilmez, kaçamaklı, yakalanması güç, yanıltıcı
- elutriate:yıkayıp ayırmak
- elvish:cin gibi, yaramaz
- elysian:cennet gibi, cennete ait, ilahi
- elysium:cennet, cennet gibi yer
- em:katrat
- emaciate:bir deri bir kemik yapmak, verimsizleştirmek, zayıflatmak
- emaciated:bir deri bir kemik, kıraç, verimsiz, zayıflamış
- emaciating:bir deri bir kemik yapmak, verimsizleştirmek, zayıflatmak
- emaciation:aşırı zayıflık, iğne ipliğe dönme, zayıflama
- email:e-mail
- emanate:çıkmak, doğmak, sızmak, yayılmak
- emanated:çıkmak, doğmak, sızmak, yayılmak
- emanating:çıkmak, doğmak, sızmak, yayılmak
- emanation:çıkan şey, fışkırma, ortaya çıkma, radyoaktif gaz, sızıntı
- emanations:çıkan şey, fışkırma, ortaya çıkma, radyoaktif gaz, sızıntı
- emancipate:azat etmek, özgürlüğüne kavuşturmak, serbest bırakmak, soyutlamak
- emancipated:azat edilmiş, eşitlik taraftarı
- emancipation:azat etme, eşit haklar verme, serbest bırakma
- emancipatory:azat eden, özgür bırakan, serbest bırakan
- emasculate:bozmak, fakirleştirmek, hadım etmek, hafifletmek, iğdiş etmek, zayıflatmak
- emasculated:bozmak, fakirleştirmek, hadım etmek, hafifletmek, iğdiş etmek, zayıflatmak
- emasculation:hadım etme, sansür etme, yumuşatma, zayıflatma
- embalm:anısını yaşatmak, anmak, hatırında tutmak, mumyalamak
- embalming:anısını yaşatmak, anmak, hatırında tutmak, mumyalamak
- embalmment:mumyalama
- embank:toprak set çekmek, toprak setle çevrelemek
- embankment:bent, set, set yapma, toprak set
- embargo:ambargo, ambargo koymak, el koymak, ticareti kısıtlama, yasaklama, yasaklamak
- embark:atılmak, bindirmek, girişmek, kalkışmak, uçağa bindirmek, uçağa binmek, uçağa yüklemek, yatırmak, yolcu almak, yüklemek, yüklenmek
- embarkation:bindirme, gemiye binme, yükleme, yüklenme
- embarked:atılmak, bindirmek, girişmek, kalkışmak, uçağa bindirmek, uçağa binmek, uçağa yüklemek, yatırmak, yolcu almak, yüklemek, yüklenmek
- embarking:atılmak, bindirmek, girişmek, kalkışmak, uçağa bindirmek, uçağa binmek, uçağa yüklemek, yatırmak, yolcu almak, yüklemek, yüklenmek
- embarrased:eli darda, mahçup, sıkılgan, utangaç
- embarrass:bozmak, bozum etmek, engellemek, para sıkıntısı çekmek, şaşırtmak, sıkıntı vermek, utandırmak
- embarrassed:eli darda, mahçup, sıkılgan, utangaç
- embarrassing:can sıkıcı, utandırıcı, zor duruma sokan
- embarrassment:parasızlık, rahatsızlık, şaşkınlık, sıkıntı, utanma
- embarressed:eli darda, mahçup, sıkılgan, utangaç
- embassies:elçilik, elçilik görevlileri, sefaret
- embassy:elçilik, elçilik görevlileri, sefaret
- embattle:mazgallarla donatmak, savaş düzenine sokmak
- embattled:güç durumda, savaş düzenine girmiş, savaş halinde, savunma durumunda
- embay:körfeze kapamak, körfezlere ayırmak
- embed:gömmek, kafasına sokmak, oturtmak, yerleştirmek
- embedded:gömmek, kafasına sokmak, oturtmak, yerleştirmek
- embedding:gömmek, kafasına sokmak, oturtmak, yerleştirmek
- embellish:abartmak, güzelleştirmek, renk katmak, süslemek
- embellished:abartmak, güzelleştirmek, renk katmak, süslemek
- embellishing:abartmak, güzelleştirmek, renk katmak, süslemek
- embellishment:abartma, renklendirme, süs, süsleme
- ember:kor, köz
- embers:korlaşmış ateş, köz, sönmekte olan ateş
- embezzle:kendine mâletmek, zimmetine geçirmek
- embezzled:kendine mâletmek, zimmetine geçirmek
- embezzlement:ihtilâs, kötüye kullanma, zimmetine geçirme
- embezzler:kasa hırsızı, zimmetine geçiren kimse
- embezzling:kendine mâletmek, zimmetine geçirmek
- embitter:dünyadan nefret ettirmek, ekşitmek, hırçınlaştırmak, körüklemek
- embittered:dünyadan nefret etmiş, hayata küsmüş
- embittering:dünyadan nefret ettirmek, ekşitmek, hırçınlaştırmak, körüklemek
- embitterment:dünyadan nefret ettirme, ekşitme
- emblazon:armalarla süslemek, göklere çıkarmak, kutlamak, övmek, yüceltmek
- emblazoning:armalarla süslemek, göklere çıkarmak, kutlamak, övmek, yüceltmek
- emblem:amblem, arma, kişileştirme, sembol, simge
- emblematic:sembolik, simgeleyen, simgesel
- emblematical:sembolik, simgeleyen
- emblematize:simge ile temsil edilmek, simge ile temsil etmek
- embodiment:cisimleşme, şekillenme, simge, somut örnek, somutlaşma
- embody:belirtmek, bir bütün halinde toplamak, cisimleştirmek, içermek, ihtiva etmek, somutlaştırmak
- embodying:belirtmek, bir bütün halinde toplamak, cisimleştirmek, içermek, ihtiva etmek, somutlaştırmak
- embolden:cesaret vermek, teşvik etmek, yüreklendirmek
- emboldening:cesaret vermek, teşvik etmek, yüreklendirmek
- embolism:amboli, damar tıkanıklığı
- embonpoint:dolgunluk, semizlik, toplu olma
- embosom:korumak, kucaklamak, kuşatmak
- embosoming:korumak, kucaklamak, kuşatmak
- emboss:çekiçle dövmek, kabartma ile işlemek, kabartma yapmak
- embossed:kabartılmış, kabartmalı
- embossing:çekiçle dövmek, kabartma ile işlemek, kabartma yapmak
- embossment:kabartma, kakma
- embouchure:ağız, ağız kısmı, çalgıyı ağıza yerleştirme şekli, nehir ağzı
- embower:gölgelemek, korumak
- embowered:gölgelemek, korumak
- embowering:gölgelemek, korumak
- embrace:bağrına basmak, benimsemek, beslemek, ele geçirmek, kapsamak, kucaklama, kucaklamak, kucaklaşma, kucaklaşmak, sarılma, sarmak, sarmaş dolaş olmak, yakalamak
- embraced:bağrına basmak, benimsemek, beslemek, ele geçirmek, kapsamak, kucaklamak, kucaklaşmak, sarmak, sarmaş dolaş olmak, yakalamak
- embracing:kapsayan, kucaklama, kuşatan, saran
- embranchment:çatallanma, dallanma, kol
- embrangle:dolaştırmak, şaşırtmak
- embrangling:dolaştırmak, şaşırtmak
- embrasure:mazgal, mazgal şeklinde pencere boşluğu, mazgallarla donatmak
- embrocation:ilaçla ovma, ovmakta kullanılan yağlı ilaç
- embroider:abartmak, allayıp pullamak, ballandırmak, nakışla süslemek, oyalamak, şişirmek, süslemek
- embroidered:abartmak, allayıp pullamak, ballandırmak, nakışla süslemek, oyalamak, şişirmek, süslemek
- embroidering:abartmak, allayıp pullamak, ballandırmak, nakışla süslemek, oyalamak, şişirmek, süslemek
- embroidery:abartı, nakış, oya, süs
- embroil:ara bozmak, bozmak, bulaştırmak, karıştırmak
- embroiled:bozuk, karmakarışık
- embroiling:ara bozmak, bozmak, bulaştırmak, karıştırmak
- embroilment:anlaşmazlık, bozuşma, karışıklık, karışma
- embroy:başlangıç aşaması, cenin, embriyo, tasarı aşaması
- embryo:başlangıç aşaması, cenin, embriyo, tasarı aşaması
- embryology:embriyoloji
- embryonal:embriyona ait, embriyonik, gelişmemiş, ilkel
- embryonic:embriyona ait, embriyonik, gelişmemiş, ilkel
- embus:arabaya binmek, arabaya koymak
- emcee:protokol yetkilisi, sergilemek, sunmak, sunucu
- emceeing:sergilemek, sunmak
- emend:değişiklik yapmak, düzeltmek
- emendation:değişiklik yapma, düzeltme
- emendatory:düzeltici, düzeltme türünden
- emended:değişiklik yapmak, düzeltmek
- emending:değişiklik yapmak, düzeltmek
- emerald:zümrüt, zümrüt gibi, zümrüt ile ilgili, zümrüt yeşili
- emerge:çıkmak, doğmak, gün ışığına çıkmak, ortaya çıkmak, su yüzüne çıkmak, yücelmek
- emerged:çıkmak, doğmak, gün ışığına çıkmak, ortaya çıkmak, su yüzüne çıkmak, yücelmek
- emergence:çıkma
- emergency:acil durum, acil vaka, tehlike
- emerging:çıkmak, doğmak, gün ışığına çıkmak, ortaya çıkmak, su yüzüne çıkmak, yücelmek
- emery:zımpara
- emetic:istifrağ ettirici, kusturan ilaç, kusturucu, kusturucu ilaç
- emigrant:göçmen, muhacir
- emigrate:göç etmek, göçmek
- emigrating:göç etmek, göçmek
- emigration:göç, göçme, hicret
- eminence:itibar, tepe, yüksek mevki
- eminency:itibar, tepe, yüksek mevki
- eminent:seçkin, ünlü, yüce, yüksek rütbeli
- eminently:fazlasıyla, pek
- emir:emir
- emirate:emaret, emirlik
- emirates:emaret, emirlik
- emissaries:casus, özel görevli, temsilci
- emissary:casus, özel görevli, temsilci
- emission:çıkarma, emisyon, yayınlama, yayma
- emissive:yayan, yayınlayan
- emit:belirtmek, çıkarmak, ifade etmek, yayınlamak, yaymak
- emitted:belirtmek, çıkarmak, ifade etmek, yayınlamak, yaymak
- emitter:çıkarıcı, emitör, fışkırtan şey
- emitting:belirtmek, çıkarmak, ifade etmek, yayınlamak, yaymak
- emolument:maaş, ücret
- emotinally:duygusal yönden, heyecanla, heyecanlı bir şekilde
- emotion:duygu, duygulanma, heyecan, his
- emotional:duyarlı, duygulu, duygusal, hassas, heyecanlı, hissi, içli
- emotionality:duyarlık, duyarlılık, duygusallık, hassaslık
- emotionalize:duygusallaştırmak
- emotionally:duygusal yönden, heyecanla, heyecanlı bir şekilde
- emotive:duygulu, duygusal, heyecan ile ilgili
- empanel:jüri olarak yazmak
- empathy:başkasının duygularını anlama, empati
- empennage:kuyruk bölümü
- emperor:imparator
- emphasis:önem, üzerinde durulan nokta, vurgu
- emphasise:önemini belirtmek, üzerinde durmak, vurgulamak
- emphasising:önemini belirtmek, üzerinde durmak, vurgulamak
- emphasize:önemini belirtmek, üzerinde durmak, vurgulamak
- emphasized:önemini belirtmek, üzerinde durmak, vurgulamak
- emphasizes:önemini belirtmek, üzerinde durmak, vurgulamak
- emphasizing:önemini belirtmek, üzerinde durmak, vurgulamak
- emphati:katı, önemli, vurgulanmış, vurgulu
- emphatic:katı, önemli, vurgulanmış, vurgulu
- emphatical:katı, önemli, vurgulanmış, vurgulu
- emphatically:kesinlikle, üzerinde durarak, vurgulayarak
- emphaty:başkasının duygularını anlama, empati
- emphysema:anfizem, ciğerlerde hava kalması
- empire:imparatorluk, imparatorluk ile ilgili, saray tarzında
- empiric:deneysel, görgül, şarlatan
- empirical:deneysel, görgül
- empiricism:deneyimcilik, şarlatanlık
- empiricist:deneyimci, görgücü
- emplace:mevzilendirmek, yerleştirmek
- emplacement:mevzilenme, top platformu, yere koyma, yerleşme, yerleştirme
- emplane:uçağa bindirmek, uçağa binmek, uçağa yüklemek
- employ:çalıştırmak, görevlendirmek, harcamak, iş vermek, kullanmak, meşgul etmek
- employable:görevlendirilebilir, iş verilebilir, kullanılabilir
- employed:çalıştırmak, görevlendirmek, harcamak, iş vermek, kullanmak, meşgul etmek
- employee:adam, eleman, görevli, hizmetli, işçi, personel
- employer:işveren, patron
- employers:işveren, patron
- employing:çalıştırmak, görevlendirmek, harcamak, iş vermek, kullanmak, meşgul etmek
- employment:çalıştırma, görev, görevlendirme, hizmet, iş, iş verme, uğraş
- empoison:zehir etmek, zehir gibi yapmak, zehirlemek
- empoisoned:zehir etmek, zehir gibi yapmak, zehirlemek
- emporium:mağaza, market, pazar yeri, ticaret merkezi
- empower:izin vermek, yetki vermek
- empowered:izin vermek, yetki vermek
- empowering:izin vermek, yetki vermek
- empowers:izin vermek, yetki vermek
- empress:imparatoriçe
- emptied:boşalmak, boşaltmak, dökmek, dökülmek, içini boşaltmak, içini çıkarmak, tahliye etmek
- emptiness:boşluk
- empty:aç, anlamsız, boş, boş kap, boşalma, boşalmak, boşaltmak, boşuna, dökmek, dökülmek, içeriksiz, içini boşaltmak, içini çıkarmak, önemsiz, tahliye etmek, yoksun
- emptyheaded:akılsız, boş kafalı, kuş beyinli
- emptying:boşaltma, tahliye
- emu:koşucu devekuşu
- emulate:benzemeye çalışmak, imrenmek, özenmek, yarışmak
- emulating:benzemeye çalışmak, imrenmek, özenmek, yarışmak
- emulation:benzemeye çalışma, özenme, yarışma
- emulsify:emilsiyon haline dönüştürmek
- emulsion:emülsiyon
- en:yarım kadrat
- enable:izin vermek, olanak tanımak, olanak vermek, yetki vermek
- enables:izin vermek, olanak tanımak, olanak vermek, yetki vermek
- enabling:izin vermek, olanak tanımak, olanak vermek, yetki vermek
- enact:canlandırmak, çıkarmak, oynamak, sahnelemek, yasallaştırmak
- enacted:canlandırmak, çıkarmak, oynamak, sahnelemek, yasallaştırmak
- enacting:canlandırmak, çıkarmak, oynamak, sahnelemek, yasallaştırmak
- enaction:canlandırma, kanun, kanunlaştırma, sahneleme, yasa
- enamel:diş minesi, emay, emay işi, emay işi eser, emaye, emaylamak, mine, minelemek, sır, sırlamak, süslemek, tırnak cilası
- enameled:emaylamak, minelemek, sırlamak, süslemek
- enameling:emaylamak, minelemek, sırlamak, süslemek
- enameller:emaycı, mineci
- enamelling:emaylamak, minelemek, sırlamak, süslemek
- enamor:aklını başından almak, aşık etmek, büyülemek, etkilemek
- enamored:aşık, tutkun
- enamoring:aklını başından almak, aşık etmek, büyülemek, etkilemek
- enamour:aklını başından almak, aşık etmek, büyülemek, etkilemek
- enamoured:aşık, tutkun
- enamouring:aklını başından almak, aşık etmek, büyülemek, etkilemek
- enbloc:bütün olarak, bütünüyle, toptan
- encage:kafese koymak, kafeslemek
- encamp:kamp kurmak, kampa yerleştirmek
- encampment:kamp, karargâh, ordugâh
- encapsulate:içermek, kapsamak, kısa ve öz biçimde açıklamak, özetlemek
- encapsulated:içermek, kapsamak, kısa ve öz biçimde açıklamak, özetlemek
- encapsulating:içermek, kapsamak, kısa ve öz biçimde açıklamak, özetlemek
- encase:kabına koymak, kapamak, örtmek, sandığa koymak
- encased:kabına koymak, kapamak, örtmek, sandığa koymak
- encash:bozdurmak, paraya çevirmek, tahsil etmek
- encashment:bozdurma, paraya çevirme, tahsil etme
- encasing:kabına koymak, kapamak, örtmek, sandığa koymak
- encaustic:sıcak balmumu ile resim yapma, yakılarak süslenmiş olan
- encephalic:beyin, beyinsel, beyne ait
- encephalitis:ansefalit, beyin iltihabı
- enchant:afsunlamak, aklını başından almak, büyülemek, mest etmek
- enchanted:afsunlu
- enchanter:büyücü
- enchanting:büyüleyici, etkileyici, mest eden, sihirli
- enchantment:büyü, büyüleme, cazibe, cezbetme, haz, keyif, sihir
- enchantress:büyücü kadın, büyüleyici kadın
- enchase:çerçevelemek, kabartmalarla süslemek, yerleştirmek
- encipher:kodlamak, şifrelemek
- enciphering:kodlamak, şifrelemek
- encircle:çembere almak, çevirmek, çevrelemek, etrafını çevirmek, kucaklamak, kuşatmak, sarmak
- encircled:çevrili
- encirclement:kuşatma
- encircling:çembere almak, çevirmek, çevrelemek, etrafını çevirmek, kucaklamak, kuşatmak, sarmak
- enclasp:kucaklamak, sarmak
- enclasping:kucaklamak, sarmak
- enclave:etrafını çevirmek, yerleşim bölgesi
- enclitic:önceki sözcükle birleşen, önceki sözcükle birleşen kelime
- enclose:çevirmek, çevrelemek, çit ile çevirmek, etrafını çevirmek, içermek, iliştirmek, kapatmak, kapsamak, kuşatmak
- enclosed:ekli, ilişikteki, kapalı, kapanmış
- enclosing:çevirmek, çevrelemek, çit ile çevirmek, etrafını çevirmek, içermek, iliştirmek, kapatmak, kapsamak, kuşatmak
- enclosure:çevirme, çevreleme, çevrilmiş yer, çit, duvar, eklenmiş belge, kapama, kuşatma
- encode:kodlamak, şifrelemek
- encoded:kodlamak, şifrelemek
- encoding:kodlamak, şifrelemek
- encomia:kaside, övgü
- encomium:kaside, övgü
- encompass:etrafını çevirmek, kapsamak, kumpas kurmak, kuşatmak, neden olmak, sarmak
- encompassed:etrafını çevirmek, kapsamak, kumpas kurmak, kuşatmak, neden olmak, sarmak
- encompassing:etrafını çevirmek, kapsamak, kumpas kurmak, kuşatmak, neden olmak, sarmak
- encore:istek parça, isteme, tekrar çağırma, tekrarını istemek, tekrarlama, tezahürat yapmak, yeniden sahneye çağırmak
- encore!:isteriz!, tekrar!, yeniden!
- encoring:tekrarını istemek, tezahürat yapmak, yeniden sahneye çağırmak
- encounter:çarpışma, çarpışmak, dövüşme, eğitim amacıyla toplanma, karşılaşma, karşılaşmak, rastlama, rastlamak, rastlantı, tesadüf, yüz yüze gelmek
- encountered:çarpışmak, karşılaşmak, rastlamak, yüz yüze gelmek
- encountering:çarpışmak, karşılaşmak, rastlamak, yüz yüze gelmek
- encourage:cesaret vermek, cesaretlendirmek, desteklemek, korumak, özendirmek, teşvik etmek
- encouragement:cesaret verme, özendirme, teşvik, yüreklendirme
- encourages:cesaret vermek, cesaretlendirmek, desteklemek, korumak, özendirmek, teşvik etmek
- encouraging:cesaret verici, özendirici, teşvik edici, teşvik etme, ümit verici, yüreklendirici
- encroach:kötüye kullanmak, sokulmak, tecâvüz etmek, zarar vermek
- encroached:kötüye kullanmak, sokulmak, tecâvüz etmek, zarar vermek
- encroaching:kötüye kullanmak, sokulmak, tecâvüz etmek, zarar vermek
- encroachment:aşma, el uzatma, geçme, saldırma, tecâvüz, zarar
- encrust:kabuk bağlamak, kaplamak, kaplanmak
- encrustation:kabuk, kabuk bağlama, kaplama, süs
- encrusted:kabuk bağlamak, kaplamak, kaplanmak
- encumber:engel olmak, engellemek, sorumluluk yüklemek, tıka basa doldurmak, yüklemek
- encumbered:engel olmak, engellemek, sorumluluk yüklemek, tıka basa doldurmak, yüklemek
- encumbering:engel olmak, engellemek, sorumluluk yüklemek, tıka basa doldurmak, yüklemek
- encumbrance:borç, engel, ipotek, sorumlu olunan kişi, sorumluluk, yük, yükümlülük
- encumbrancer:alacaklı, hak sahibi
- encyclical:düzenlenmiş
- encyclopaedia:ansiklopedi
- encyclopaedic:ansiklopedik
- encyclopaedical:ansiklopedik
- encyclopedia:ansiklopedi
- encyclopedic:ansiklopedik
- encyclopedical:ansiklopedik
- encyst:kese içine almak
- end:akıbet, bitirmek, bitmek, erek, izmarit, kafa, kalıntı, ölmek, ölüm, son, son vermek, sona ermek, sonuç, sonuca ulaşmak, sonuçlanmak, taraf, uç, yok etmek
- endanger:tehlikeye atmak
- endangered:tehlikeye atmak
- endangering:riske sokan, tehlikeye atan, tehlikeye atma
- endear:sevdirmek
- endearing:alımlı, cazip, çekici, şefkâtli, sevecen
- endearment:okşayıcı söz, tatlı söz
- endeavor:çaba, çaba harcamak, çabalamak, çalışmak, gayret, gayret etmek, uğraş, uğraşmak
- endeavored:çaba harcamak, çabalamak, çalışmak, gayret etmek, uğraşmak
- endeavoring:çaba harcamak, çabalamak, çalışmak, gayret etmek, uğraşmak
- endeavour:çaba, çaba harcamak, çabalamak, çalışmak, gayret, gayret etmek, uğraş, uğraşmak
- endeavoured:çaba harcamak, çabalamak, çalışmak, gayret etmek, uğraşmak
- endeavouring:çaba harcamak, çabalamak, çalışmak, gayret etmek, uğraşmak
- ended:bitirmek, bitmek, ölmek, son vermek, sona ermek, sonuca ulaşmak, sonuçlanmak, yok etmek
- endemic:bitki örtüsü, özgü, sık görülen, yaygın, yöresel, yöresel hastalık, yöreye özgü hayvan
- endgame:oyun sonu, son hamle
- ending:bitirme, ecel, ölüm, son, sona erme, sonek, takı
- endings:bitirme, ecel, ölüm, son, sona erme, sonek, takı
- endive:hindiba
- endless:bitmek bilmeyen, bitmez tükenmez, daimi, ebedi, ölümsüz, sonsuz, uçsuz bucaksız
- endlessness:devamlılık, sonsuzluk
- endlong:uzunluğuna
- endmost:en son, en uzak
- endocarditis:endokardit, kâlp içzarı iltihabı
- endocrine:endokrin, iç salgı ile ilgili
- endocrinology:endokrinoloji, iç salgı bezleri bilim dalı
- endogamy:aile içi evlilik, endogami, içerden evlenme
- endoparasite:asalak, içparazit
- endorse:arkasına yazmak, ciro etmek, desteklemek, havale etmek, onaylamak
- endorsed:arkasına yazmak, ciro etmek, desteklemek, havale etmek, onaylamak
- endorsee:ciro edilen kimse, lehdar
- endorsement:açıklama, ciro, destek, havale, onay
- endorser:ciranta, ciro eden kimse, cirocu
- endorsing:arkasına yazmak, ciro etmek, desteklemek, havale etmek, onaylamak
- endosperm:besidoku
- endow:bağışlamak, bahşetmek, gelir bağlamak, vermek
- endowed:bahşedilen, verilen
- endowment:allah vergisi yetenek, bağış, bağışlama, bahşetme
- endpaper:kitap başına eklenen sayfalar, kitap sonuna eklenen sayfalar
- ends:akıbet, bitirmek, bitmek, erek, izmarit, kafa, kalıntı, ölmek, ölüm, son, son vermek, sona ermek, sonuç, sonuca ulaşmak, sonuçlanmak, taraf, uç, yok etmek
- endurable:çekilir, katlanılır
- endurance:dayanıklılık, dayanma, devam, katlanma, sabır, süreklilik, tahammül
- endure:dayanmak, devam etmek, dişini sıkmak, durmak, katlanmak, sabretmek, sürmek, var olmak
- enduring:baki, dayanıklı, sabırlı, sürekli, uzun süren
- endways:dik olarak, uç uca, ucu öne doğru
- endwise:dik olarak, uç uca, ucu öne doğru
- enema:lavman, lavman sıvısı
- enemata:lavman, lavman sıvısı
- enemies:düşman, düşman kuvvetleri, hasım
- enemy:düşman, düşman kuvvetleri, düşmana ait, hasım
- energetic:çalışkan, enerjik, faal, güçlü, kuvvetli
- energise:enerji sarfetmek, enerji vermek, güç vermek, harekete geçirmek
- energize:enerji sarfetmek, enerji vermek, güç vermek, harekete geçirmek
- energizing:enerji sarfetmek, enerji vermek, güç vermek, harekete geçirmek
- energumen:cin çarpmış kimse, fanatik
- energy:enerji, erke, gayret, güç, kuvvet
- enervate:cesaretini kırmak, gevşetmek, kuvvetten düşürmek, moralini bozmak, zayıflatmak
- enervated:cesaretini kırmak, gevşetmek, kuvvetten düşürmek, moralini bozmak, zayıflatmak
- enervating:cesaretini kırmak, gevşetmek, kuvvetten düşürmek, moralini bozmak, zayıflatmak
- enervation:gevşeklik, moral bozukluğu, zayıflatma
- enfeeble:halsiz bırakmak, kuvvetten düşürmek
- enfeebled:halsiz bırakmak, kuvvetten düşürmek
- enfeebling:halsiz bırakmak, kuvvetten düşürmek
- enfeoff:tımar vermek
- enfilade:bir tarafı taramak, tarama ateşi, tarama ateşi ettirmek, yan ateşi
- enfold:katlamak, kıvırmak, kucaklamak, paketlemek, sarmak
- enfolding:katlamak, kıvırmak, kucaklamak, paketlemek, sarmak
- enforce:güçlendirmek, infaz etmek, sözünü geçirmek, uygulamak, zorla yaptırmak, zorlamak
- enforceable:dava edilebilir, uygulanabilir, yürürlüğe konabilir
- enforced:mecburi, zorunlu
- enforcedly:baskıyla, mecburi, zorunlu olarak
- enforcement:infaz, uygulama, zorlama
- enforcing:güçlendirmek, infaz etmek, sözünü geçirmek, uygulamak, zorla yaptırmak, zorlamak
- enframe:çerçevelemek
- enfranchise:azat etmek, hak tanımak, kabul etmek, oy hakkı vermek, serbest bırakmak, sorumluluktan kurtarmak
- enfranchisement:azat, hak tanıma, oy hakkı verme, vatandaşlığa kabul etme
- enfranchising:azat etmek, hak tanımak, kabul etmek, oy hakkı vermek, serbest bırakmak, sorumluluktan kurtarmak
- engage:bağlamak, bağlanmak, çarpışmaya girmek, çekmek, garanti etmek, işe almak, kullanmak, söz vermek, tutmak
- engaged:bağlanmış, dolu, meşgul, nişanlı, rezerve, tutulmuş
- engagement:birbirine geçme, çarpışma, nişan, nişanlanma, randevu, sorumluluk, söz, sözleşme, taahhüt, uğraş, yükümlülük
- engagements:birbirine geçme, çarpışma, nişan, nişanlanma, randevu, sorumluluk, söz, sözleşme, taahhüt, uğraş, yükümlülük
- engages:bağlamak, bağlanmak, çarpışmaya girmek, çekmek, garanti etmek, işe almak, kullanmak, söz vermek, tutmak
- engaging:alımlı, birbirine geçen, çekici, kavrama, sempatik
- engender:doğurmak, neden olmak
- engendered:doğurmak, neden olmak
- engendering:doğurmak, neden olmak
- engine:alet edevat, itfaiye arabası, lokomotif, makine, makine takmak, motor, motor takmak
- engineer:çarkçı, düzenlemek, makine mühendisi, makinist, mühendis, mühendisliğini yapmak, mühendislik yapmak, tekniker, teknisyen, yapmak
- engineered:düzenlemek, mühendisliğini yapmak, mühendislik yapmak, yapmak
- engineering:istihkâm hizmeti, mühendislik
- engineman:makine ustası, makinist, motor ustası
- enginering:istihkâm hizmeti, mühendislik
- engird:kemer gibi sarmak, kuşatmak
- engirding:kemer gibi sarmak, kuşatmak
- engirdle:kemer gibi sarmak, kuşatmak
- engirdling:kemer gibi sarmak, kuşatmak
- england:ingiltere
- englander:ingiliz, ingiltereli
- english:ingiliz, ingiliz halkı, ingilizce, ingilizler, ingiltere
- englishman:ingiliz, ingiliz erkeği
- englishwoman:ingiliz, ingiliz kadını
- engorge:fazla doldurmak, tıkamak, tıkınmak, yutmak
- engorged:tıkalı, tıkanık, tıkanmış
- engorging:fazla doldurmak, tıkamak, tıkınmak, yutmak
- engraft:aşılamak, dikmek, sokmak, yerleştirmek
- engrafting:aşılamak, dikmek, sokmak, yerleştirmek
- engrain:boyamak, ham iken boyamak, içine işletmek
- engrained:daniska, kökleşmiş, tam, yerleşmiş
- engraining:boyamak, ham iken boyamak, içine işletmek
- engrave:hakketmek, işlemek, kabartma yapmak, oymak
- engraved:hakketmek, işlemek, kabartma yapmak, oymak
- engraver:hakkâk, oymacı
- engraving:gravür, gravür sanatı, hakkaklık, işleme, oyma, oyma işi, oyma resim, oymacılık
- engross:çekmek, cezbetmek, dalmak, dikkatini vermek, hazırlamak, resmi dille yazmak, tekeline almak, temize çekmek
- engrossed:dalgın, dalmış, düşünceye dalmış, meşgul
- engrossing:çekici, düşündürücü, ilginç, zihni kurcalayan
- engrossment:dalma, meşgul olma, piyasayı tekeline alma, stoklama, temize çekilmiş belge
- engulf:dalıp gitmek, içine çekmek, yutmak, yutulmak
- engulfing:dalıp gitmek, içine çekmek, yutmak, yutulmak
- enhance:abartmak, artırmak, büyütmek, yükseltmek
- enhancement:artırılma, artırma, artış
- enhancements:artırılma, artırma, artış
- enhances:abartmak, artırmak, büyütmek, yükseltmek
- enhancing:abartmak, artırmak, büyütmek, yükseltmek
- enigma:anlaşılmaz kimse, bilmece, esrar, gizem, muamma
- enigmata:anlaşılmaz kimse, bilmece, esrar, gizem, muamma
- enigmatic:bilmece gibi, esrarengiz, gizemli
- enigmatical:bilmece gibi, esrarengiz, gizemli
- enigmatize:anlaşılmaz hale getirmek, bilinmezleştirmek, bilmece gibi konuşmak
- enjoin:empoze etmek, emretmek, istemek, menetmek, yasaklamak
- enjoined:empoze etmek, emretmek, istemek, menetmek, yasaklamak
- enjoining:empoze etmek, emretmek, istemek, menetmek, yasaklamak
- enjoy:beğenmek, haz almak, hoşlanmak, hoşuna gitmek, sahip olmak, sevmek, tadına varmak, tadını çıkarmak, yararlanmak, zevk almak
- enjoyable:eğlenceli, hoş, tadı çıkarılabilir, yenilebilir, zevkli
- enjoyed:beğenmek, haz almak, hoşlanmak, hoşuna gitmek, sahip olmak, sevmek, tadına varmak, tadını çıkarmak, yararlanmak, zevk almak
- enjoying:beğenmek, haz almak, hoşlanmak, hoşuna gitmek, sahip olmak, sevmek, tadına varmak, tadını çıkarmak, yararlanmak, zevk almak
- enjoyment:ağız tadı, beğenme, haz, hoşlanma, yararlanma, zevk
- enkindle:alevlendirmek, tutuşturmak
- enkindled:alevlendirmek, tutuşturmak
- enkindling:alevlendirmek, tutuşturmak
- enlace:birbirine geçirmek, dolamak, sarmak
- enlacing:birbirine geçirmek, dolamak, sarmak
- enlarge:ayrıntıya girmek, büyümek, büyütmek, geliştirmek, genişlemek, genişletmek, uzatmak
- enlarged:ayrıntıya girmek, büyümek, büyütmek, geliştirmek, genişlemek, genişletmek, uzatmak
- enlargement:büyüme, büyütme, genişleme, yayılma
- enlarger:agrandisör, büyütücü
- enlarging:ayrıntıya girmek, büyümek, büyütmek, geliştirmek, genişlemek, genişletmek, uzatmak
- enlighten:aydınlatmak, bilgi vermek, öğretmek
- enlightened:açık fikirli, aydın, aydınlatılmış, kültürlü, okumuş
- enlightening:aydınlatıcı
- enlightenment:aydınlatma, aydınlık, ilim irfan
- enlist:asker olmak, askere almak, askere kaydetmek, gönüllü yazılmak, kaydetmek, kayırmak, sağlamak
- enlisting:asker olmak, askere almak, askere kaydetmek, gönüllü yazılmak, kaydetmek, kayırmak, sağlamak
- enlistment:askere alma, askerlik, elde etme, gönüllü yazılma, sağlama
- enliven:canlandırmak, ihya etmek, neşelendirmek
- enlivened:canlandırmak, ihya etmek, neşelendirmek
- enlivening:canlandırıcı
- enmasse:hep beraber, hep birlikte, toplu halde, topluca
- enmesh:ağa düşürmek, tuzağa düşürmek
- enmeshed:ağa düşürmek, tuzağa düşürmek
- enmity:düşmanlık, kin, nefret
- ennoble:asilleştirmek, soylulaştırmak, yüceltmek, yükseltmek
- ennoblement:asalet verme, yüceltme
- ennobling:asalet veren, yüceltici
- ennui:bıkkınlık, can sıkıntısı
- enormity:alçaklık, büyüklük, cinayet, iğrençlik, irilik, kötülük
- enormous:azman, büyük, dağ gibi, kocaman, koskocaman, muazzam
- enormously:çok
- enormousness:büyüklük, kocamanlık
- enough:kâfi, yeter, yeteri kadar, yeterince, yeterli, yeterli miktar
- enough!:bıktım!, yeter!
- enounce:açıkça belirtmek, ifade etmek, öne sürmek
- enouncing:açıkça belirtmek, ifade etmek, öne sürmek
- enplane:uçağa bindirmek, uçağa binmek, uçağa yüklemek
- enquire:araştırmak, sormak, soru sormak, soruşturmak
- enquiring:meraklı, soran, soruşturan
- enquiry:anket, araştırma, bahis, danışma, sorgu, soru, soruşturma, tahkikat, yoklama
- enrage:çileden çıkarmak, kızdırmak, kudurtmak
- enraged:çileden çıkmış, kızdırılmış, kuduruk, öfkeli
- enraging:çileden çıkarmak, kızdırmak, kudurtmak
- enrapt:kendinden geçmiş, mest olmuş
- enrapture:aklını başından almak, mest etmek, sevince boğmak
- enraptured:aklını başından almak, mest etmek, sevince boğmak
- enrich:değer katmak, güçlendirmek, koyulaştırmak, süslemek, yüceltmek, zengin etmek, zenginleştirmek
- enriched:değer katmak, güçlendirmek, koyulaştırmak, süslemek, yüceltmek, zengin etmek, zenginleştirmek
- enriching:zenginleştirici
- enrichment:kuvvetlendirme, süs, süsleme, zenginleştirme
- enrichments:kuvvetlendirme, süs, süsleme, zenginleştirme
- enrobe:elbise giydirmek, giydirmek
- enrol:adını yazmak, askere almak, askere yazılmak, kabul etmek, kaydetmek, üye yapmak, yazılmak, yazmak
- enroll:adını yazmak, askere almak, askere yazılmak, kabul etmek, kaydetmek, üye yapmak, yazılmak, yazmak
- enrolling:adını yazmak, askere almak, askere yazılmak, kabul etmek, kaydetmek, üye yapmak, yazılmak, yazmak
- enrollment:askere alma, başvurma, kaydetme, kaydolma, kayıt, kayıt toplamı, kütük, sicil, yazılma
- enrolment:askere alma, başvurma, kaydetme, kaydolma, kayıt, kayıt toplamı, kütük, sicil, yazılma
- ensconce:yerleştirmek
- ensconcing:yerleştirmek
- ensemble:birlik, döpiyes, grup, topluluk, uyumlu giysi
- enshrine:kutsal bir yere koymak, kutsal kabul etmek, saklamak
- enshrined:kutsal bir yere koymak, kutsal kabul etmek, saklamak
- enshroud:gizlemek, kefene sarmak, örtmek
- enshrouded:gizlemek, kefene sarmak, örtmek
- enshrouding:gizlemek, kefene sarmak, örtmek
- ensign:bayrak, bayraktar, deniz asteğmeni, işaret, nişan, rütbe işareti, sancak, simge
- ensilage:ambara koyma, siloya konan yem, siloya koyma, siloya koymak, yemleri ambara koymak
- ensile:siloya koymak, yemleri ambara koymak
- enslave:esir etmek, köle yapmak
- enslaved:esir etmek, köle yapmak
- enslavement:esaret, köleleştirme, kölelik, körü körüne bağlılık
- ensnare:kapana kıstırmak, kapanla yakalamak, tuzağa düşürmek
- ensnaring:kapana kıstırmak, kapanla yakalamak, tuzağa düşürmek
- ensue:ardından gelmek, doğmak, sonradan gelmek, sonucu olmak
- ensued:ardından gelmek, doğmak, sonradan gelmek, sonucu olmak
- ensuing:ardından gelen, ertesi, sonraki
- ensure:garantiye almak, sağlama almak, sağlamak, sigorta etmek
- ensured:garantiye almak, sağlama almak, sağlamak, sigorta etmek
- ensuring:garantiye almak, sağlama almak, sağlamak, sigorta etmek
- entablement:kaide
- entail:gerektirmek, kaosamak, mülkiyeti muhafaza, şarta bağlamak, satılmaması koşuluyla vermek, yol açmak
- entailed:gerektirmek, kaosamak, şarta bağlamak, satılmaması koşuluyla vermek, yol açmak
- entangle:başını derde sokmak, bulaştırmak, dolaştırmak, karıştırmak
- entangled:bulaşmış, çapraşık, dolaşık, karışmış, karmakarışık
- entanglement:dikenli tel engeli, dolaşıklık, engel, gönül iğleri, gönül işleri, karmaşıklık, zorluk
- entangling:başını derde sokmak, bulaştırmak, dolaştırmak, karıştırmak
- entente:anlaşma, itilaf, uyuşma
- enter:giriş yapmak, girmek, gümrük beyanında bulunmak, içeri girmek, içeriye girmek, katılmak, kaydetmek, kaydolmak, sahneye çıkmak, sokmak, yazılmak, yazmak
- enteric:bağırsak, bağırsaklara ait, ince bağırsak iltihabına ait
- entering:girme
- enteritis:enterit, ince bağırsak iltihabı
- enteron:bağırsak
- enterpreneur:eğlence düzenleyicisi, girişimci, müteahhit
- enterprise:atılganlık, atılım, cesaret, girişim, girişkenlik, kuruluş, teşebbüs
- enterprising:atılgan, cesur, girişimci, girişken, uyanık
- entertain:ağırlamak, aklında bulundurmak, eğlendirmek, misafir etmek, oyalamak
- entertained:ağırlamak, aklında bulundurmak, eğlendirmek, misafir etmek, oyalamak
- entertainer:ağırlayan kimse, eğlendiren kimse, gösterici
- entertaining:eğlenceli, eğlendirici
- entertainment:ağırlama, alem, davet, eğlence, gösteri, misafir etme, ziyafet
- entertainments:ağırlama, alem, davet, eğlence, gösteri, misafir etme, ziyafet
- entertaint:ağırlama, alem, davet, eğlence, gösteri, misafir etme, ziyafet
- entertaintment:ağırlama, alem, davet, eğlence, gösteri, misafir etme, ziyafet
- enthalpy:toplu ısı
- enthral:bağlamak, büyülemek, esir etmek, etkilemek
- enthrall:bağlamak, büyülemek, esir etmek, etkilemek
- enthralled:bağlamak, büyülemek, esir etmek, etkilemek
- enthralling:büyüleyici, çekici, hayran bırakan
- enthrallment:büyüleme, esaret, kendine bağlama, kölelik
- enthralment:büyüleme, esaret, kendine bağlama, kölelik
- enthrone:başına taç etmek, göklere çıkarmak, taç giydirmek, tahta çıkarmak
- enthroned:başına taç etmek, göklere çıkarmak, taç giydirmek, tahta çıkarmak
- enthronement:taç giydirme, tahta çıkarma
- enthroning:başına taç etmek, göklere çıkarmak, taç giydirmek, tahta çıkarmak
- enthuse:azmettirmek, ballandıra ballandıra anlatmak, bayılmak, coşmak, coşturmak, gayrete gelmek, hayran bırakmak, hayran kalmak
- enthusiasm:coşku, coşkunluk, gayret, hayranlık, heves, heyecan, istek, şevk
- enthusiast:ateşli taraftar, coşkun kimse, hayran, istekli kimse
- enthusiastic:ateşli, can atan, coşkulu, hevesli, istekli
- enthusiasts:ateşli taraftar, coşkun kimse, hayran, istekli kimse
- enthusing:azmettirmek, ballandıra ballandıra anlatmak, bayılmak, coşmak, coşturmak, gayrete gelmek, hayran bırakmak, hayran kalmak
- entice:ayartmak, baştan çıkarmak, ikna etmek, kandırmak
- enticement:ayartma, baştan çıkarma, cazibe, ikna
- enticing:ayartıcı, baştan çıkarıcı, cazibeli, cazip, fettan, işveli
- entire:bütün, hepsi, iğdiş edilmemiş, iğdiş edilmemiş at, katışıksız, saf, tam, tüm
- entirely:baştan sona, büsbütün, bütünüyle, tamamen, tümüyle
- entirety:bütünlük, tamlık, tüm
- entities:öz, tüzellik, varlık, varoluş
- entitle:adlandırmak, hak etmek, hak tanımak, isimlendirmek, ünvan vermek, yetki vermek
- entitled:adlı, isminde
- entitlement:ad verme, yetki verme
- entitlements:ad verme, yetki verme
- entitling:adlandırmak, hak etmek, hak tanımak, isimlendirmek, ünvan vermek, yetki vermek
- entity:öz, tüzellik, varlık, varoluş
- entomb:gömmek, mezar olmak, mezara koymak
- entombed:gömmek, mezar olmak, mezara koymak
- entombing:gömmek, mezar olmak, mezara koymak
- entombment:gömme, mezara koyma
- entomologist:böcekbilimci, entomolojist
- entomology:böcekbilim, entomoloji
- entourage:arkadaş çevresi, çevre, muhit
- entracte:antrakt, antrakt muziği, perde arası
- entr’acte:antrakt, antrakt muziği, perde arası
- entrails:bağırsaklar, iç kısımlar, iç organlar
- entrain:trene bindirmek, trene binmek, trene yüklemek
- entrance:antre, atılma, büyülemek, giriş, girme, hayran bırakmak, kapı, kendinden geçirmek, mest etmek, sahneye çıkma
- entranced:kendinden geçmiş, mest olmuş
- entrancement:büyülenme, mest olma
- entrancing:büyüleyici, hayran eden, mest eden
- entrant:aday, giren kimse, girişimci, kaydolan kimse, yarışmacı
- entrants:aday, giren kimse, girişimci, kaydolan kimse, yarışmacı
- entrap:ayartmak, tuzağa düşürmek, yakalamak
- entrapping:ayartmak, tuzağa düşürmek, yakalamak
- entreat:rica etmek, üstelemek, yalvarmak
- entreating:rica etmek, üstelemek, yalvarmak
- entreatingly:dalavereci, düzenbaz, entrikacı, ilgi çekici, merak uyandırıcı, şaşırtıcı
- entreaty:rica, üsteleme, yalvarma
- entree:antre, başlangıç yemeği, giriş, giriş müziği
- entrée:antre, başlangıç yemeği, giriş, giriş müziği
- entrees:antre, başlangıç yemeği, giriş, giriş müziği
- entrench:sağlama almak, siper kazmak, siperlerle kuşatmak, yerleştirmek
- entrenched:değişmez, sabit, yerleşik
- entrenching:sağlama almak, siper kazmak, siperlerle kuşatmak, yerleştirmek
- entrenchment:hendek kazma, siper
- entrepot:antrepo, depo, ticaret merkezi
- entrepôt:antrepo, depo, ticaret merkezi
- entrepreneur:eğlence düzenleyicisi, girişimci, müteahhit
- :eğlence düzenleyicisi, girişimci, müteahhit
- entrepreneurial:girişim ile ilgili, girişimci
- entresol:asma kat
- entries:antre, girdi, giriş, girme, kalem, kapı, katılma, kayıt, madde, sahneye çıkma
- entropy:entropi, kullanılmaz enerji miktarı
- entruck:kamyona binmek, kamyona yüklemek
- entrust:emanet etmek, görevlendirmek
- entrusted:emanet etmek, görevlendirmek
- entrusting:görevlendirme
- entry:antre, girdi, giriş, girme, kalem, kapı, katılma, kayıt, madde, sahneye çıkma
- entwine:bükmek, dolaştırmak, kıvırmak, sarmak, tırmanmak
- entwined:dolaşık
- entwining:bükmek, dolaştırmak, kıvırmak, sarmak, tırmanmak
- entwist:bükmek, burmak, kıvırmak, örmek, sarmak
- entwisting:bükmek, burmak, kıvırmak, örmek, sarmak
- enucleate:açıklamak, almak, aydınlatmak, çıkarmak
- enucleating:açıklamak, almak, aydınlatmak, çıkarmak
- enumerate:belirtmek, birer birer saymak, sayıp dökmek, saymak
- enumerated:belirtmek, birer birer saymak, sayıp dökmek, saymak
- enumeration:döküm, sayım, sayım listesi
- enumerator:sayım görevlisi, sayım memuru
- enunciate:bildirmek, iddia etmek, ilan etmek, ileri sürmek, kesinlikle ifade etmek, söylemek
- enunciation:ifade, ilan, ileri sürme
- enunciative:belirtici, ifade edici
- enure:alıştırmak, yürürlüğe girmek
- enuresis:idrarını tutamama
- envelop:kaplamak, kuşatmak, örtmek, sarmak
- envelope:kılıf, örtü, torba, zarf
- envelopes:kılıf, örtü, torba, zarf
- envelopment:kuşatma, örtme, sarma
- envenom:aşılamak, dolduruşa getirmek, kızıştırmak, zehir katmak, zehirlemek
- envenomed:aşılamak, dolduruşa getirmek, kızıştırmak, zehir katmak, zehirlemek
- envenoming:aşılamak, dolduruşa getirmek, kızıştırmak, zehir katmak, zehirlemek
- enviable:gıpta edilecek, imrenilecek, kıskanılacak
- envied:çekememek, gıpta etmek, gözü kalmak, imrenmek, kıskanmak
- envious:gıpta eden, kıskanan, kıskanç
- enviromental:çevre, çevresel
- environ:çevrelemek, etrafını sarmak, kuşatmak
- environing:çevrelemek, etrafını sarmak, kuşatmak
- environment:çevre, etraf, ortam
- environmental:çevre, çevresel
- environmentalism:çevrecilik
- environmentalist:çevreci, yeşiller taraftarı
- environmentally:çevresel olarak
- environs:civar, dolay, etraf
- envisage:göze almak, kafasında canlandırmak, önceden düşünmek
- :göze almak, kafasında canlandırmak, önceden düşünmek
- envisaging:göze almak, kafasında canlandırmak, önceden düşünmek
- envision:düşünmek, gözünün önüne getirmek
- envisioned:düşünmek, gözünün önüne getirmek
- envisioning:düşünmek, gözünün önüne getirmek
- envisions:düşünmek, gözünün önüne getirmek
- envolope:kılıf, örtü, torba, zarf
- envoy:delege, elçi, resul, temsilci, yazarın yazıdaki son sözü
- envoys:delege, elçi, resul, temsilci, yazarın yazıdaki son sözü
- envy:çekememek, çekememezlik, gıpta, gıpta edilen şey, gıpta etmek, gözü kalmak, haset, imrenme, imrenmek, kıskançlık, kıskanılan kimse, kıskanmak
- envying:çekememek, gıpta etmek, gözü kalmak, imrenmek, kıskanmak
- enwrap:dolamak, sarmak
- enwrapping:dolamak, sarmak
- enzyme:enzim, ferment
- enzymes:enzim, ferment
- eocene:eosen
- eon:çok uzun zaman, ebediyet, evrenin yaşı, sonsuzluk
- eons:çok uzun zaman, ebediyet, evrenin yaşı, sonsuzluk
- eparchy:piskoposluk, vilayet
- epaulet:apolet, omuzluk
- epaulette:apolet, omuzluk
- epee:epe, eskrimde bir kılıç türü
- ephemera:bir günlük ömrü olan böcek, efemerid, kısa ömürlü şey
- ephemeral:fani, geçici, kısa ömürlü
- ephemeron:efemerid, kısa ömürlü şey
- epic:destan, destan tarzı oyun, destansı, epik, epope, kahramanca
- epicene:eril ve dişil hali aynı olan, üniseks
- epicenter:can alıcı nokta, deprem merkezi, merkez üssü
- epicentre:can alıcı nokta, deprem merkezi, merkez üssü
- epicentrum:can alıcı nokta, deprem merkezi, merkez üssü
- epicure:damak zevkine sahip kimse, keyfine düşkün kimse
- epicurean:epikür felsefesi yanlısı, epikür felsefesine ait, yemek ve içkide zevk sahibi kimse, zevk sahibi, zevk ve sefaya düşkün
- epidemic:epidemi, salgın, salgın hastalık, yaygın
- epidemical:salgın, yaygın
- epidemiology:epidemioloji, salgın hastalıklar bilimi
- epidermal:üst deriye ait
- epidermic:üst deriye ait
- epidermis:epidermis, üst deri
- epiglottis:epiglot, küçük dil
- epigone:epigon
- epigram:epigram, iğneli söz, nükte, nükteli söz, taşlama, vecize
- epigrammatic:epigram tarzında, hicivli, nükteli
- epigrammatist:nükteci, vecize yazan kimse
- epigrammatize:epigram şeklinde anlatmak, hicvetmek, nükte yapmak
- epigraph:epigraf, kitabe, özdeyiş, yazıt
- epigraphy:eski yazıtlar bilimi
- epilation:epilasyon
- epilator:epilatör
- epilepsy:epilepsi, sara
- epileptic:epileptik, saralı, saralı kimse, saraya ait
- epilog:son söz, sonuç bölümü
- epilogue:son söz, sonuç bölümü
- epiphany:epifani, tanrı’nın görünmesi
- epiphyte:asalak olmayan konuk bitki
- episcopacy:piskoposlar, piskoposluk, piskoposluk idaresi
- episcopal:piskoposlar ile ilgili, piskoposlarca yönetilen
- episcopalian:piskoposluğa ait
- episcopate:piskoposluk
- episode:bölüm, kısım, olay, perde
- episodic:aralıklı, bölümlerden oluşmuş, olaylı
- epistemology:bilgi kuramı, epistomoloji
- epistle:mektup, name
- epistolary:mektuplara ait, mektuplardan oluşan, mektuplaşarak yürütülen
- epitaph:kitabe, mezar yazıtı
- epithelium:epitelyum, gözeli doku
- epithet:hakaret, lakap, sıfat
- epitome:öz, özet, simge, somut örnek
- epitomise:örneği olmak, özetlemek
- epitomising:örneği olmak, özetlemek
- epitomize:örneği olmak, özetlemek
- epitomized:örneği olmak, özetlemek
- epitomizing:örneği olmak, özetlemek
- epizoon:dış parazit hayvancık
- epizootic:algın hastalık
- epoch:çağ, devir, dönem
- epochal:çığır açan, yeni döneme ait
- eponym:bir yere adını veren kimse, soyuna adını veren kimse
- epopee:destan, epik şiir
- epos:destan, manzum hikâye
- epoxy:epoksi
- epsilon:epsilon
- epsomsalts:ingiliz tuzu, magnezyum sülfat
- epulation:epilasyon
- eqality:denklik, eşitlik, eşlik, seviye
- equability:değişmezlik, dengelilik, ılımanlık, ılımlılık
- equable:değişmez, dengeli, ılıman, ılımlı
- equalisation:balans ayarı yapma, beraberlik, dengeleme, eşitleme, eşitlenme, eşitlik, uyuşma
- equalise:balans ayarını yapmak, beraberliği sağlamak, beraberlik golü atmak, dengelemek, eşitlemek
- equaliser:beraberlik golü, dengeleyici, ekolayzer, tabanca
- equalising:balans ayarını yapmak, beraberliği sağlamak, beraberlik golü atmak, dengelemek, eşitlemek
- equalitarian:eşitlik yanlısı
- equality:denklik, eşitlik, eşlik, seviye
- equalization:balans ayarı yapma, beraberlik, dengeleme, eşitleme, eşitlenme, eşitlik, uyuşma
- equalize:balans ayarını yapmak, beraberliği sağlamak, beraberlik golü atmak, dengelemek, eşitlemek
- equalizer:beraberlik golü, dengeleyici, ekolayzer, tabanca
- equalizing:balans ayarını yapmak, beraberliği sağlamak, beraberlik golü atmak, dengelemek, eşitlemek
- equalling:bir olmak, eş değerde olmak, yetişmek
- equally:aynı derecede, eşit olarak, eşit ölçüde
- equals:akran, bir olmak, denk, emsal, eş değerde olmak, yaşıt, yetişmek
- equanimity:ağırbaşlılık, ölçülü olma, sakinlik, temkin
- equate:denklem ile göstermek, eşit olmak, eşit tutmak, eşitlemek, kıyaslamak
- equating:denklem ile göstermek, eşit olmak, eşit tutmak, eşitlemek, kıyaslamak
- equation:denge, denklem, eşitlik
- equator:ekvator
- equatorial:ekvatora ait, ekvatora yakın, ekvatoral
- equerry:ahır bakıcısı, emir eri, kişisel hizmetçi
- equestrian:atlı, binici, binicilik ile ilgili
- equiangular:eşit açılı
- equiavalent:bedel, denk, eşdeğer, eşit, eşitlik, karşılık
- equidistant:eşit uzaklıkta, paralel
- equilateral:eşit kenarlı, eşkenar, eşkenar şekil, ikizkenar
- equilibrate:balansını sağlamak, dengelemek
- equilibrating:balansını sağlamak, dengelemek
- equilibration:denge, dengeleme
- equilibria:denge, denklik, karalılık, tarafsızlık
- equilibrist:akrobat, dengeci, ip cambazı
- equilibrium:denge, denklik, karalılık, tarafsızlık
- equine:at, at gibi, ata ait
- equinoctial:ekinoks zamanı olan, ekvatoral, göksel ekvator, gündönümüne ait
- equinox:ekinoks, gece gündüz eşitliği, gündönümü
- equip:donatmak, giydirmek, hazırlamak, kuşatmak
- equipage:atlı konak arabası, donanım, teçhizat, yolculuk yiyecekleri
- equipment:araç gereç, doğuştan olan özellikler, donanım, ekipman, gereç, teçhizat
- equipoise:denge, denge unsuru oluşturmak, dengede tutmak, eşit kuvvetle karşı koymak, kararlılık, karşı eşit kuvvet
- equipollent:eşgüçlü
- equiponderant:eşit ağırlıklı
- equipotential:eşgüçlü
- equipped:donanımlı, donatılmış, kuşanmış
- equipping:donatım, donatma
- equitable:adalete uygun, adil, eşitlikçi, insaflı, tarafsız
- equitableness:adalet, tarafsızlık
- equitably:adilane
- equitation:binicilik
- equities:adalet, aktörler birliği, eşitlikçilik, öz kaynak, tarafsızlık
- equity:adalet, aktörler birliği, eşitlikçilik, öz kaynak, tarafsızlık
- equivalence:denklik, eşitlik, karşılığı olma
- equivalent:bedel, denk, eşdeğer, eşit, eşitlik, karşılık
- equivocalness:belirsizlik, iki anlamlılık
- equivocate:kaçamaklı konuşmak, kelime oyunu yapmak, lastikli sözcükler kullanmak
- equivocation:belirsiz konuşma, kaçamaklı söz, kelime oyunu
- equivocator:lastikli konuşan kimse
- eradiation:ışın yayma, saçma
- eradicate:kökünden halletmek, kökünden sökmek, kökünü kurutmak, yok etmek
- eradicated:kökünden halletmek, kökünden sökmek, kökünü kurutmak, yok etmek
- eradicating:kökünden halletmek, kökünden sökmek, kökünü kurutmak, yok etmek
- eradication:kökünü kurutma, yok etme
- erase:kazımak, öldürmek, silip atmak, silmek, temizlemek
- erased:kazımak, öldürmek, silip atmak, silmek, temizlemek
- eraser:kazıma çakısı, silgi
- erasing:kazımak, öldürmek, silip atmak, silmek, temizlemek
- erasion:hastalıklı dokuları kazıma, kazıma, kazıntı, silinti, silme
- erasure:kazıntı, silinen şey, silinti, silme
- ere:evvel, önce
- erect:dik, diken diken, dikleşmek, dikmek, dimdik, ereksiyon halinde, inşa etmek, kaldırmak, kalkık, kalkmış, kurmak
- erected:dikleşmek, dikmek, inşa etmek, kaldırmak, kurmak
- erectile:dik durabilir, dikilebilir, ereksiyona ulaşabilir
- erecting:dikme, kurma, montaj
- erection:dikleşme, dikme, ereksiyon, kurma, yapı
- erectness:açıklık, dikleşme, diklik, dürüstlük
- erector:dik tutan şey, kurucu, organı kaldıran kas
- erelong:birazdan, çok geçmeden, neredeyse, yakında
- eremite:inzivaya çekilmiş kimse
- erewhile:bir an evvel, bundan önce
- erg:enerji birimi, erg
- ergo:bundan dolayı, dolayısıyla
- ergonomic:ergonomik, hareketleri kolaylaştıran, iş yapmaya uygun
- ergonomics:ergonomi
- ergot:çavdar mahmuzu
- ergotism:çavdar mahmuzu hastalığı
- erictile:dik durabilir, dikilebilir, ereksiyona ulaşabilir
- eristic:tartışmalı
- ermine:as, as kürkü, ermin
- erode:aşındırmak, kemirmek, sarsmak, tüketmek
- eroded:aşındırmak, kemirmek, sarsmak, tüketmek
- eroding:aşındırmak, kemirmek, sarsmak, tüketmek
- erogenic:cinsel istek uyandıran, erojen
- erogenous:cinsel istek uyandıran, erojen
- eroison:aşındırma, aşınma, erozyon, kemirme, sarsma
- eros:havacılık
- erosion:aşındırma, aşınma, erozyon, kemirme, sarsma
- erosive:aşındırıcı
- erotic:cinsel istek uyandıran, erotik, erotik kimse, seksi kimse
- erotica:erotik konulu eserler
- eroticism:erotizm, şehvet
- err:günah işlemek, hata yapmak, yanılmak, yanlış olmak
- errand:ayak işleri, bir iş için gönderme, getir götür işi
- errands:ayak işleri, bir iş için gönderme, getir götür işi
- errant:hatalı, maceracı, serseri, vefasız, yanlış
- errantry:başıboşluk, maceracı fikirler, serserilik
- erratic:değişken, düzensiz, gezen, kararsız, tuhaf
- erratum:dizgi hatası, yanlış-doğru cetveli, yazım hatası
- erring:günahkâr, hatalı, vefasız, yanlış yapan
- erroneous:hatalı, yanlış
- erroneously:yanlışlıkla
- error:falso, hata, suç, yanılgı, yanlış, yanlışlık
- ersatz:aslının yerine geçen şey, yapay, yerini tutan
- erstwhile:bir zamanlar, bir zamanlarki, eski, eskiden, önceden, sabık, vaktiyle
- eructate:geğirmek, püskürmek
- eructating:geğirmek, püskürmek
- eructation:geğirme, püskürme
- erudite:alim, bilge, bilgili, bilgin, bilimsel
- eruditely:bilgece, bilgince
- erudition:alimlik, bilgelik, bilginlik, engin bilgi
- erupt:çıkagelmek, çıkmak, fışkırmak, patlak vermek, patlamak, püskürmek
- erupted:çıkagelmek, çıkmak, fışkırmak, patlak vermek, patlamak, püskürmek
- erupting:çıkagelmek, çıkmak, fışkırmak, patlak vermek, patlamak, püskürmek
- eruption:diş çıkması, fışkırma, kabarma, patlak verme, patlama, püskürme
- eruptive:patlayan, püsküren
- erysipelas:yılancık
- erythema:iltihaptan kızarma, kızarıklık, kızartı
- erythrocyte:alyuvar
- erythrocytes:alyuvar
- escalade:merdivenle çıkarak saldırmak
- escalate:artırmak, çıkmak, kızıştırmak, yükselmek, yükseltmek
- escalating:artırmak, çıkmak, kızıştırmak, yükselmek, yükseltmek
- escalation:gerginlik, kızışma, pahalanma, yükselme
- escalator:eskalasyon şartı, yürüyen merdiven
- escalope:eskalop, et dilimi, şnitzel
- escapade:çılgınlık, hoppalık, kaçamak
- escapades:çılgınlık, hoppalık, kaçamak
- escape:aklına gelmemek, atlatmak, dinlendirici şey, firar, firar etmek, gözünden kaçmak, hatırından çıkmak, kaçak, kaçak yapmak, kaçıp kurtulmak, kaçış, kaçış yolu, kaçma, kaçmak, kurtulma, kurtulmak, kurtuluş, paçayı sıyırmak, sızıntı, sızmak
- escaped:aklına gelmemek, atlatmak, firar etmek, gözünden kaçmak, hatırından çıkmak, kaçak yapmak, kaçıp kurtulmak, kaçmak, kurtulmak, paçayı sıyırmak, sızmak
- escapee:firari, kaçak
- escapement:daktilo kayma düzeneği, saat maşası
- escaping:aklına gelmemek, atlatmak, firar etmek, gözünden kaçmak, hatırından çıkmak, kaçak yapmak, kaçıp kurtulmak, kaçmak, kurtulmak, paçayı sıyırmak, sızmak
- escapism:gerçeklerden kaçma
- escapist:gerçeklerden kaçan, gerçeklerden kaçan kimse, hayal dünyasında yaşayan kimse, hayalperest, romantik
- escargot:salyangoz
- escarp:setin önündeki şey
- escarpment:eğimli yüzey, sert ve kayalı yokuş, setlerle ile çevrilmiş alan
- eschar:kabuk
- eschatology:eskatologya
- escheat:devletçe el koyulmak, devlete kalan mülk, devlete miras kalmak, devletin mirasçılık hakkı
- eschew:kaçınmak, sakınmak
- eschewing:kaçınmak, sakınmak
- escort:eskort, eşlik etme, eşlik etmek, koruma, korumak, muhafız, refakât, refakât etmek, refakâtçı
- escorted:eşlik etmek, korumak, refakât etmek
- escorts:eskort, eşlik etme, eşlik etmek, koruma, korumak, muhafız, refakât, refakât etmek, refakâtçı
- escritoire:çekmeceli yazı masası
- esculapian:tıbbi, tıp, tıp tanrısı ile ilgili
- esculent:yenir
- escutcheon:arma, armalı kalkan, isim plâkası
- eskimo:eskimo, eskimoca
- esophagi:yemek borusu, yutak
- esophagus:yemek borusu, yutak
- esoteric:belli bir gruba hitap eden, ezoterik, gizli, özel
- espalier:kafesle büyütülmüş meyve ağacı, meyve ağacı kafesi
- espartograss:halfa otu, hasırotu
- especial:ayrı, baş, özel
- especially:bilhassa, özellikle
- esperanto:esperanto, esperanto dili
- espionage:casusluk
- esplanade:düzlük, gezinti yeri, meydan
- espousal:benimseme, evlenme, kabullenme, nikâh, nişan
- espouse:başgöz etmek, benimsemek, evlendirmek, evlenmek, nişanlanmak
- espoused:başgöz etmek, benimsemek, evlendirmek, evlenmek, nişanlanmak
- espousing:başgöz etmek, benimsemek, evlendirmek, evlenmek, nişanlanmak
- espresso:espresso, italyan kahvesi
- esprit:can, neşe, ruh
- espy:farketmek, görmek, gözetlemek, gözüne çarpmak
- esquimau:eskimo, eskimoca
- esquire:bey, beyefendi
- essay:deneme, denemek, girişim, kalkışmak
- essaying:denemek, kalkışmak
- essayist:deneme yazarı
- essays:deneme, denemek, girişim, kalkışmak
- essence:cevher, esans, esas, nitelik, öz, ruh
- essential:asıl gerekli şey, başlıca, esans türünden, esas olan şey, esas özellik, esaslı, gerekli, köklü, zorunlu
- essentiality:asıl gereklilik, esas olan şey, zorunluluk
- essentially:aslen, aslında, esasen
- essentials:asıl gerekli şey, esas olan şey, esas özellik
- est:en
- establish:belirlemek, kanıtlamak, kurmak, pekiştirmek, saptamak, yapmak, yerleştirmek
- established:belirlenmiş, kurulmuş, resmileşmiş, sabit, yerleşmiş
- establishing:saptama
- establishment:birlik, kadro, kurma, kuruluş, kurum, resmi kilise, şirket
- estate:arazi, aşama, durum, emlâk, hal, malikâne, miras, mülk, sınıf, varlık
- estates:arazi, aşama, durum, emlâk, hal, malikâne, miras, mülk, sınıf, varlık
- esteem:addetmek, değer vermek, inanmak, itibar, kanı, kanısında olmak, rağbet, sanı, saygı, saygı duymak, saygınlık, takdir etmek
- esteemed:hatırı sayılır, saygıdeğer, saygın
- ester:ester
- esthete:estet
- esthetic:estetik
- esthetical:estetik
- esthetics:estetik, güzellik ilmi
- estimable:değeri kestirilebilir, değerli, muhterem, saygıdeğer
- estimate:biçmek, değer biçmek, değerlendirme, hesap, hüküm, hüküm vermek, kestirmek, ölçüm, tahmin, tahmin etmek, takdir, takdir etmek
- estimated:tahmini
- estimating:biçmek, değer biçmek, hüküm vermek, kestirmek, tahmin etmek, takdir etmek
- estimation:değerlendirme, fikir, görüş, itibar, kanı, keşif, paha biçme, saygı, tahmin, takdir
- estimator:değerlendirici, tahminci
- estiva:yaz, yaz ile ilgili
- estival:yaz, yaz ile ilgili
- estop:engel olmak, menetmek, önlemek
- estrade:yükseltilmiş zemin
- estrange:soğutmak, uzaklaştırmak, yabancılaştırmak
- estranged:ayrılmış, soğumuş, uzaklaşmış
- estrangement:ayırma, soğuma, soğutma, uzaklaşma, yabancılaşma
- estranging:soğutmak, uzaklaştırmak, yabancılaştırmak
- estuary:haliç, nehir ağzı
- esurient:aç, açgözlü, obur
- et:-cik
- :v.b., v.s., ve benzeri gibi, ve saire
- etcetera:falan filân, ufak tefek şeyler
- etceteras:falan filân, ufak tefek şeyler
- etch:asitle hakketmek, hakketmek, iz bırakmak, kabartma yapmak, oymak, yeretmek
- etched:asitle hakketmek, hakketmek, iz bırakmak, kabartma yapmak, oymak, yeretmek
- etcher:hakkak, oymacı
- etching:asitle yapılmış oyma, gravür, oymabaskı
- eternal:baki, ebedi, ölmez, ölümsüz, sonsuz
- eternalize:ebedileştirmek, sonsuza dek yaşatmak
- eternalized:ebedileştirmek, sonsuza dek yaşatmak
- eternally:bitip tükenmeden, ebediyen, sonsuz olarak, sonsuza dek
- eternity:ahiret, ebedilik, ebediyet, ölümsüzlük, sonsuzluk
- eternize:ebedileştirmek, sonsuza dek yaşatmak, sonsuzluğa kavuşturmak
- etesian:etezyen, mevsim, mevsimlik, yıllık
- ethene:etilen
- ethenol:etanol
- ether:eter, gökyüzü, lokmanruhu
- ethereal:eter gibi, eterik, göksel, hafif ve ince, ruhani
- etherealize:etere dönüştürmek, ruhlaştırmak
- etherial:eter gibi, eterik, göksel, hafif ve ince, ruhani
- etherize:etere dönüştürmek, eterle bayıltmak
- ethic:ahlâk, ahlâka uygun, ahlâkbilim, ahlâki, ahlâklı, etik, reçete ile verilen, törel
- ethical:ahlâka uygun, ahlâki, ahlâklı, reçete ile verilen, törel
- ethics:ahlâk, ahlâk kuralları, törebilim
- ethiopia:etiyopya, habeşistan
- ethiopian:etiyopyalı, etiyopya’ya ait, habeş
- ethmoid:kalburumsu
- ethnic:etnik, etnik grup üyesi, ırksal
- ethnical:etnik, ırksal
- ethnics:etnik grup
- ethnocentrism:ırkçılık, yabancı düşmanlığı
- ethnocentrist:ırkçı
- ethnographic:etnografik
- ethnography:etnografya, kavim ve ırk bilgisi
- ethnologic:etnolojik
- ethnological:etnolojik
- ethnology:etnoloji, ırkbilim
- ethnoslraphy:etnografya, kavim ve ırk bilgisi
- ethology:etoloji, hayvan davranışları bilimi
- ethos:ahlâki değer, ahlâki yapı, kültür, kültürel yapı
- ethyl:etil
- ethylene:etilen
- etiolate:ışıksızlıktan solmak, soldurmak
- etiolated:solmuş
- etiolation:güneşsizlikten solma, soldurma, zayıf düşme
- etiology:nedenbilim
- etiquette:etiket, görgü, görgü kuralları
- etnography:etnografya, kavim ve ırk bilgisi
- etude:etüt, tetkik
- etymologist:etimolog, köktenbilimci
- etymology:dilin köklerini araştıran bilim, etimoloji, köktenbilim
- etymon:kök, köken, sözcük kökü
- eucalypti:okaliptüs
- eucalyptus:okaliptüs
- eucharist:aşai rabbani ayini
- euchre:baskın çıkmak, bir kâğıt oyunu, kurnazca yenmek
- eucre:baskın çıkmak, bir kâğıt oyunu, kurnazca yenmek
- eudiometer:gazölçer, odiyometre
- eugenic:insan ırkını iyileştiren
- eulogist:kaside yazarı, methiyeci, övgü yazarı
- eulogistic:öven, övgü niteliğinde
- eulogize:methetmek, övmek
- eulogizing:methetmek, övmek
- eulogy:kaside, methiye, övgü, övme
- eunuch:hadım, haremağası
- eupeptic:hazmettirici, neşeli, şen, sindirimi kolaylaştırıcı
- euphemism:edebikelâm, örtmece
- euphemistic:örtmeceli
- euphonic:ahenkli, kulağa hoş gelen
- euphonious:ahenkli, hoş sesli
- euphonium:bakır nefesli çalgı, tüba
- euphony:ahenk, kulağa hoş gelme, ses uyumu
- euphorbia:sütleğen
- euphoria:mutluluktan uçma, öfori, yerinde duramama, zindelik hissi
- euphoric:öforik, sevinçten havalara uçan, yerinde duramayacak halde olan
- euphory:öfori, sevinçten havalara uçma, yerinde duramama
- euphuistic:süslü ifadelerle yazılan, yapmacıklı bir dille söylenen
- eur:avrupa, avrupalı
- eurasian:avrasyalı, avrupa-asya melezi, avrupa-asya melezi çocuk
- eureka:buldum!
- eureka!:buldum!
- eurhythmic:ritmik, uyumlu
- eurhythmical:ritmik, uyumlu
- eurhythmics:ritmik dans, ritmik jimnastik, uyumlu vücut hareketleri
- euro:avrupa, avrupa’ya ait
- europe:avrupa
- european:avrupa, avrupalı, avrupa’ya özgü
- europeanism:avrupalılaşma
- europeanize:avrupalılaşmak, avrupalılaştırmak
- europeans:avrupalı
- euros:euro
- euthanasia:acısız ölüm, ötenazi
- evacuant:müshil, müshil ilacı
- evacuate:boşaltmak, tahliye etmek, vücuttan dışarı atmak
- evacuated:boşaltmak, tahliye etmek, vücuttan dışarı atmak
- evacuating:boşaltmak, tahliye etmek, vücuttan dışarı atmak
- evacuation:boşaltım, dışkı, dışkılama, kaka, tahliye
- evade:başından savmak, kaçamak cevap vermek, kaçamak yapmak, kaçınmak, kaytarmak, kurtulmak, sakınmak, savuşturmak, yan çizmek
- evader:kaçamaklı yol bulan kimse, yan çizen kimse, yırtan kimse
- evading:başından savmak, kaçamak cevap vermek, kaçamak yapmak, kaçınmak, kaytarmak, kurtulmak, sakınmak, savuşturmak, yan çizmek
- evaginate:içini dışına çevirmek, tersyüz etmek
- evaluate:değer biçmek, değerlendirmek, ölçmek, paha biçmek
- evaluated:değer biçmek, değerlendirmek, ölçmek, paha biçmek
- evaluating:değer biçmek, değerlendirmek, ölçmek, paha biçmek
- evaluation:değer tahmini, değerlendirme, ölçüm, paha biçme
- evaluations:değer tahmini, değerlendirme, ölçüm, paha biçme
- evaluative:değer biçen, değerlendiren
- evalute:değer biçmek, değerlendirmek, ölçmek, paha biçmek
- evanesce:gözden kaybolmak, silinmek, yok olmak
- evanesced:gözden kaybolmak, silinmek, yok olmak
- evanescence:gözden kaybolma, silinme, yok olma
- evanescent:fani, gözden kaybolan, unutulup giden
- evanescing:gözden kaybolmak, silinmek, yok olmak
- evangel:müjde
- evangelic:incil’e ait, incil’i öğretmeyle ilgili, protestanlığa ait
- evangelical:incil’e ait, incil’i öğretmeyle ilgili, protestanlığa ait
- evangelism:evangelizm, incil’i yayma, protestan mezhebi
- evangelist:evangelist kimse, gezici vaiz, incili yazanlardan her biri
- evangelize:hristiyanlığa döndürmek, incil’i öğretmek
- evangelizing:hristiyanlığa döndürmek, incil’i öğretmek
- evaporate:buharlaşmak, buharlaştırmak, uçmak, uçup gitmek, yok olmak
- evaporated:buharlaştırılmış, kısmen suyu alınmış
- evaporater:buharlaştırıcı aygıt
- evaporating:uçucu
- evaporation:buğulandırma, buğulanma, buharlaşma, buharlaştırma, uçup gitme
- evaporator:buharlaştırıcı aygıt
- evasion:bahane, kaçamak, kaçınma, kaçırma, sakınma
- evasive:baştan savma, kaçamak, kaçamak yapmaya meyilli, kaçamaklı
- evasiveness:baştan savmalık, kaçamaklık
- evaulating:değer biçmek, değerlendirmek, ölçmek, paha biçmek
- eve:akşam, arife, arife gecesi
- eveluate:değer biçmek, değerlendirmek, ölçmek, paha biçmek
- evengelize:hristiyanlığa döndürmek, incil’i öğretmek
- evenhanded:adil, objektif, tarafsız
- evening:akşam, son bölüm, son evreler, suare
- evenings:akşam, son bölüm, son evreler, suare
- evenly:başabaş olarak, düz bir şekilde, eşit olarak, hizalı olarak, tam olarak, yatay olarak
- evenness:doğruluk, dürüstlük, düzlük, eşitlik, huzur, tarafsızlık
- evensong:akğam duası, akşam duası
- event:akıbet, durum, hadise, hal, karşılaşma, maç, olay, olgu, sonuç, vaka, yarışma
- eventful:ciddi, maceralı, olaylı, önemli
- eventially:neticede, nihayet, sonuçta, sonunda
- eventide:akşam, akşam üzeri
- eventless:olaysız
- events:akıbet, durum, hadise, hal, karşılaşma, maç, olay, olgu, sonuç, vaka, yarışma
- eventual:muhtemel, nihai, olası, son olarak, sonuç olarak
- eventuality:ihtimal, olası sonuç, olasılık
- eventually:neticede, nihayet, sonuçta, sonunda
- eventuate:çıkmak, meydana gelmek, olmak, sonuçlanmak
- eventuated:çıkmak, meydana gelmek, olmak, sonuçlanmak
- eventuating:çıkmak, meydana gelmek, olmak, sonuçlanmak
- ever:asla, daima, giderek, gitgide, hep, her zaman, hiç, olabildiğince
- everglade:bataklık
- evergreen:eskimeyen şarkı, hep yeşil kalan bitki, ölmeyen, unutulmayan, unutulmayan melodi, unutulmaz, yaprak dökmeyen, yaprak dökmeyen ağaç
- everlasting:bitmek bilmeyen, devamlı, ebedi, ebediyet, kurutulabilen çiçek, ölümsüz, sık sık tekrarlanan, sonsuzluk, uzun süren
- everlastingly:ebediyen, sonsuza dek, sürekli
- evermore:daima, devamlı, ebediyen, hep, her zaman, sürekli olarak
- eversion:içini dışına çevirme, ters döndürme, ters dönme, tersyüz etme
- evert:içini dışına çevirmek, ters döndürmek, tersyüz etmek
- every:bütün, her, her bir, her türlü
- everybody:herkes
- everyday:adi, basit, gündelik, günlük, her gün, her günkü, olağan, orta halli, vasat
- everyman:sıradan adam, sokaktaki adam
- everyone:her biri, herkes
- everything:en önemli şey, her şey
- everytime:daima, hep, her zaman
- everywhere:her taraf, her tarafta, her yer, her yerde
- evesive:baştan savma, kaçamak, kaçamak yapmaya meyilli, kaçamaklı
- eveything:en önemli şey, her şey
- evict:mahkeme kararıyla çıkartmak, tahliye ettirmek, yasal olarak el koymak
- evicting:mahkeme kararıyla çıkartmak, tahliye ettirmek, yasal olarak el koymak
- eviction:kanunen el koyma, mahkeme kararıyla tahliye, tahliye
- evidence:açıklamak, açıklık, belirginlik, belirti, belirtmek, bulgu, delil, göstermek, göze çarpma, ifade, ispat, ispatlamak, iz, kanıt, kanıtlamak, şahit, şahitlik, tanık, tanıklık
- evidencing:açıklamak, belirtmek, göstermek, ispatlamak, kanıtlamak
- evident:açık, apaçık, aşikâr, belirgin, besbelli, ortada
- evidentce:açıklamak, açıklık, belirginlik, belirti, belirtmek, bulgu, delil, göstermek, göze çarpma, ifade, ispat, ispatlamak, iz, kanıt, kanıtlamak, şahit, şahitlik, tanık, tanıklık
- evidential:apaçık, aşikâr, delile ait, inandırıcı, kanıta dayanan, ortada
- evidentiary:apaçık, aşikâr, delile ait, inandırıcı, kanıta dayanan, ortada
- evidently:açıkça, apaçık, aşikâr olarak, besbelli, gözle görülür biçimde
- evil:aksi, belâ, dert, fena, günah, günahkâr, kem, kötü, kötülük, musibet, şanssız, tâlihsiz, uğursuz, uğursuzluk, zarar, zararlı
- evildoer:günahkâr, kötülük eden kimse, suçlu
- evilly:kötü olarak
- evils:belâ, dert, günah, kötülük, musibet, uğursuzluk, zarar
- evince:açığa vurmak, açıkça göstermek, belli etmek
- evincing:açığa vurmak, açıkça göstermek, belli etmek
- evirate:hadım etmek, zayıflatmak
- eviscerate:bağırsaklarını çıkarmak, en gerekli şeyden mahrum etmek, içini temizlemek
- evisceration:bağırsaklarını çıkarma, içini temizleme
- evocation:akla getirme, çağrışım yapma, hatırlatma, ruh çağırma
- evocative:andıran, çağıran, hatırlatan
- evoive:açmak, çıkarmak, evrim geçirmek, gelişmek, geliştirmek, yaymak
- evoke:anımsatmak, çağrışım yapmak, hatırlatmak, ruh çağırmak, uyandırmak, yol açmak
- evolution:açılım, açılma, arka arkaya gelme, evrim, gelişim, kök alma, verme, yayma
- evolutionary:evrimsel, gelişme ile ilgili
- evolutionism:evrimcilik
- evolve:açmak, çıkarmak, evrim geçirmek, gelişmek, geliştirmek, yaymak
- evolved:açmak, çıkarmak, evrim geçirmek, gelişmek, geliştirmek, yaymak
- evreything:en önemli şey, her şey
- ewe:koyun, marya
- ewer:ibrik
- ex:-de teslim, -den dışarı, eski, olmadan, olmaksızın, önceki, sabık, -siz, -sız
- exacerbate:azdırmak, kızdırmak, kötüleştirmek, şiddetlendirmek, sinirlendirmek
- exacerbating:azdırmak, kızdırmak, kötüleştirmek, şiddetlendirmek, sinirlendirmek
- exacerbation:azdırma, şiddetlendirme, sinirlendirme
- exact:dakik, dayatmak, doğru, gerçek, gerçekçi, gerektirmek, ısrarla istemek, istemek, kati, kesin, sert, tam, tamı tamına, titiz, zorla almak, zorlamak
- exacting:detaylı, hoşgörüsüz, müşkülpesent, sert, titiz, zahmetli, zor, zor beğenen
- exaction:haraç, haraç kesme, ısrarla isteme, zorla alınan şey, zorla alma
- exactitude:doğruluk, katiyet, kesinlik, tamlık
- exactly:aynen, kesin olarak, tam, tam olarak, tamam, tamamen, tamı tamına, titizlikle
- exactly!:aynen!, çok doğru!, doğru!, kesinlikle!
- exactness:doğruluk, hatasızlık, kesinlik, tamlık
- exaggerate:abartılı konuşmak, abartmak, aşırıya kaçmak, büyütmek, ileri gitmek, şişirmek
- exaggerated:abartılı, aşırı, şişirilmiş
- exaggeratedly:abartılı bir şekilde, aşırı şekilde, şişirilmiş olarak
- exaggerating:abartılı konuşmak, abartmak, aşırıya kaçmak, büyütmek, ileri gitmek, şişirmek
- exaggeration:abartı, abartma, aşırılık, büyütme, mübâlağa
- exaggerative:abartmalı
- exaggerator:abartıcı kimse, bire bin katan kimse
- exaggreated:abartılı, aşırı, şişirilmiş
- exalt:artırmak, güçlendirmek, gururlandırmak, heyecanlandırmak, övmek, yüceltmek, yükseltmek
- exaltation:coşkunluk, heyecan, övme, yüceltme, yükseltme
- exalted:büyük, coşkun, engin, övgü dolu, yüce, yüksek
- exalting:artırmak, güçlendirmek, gururlandırmak, heyecanlandırmak, övmek, yüceltmek, yükseltmek
- exam:imtihan, muayene, sınav
- examination:inceleme, kontrol, muayene, sınav, soruşturma, tahkikat, teftiş, tetkik, yoklama
- examine:denetlemek, eleştirmek, incelemek, muayene etmek, sınamak, sınav yapmak, sorgulamak, sorguya çekmek, yoklamak
- examined:denetlemek, eleştirmek, incelemek, muayene etmek, sınamak, sınav yapmak, sorgulamak, sorguya çekmek, yoklamak
- examiner:muayene eden kimse, müfettiş, sınavı yapan kimse, sınayan kimse, sorgu hakimi, sorgulayan kimse
- examining:denetlemek, eleştirmek, incelemek, muayene etmek, sınamak, sınav yapmak, sorgulamak, sorguya çekmek, yoklamak
- example:ders, ibret, misal, örnek
- examples:ders, ibret, misal, örnek
- exams:imtihan, muayene, sınav
- exanimate:cansız, ölü
- exanthema:çiçek hastalığı lekesi, eksantem, kabartı
- exarch:piskopos, vali
- exarchate:piskoposluk, vilayet
- exasperate:deli etmek, kızdırmak, öfkeden çıldırtmak, şiddetlendirmek
- exasperated:deli etmek, kızdırmak, öfkeden çıldırtmak, şiddetlendirmek
- exasperating:çileden çıkaran, öfkelendiren
- exasperation:çileden çıkma, hiddet, öfke
- excavate:kazı yapmak, kazmak, oymak
- excavating:kazı yapmak, kazmak, oymak
- excavation:çukur, hafriyat, kazı, kazma, oyuk
- excavations:hafriyat, kazı işleri
- excavator:hafriyat işçisi, kazı yapan kimse, kazma makinesi
- exceed:aşırıya kaçmak, aşmak, geçmek, haddini aşmak, ileri gitmek, sınırı aşmak
- exceeding:aşırı, olağanüstü, ölçüsüz
- exceedingly:fazlasıyla, son derece
- excel:geçmek, gölgede bırakmak, sivrilmek, üstün olmak
- excelled:geçmek, gölgede bırakmak, sivrilmek, üstün olmak
- excellence:mükemmellik, üstün olunan şey, üstünlük
- excellency:ekselans, hazret
- excellent:kusursuz, mükemmel, nefis, seçkin, üstün
- excellent!:mükemmel!
- excelling:geçmek, gölgede bırakmak, sivrilmek, üstün olmak
- excelsior:talaş, yonga
- except:ayırmak, başka, dışında, dışında tutmak, hariç tutmak, haricinde, itiraz etmek, karşı çıkmak, olmazsa, yoksa
- excepted:ayırmak, dışında tutmak, hariç tutmak, itiraz etmek, karşı çıkmak
- excepting:başka, dışında, hariç
- exception:ayrım yapma, hariç tutma, istisna, kuraldışılık, sıradışı durum
- exceptionable:itiraz edilebilir, yakışıksız
- exceptional:ender, fevkalade, istisna, nadir, olağanüstü
- exceptionally:fevkalade, istisna olarak, son derece
- excerpt:alıntı, alıntı yapmak, özel baskı, seçme parça, seçme parça almak
- excerpted:alıntı yapmak, seçme parça almak
- excerpting:alıntı yapmak, seçme parça almak
- excess:aşırılık, aşırıya kaçma, fazla, fazlalık, ilave, ölçüsüzlük, taşkınlık
- excessive:aşırı, azgın, fahiş, fazla, haddinden fazla, lüzumsuz, ölçüsüz, taşkın
- excessively:aşırı, çok fazla, fazlaca
- exchange:almak, borsa, bozdurmak, bozma, bozmak, çevirmek, değiş tokuş, değiş tokuş etmek, değiştirme, değiştirmek, kambiyo, karşılıklı alıp verme, karşılıklı alıp vermek, karşılıklı olarak yapma, karşılıklı olarak yapmak, santral, takas, takas etmek, trampa
- exchangeable:değiştirilebilir, takas edilebilir
- exchequer:hazine, mali kaynaklar toplamı, maliye
- excisable:vergilendirilebilir, vergiye tabi
- excise:almak, kesmek, temizlemek, tüketim vergisi, vergi, vergi koymak, vergilendirmek
- exciseman:vergi memuru, vergi tahsildarı
- excision:alınan şey, alma, kesip çıkarma
- excitability:heyecanlanma, telaşlı olma
- excitable:heyecanlı, kolay heyecanlanan, telaşlı
- excitant:uyarıcı şey
- excitation:heyecanlandırma, ikaz etme, tahrik, uyarma
- excite:azdırmak, heyecan uyandırmak, heyecanlandırmak, kışkırtmak, neden olmak, tahrik etmek, telaşlandırmak, uyandırmak, uyarmak
- excited:coşkulu, hararetli, heyecanlanmış, heyecanlı, telaşlı, uyarılmış
- excitement:coşku, heyecan, telaş, uyarılma, uyarma
- exciter:uyarıcı dinamo
- exciting:heyecan verici, heyecanlandırıcı, heyecanlı, ilginç, uyarıcı
- exclaim:bağırıp çağırmak, bağırmak, haykırmak
- exclaiming:bağırıp çağırmak, bağırmak, haykırmak
- exclamation:bağırma, haykırış, nida, ünlem
- exclamatory:ünlem ifade eden, ünlem niteliğinde olan
- exclude:çıkarmak, dahil etmemek, dışında tutmak, dışlamak, hariç tutmak, içeri almamak, kovmak
- excluded:çıkarmak, dahil etmemek, dışında tutmak, dışlamak, hariç tutmak, içeri almamak, kovmak
- excluding:hariç
- exclusion:çıkarma, dışında bırakma, hariç tutma, kovma
- exclusive:ayrıcalıklı, hariç tutulan, herkese açık olmayan, özel, seçkin, tek
- exclusively:özellikle, sadece, sırf, yalnız
- exclusiveness:ayrıcalıklı olma, özel olma, seçkinlik, tek olma
- excogitate:çıkarmak, düşünerek bulmak, düşünmek
- excommunicate:aforoz etmek
- excommunication:aforoz
- excoriate:derisini soymak, derisini yüzmek, şiddetle eleştirmek, suçlamak
- excoriated:derisini soymak, derisini yüzmek, şiddetle eleştirmek, suçlamak
- excoriation:derisini yüzme, eleştirme, suçlama
- excrement:bok, dışkı, kaka, pislik
- excrescence:fazlalık, ur, yumru
- excrescent:anormal büyüyen, gereğinden fazla, gereksiz, yumru gibi
- excreta:çiş, dışkı, kaka, pislik
- excrete:boşaltmak, çıkarmak, salgılamak
- excreting:boşaltmak, çıkarmak, salgılamak
- excretion:boşaltım, dışkı, salgı
- excruciate:acı vermek, eziyet etmek, işkence etmek
- excruciating:acı veren, eziyetli, ızdıraplı
- exculpate:aklamak, suçsuz çıkarmak, temize çıkarmak
- exculpating:aklamak, suçsuz çıkarmak, temize çıkarmak
- exculpation:aklama, aklanma, beraat, suçsuzluğu belli olma, temize çıkarma
- excursion:ayrılma, çelişki, farklılık, gezi, gezinti, sapma
- excursionist:geziye çıkmış kimse
- excursions:ayrılma, çelişki, farklılık, gezi, gezinti, sapma
- excursive:dolaşan, düzensiz, gelişigüzel, konudan sapan
- excusable:affedilebilir, hoş karşılanabilir, hoşgörülebilir, mazur görülebilir
- excuse:affetmek, bağışlamak, bahane, döküntü, gerekçe, göz yummak, hoşgörmek, izin, izin vermek, kusuruna bakmamak, mazeret, mazur göstermek, muaf tutmak, özür
- excused:affetmek, bağışlamak, göz yummak, hoşgörmek, izin vermek, kusuruna bakmamak, mazur göstermek, muaf tutmak
- excusing:af
- execrable:berbat, iğrenç
- execrate:belâ okumak, iğrenmek, lanet etmek, nefret etmek
- execrating:belâ okumak, iğrenmek, lanet etmek, nefret etmek
- execration:iğrenme, lanet, nefret, tiksinme
- executant:icra eden kimse, konser veren kimse, sergileyen kimse
- execute:düzenlemek, gerçekleştirmek, idam etmek, infaz etmek, ortaya koymak, sergilemek, yapmak, yerine getirmek
- executed:düzenlemek, gerçekleştirmek, idam etmek, infaz etmek, ortaya koymak, sergilemek, yapmak, yerine getirmek
- executing:düzenlemek, gerçekleştirmek, idam etmek, infaz etmek, ortaya koymak, sergilemek, yapmak, yerine getirmek
- execution:düzenleme, icra, idam, infaz, sergileme, uygulama, yapma, yerine getirme, yorum biçimi
- executioner:cellat, gol atan oyuncu, golcü
- executive:hükümet, icra, idareci, uygulama ile ilgili, yetkili, yönetici, yönetim, yürütme
- executives:hükümet, idareci, yönetici
- exegesis:kutsal kitap yorumu, yorum
- exegete:yorumcu
- exegetic:yorumlama ile ilgili
- exegetics:tefsir sanatı, yorumculuk ilmi
- exeggerate:abartılı konuşmak, abartmak, aşırıya kaçmak, büyütmek, ileri gitmek, şişirmek
- exemplar:kopya, model, örnek, sembol, simge, suret
- exemplary:ibret verici, örnek
- exemplification:örnek, örnekleme, resmi onaylı suret
- exemplify:örnek göstermek, örnek oluşturmak, örnek vermek, örneklemek, resmi onaylı suretini çıkarmak, temsil etmek
- exemplifying:örnek göstermek, örnek oluşturmak, örnek vermek, örneklemek, resmi onaylı suretini çıkarmak, temsil etmek
- exempt:çürüğe çıkarmak, muaf, muaf tutmak, özgür, serbest
- exempted:muaf
- exempting:çürüğe çıkarmak, muaf tutmak
- exemption:bağışıklık, çürüğe ayırma, muafiyet, serbestlik
- exemptions:dokunulmazlığı olan şey, haciz konulamaz şey
- exequies:cenaze töreni
- exercise:alıştırma, alıştırmak, çalışma, çalışma yapmak, çalıştırmak, egzersiz, egzersiz yapmak, göstermek, idman, kullanma, kullanmnak, talim, tören, uygulama, uygulamak, yapma, yerine getirme, yorum
- exercised:alıştırmak, çalışma yapmak, çalıştırmak, egzersiz yapmak, göstermek, kullanmnak, uygulamak
- exercises:alıştırma, alıştırmak, çalışma, çalışma yapmak, çalıştırmak, egzersiz, egzersiz yapmak, göstermek, idman, kullanma, kullanmnak, talim, tören, uygulama, uygulamak, yapma, yerine getirme, yorum
- exercising:alıştırmak, çalışma yapmak, çalıştırmak, egzersiz yapmak, göstermek, kullanmnak, uygulamak
- exert:harcamak, kullanmak, uygulamak
- exerted:harcamak, kullanmak, uygulamak
- exerting:harcamak, kullanmak, uygulamak
- exertion:çaba, emek, gayret, sarfetme, uğraş, zahmet
- exes:giderler, harcamalar, masraflar
- exfoliate:pul pul dökmek, pul pul dökülmek
- exfoliated:pul pul dökmek, pul pul dökülmek
- exfoliation:pul pul dökülme
- exhalation:buhar, gaz, koku, nefes, nefes verme, oh çekme, soluk
- exhale:çıkarmak, nefes vermek, oh çekmek, yaymak
- exhaust:bitirmek, boşalmak, boşaltmak, çıkarmak, çürük gaz, çürük istim, egzoz, kurutmak, tüketmek, yormak, yorulmak
- exhausted:bezgin, bitap, bitkin, bitmiş, canı çıkmış, dermansız, halsiz, takâtsiz, tükenmiş, turşu gibi
- exhauster:aspirator, gaz boşaltma düzeni
- exhaustible:biter, tükenir
- exhausting:boşaltan, tüketme, yorucu, zahmetli
- exhaustion:bitkinlik, boşaltma, dermansızlık, takâtsizlik, tükenme, yorgunluk
- exhaustive:ayrıntılı, detaylı, etraflı, kapsamlı, yorucu, zahmetli
- exhibit:göstermek, ibraz edilen belge, ortaya koymak, sergi, sergilemek, sergilenen şey, sunmak, teşhir etmek
- exhibiting:göstermek, ortaya koymak, sergilemek, sunmak, teşhir etmek
- exhibition:burs, gösteri, ibraz etme, sergi, sergileme, sunma, teşhir, teşhir etme
- exhibitionism:sergileme merakı, teşhircilik
- exhibitionist:gösterimci, teşhirci
- exhibitor:sergici, sergileyen kimse, sinemacı
- exhilarate:canlandırmak, coşturmak, neşelendirmek
- exhilarated:canlı, coşkulu, neşeli
- exhilarating:canlandırıcı, neşelendirici
- exhilaration:canlılık, keyif, neşe
- exhort:cesaret vermek, öğüt vermek, tavsiye etmek, tembih etmek, uyarmak, yüreklendirmek
- exhortation:tavsiye, tembih, teşvik, uyarı
- exhorting:cesaret vermek, öğüt vermek, tavsiye etmek, tembih etmek, uyarmak, yüreklendirmek
- exhumation:mezardan çıkarma
- exhume:deşmek, mezardan çıkarmak, yeniden ortaya çıkarmak
- exigence:acil durum, gerek, gereklilik, ihtiyaç, mecburiyet, zorunluluk
- exigency:acil durum, gerek, gereklilik, ihtiyaç, mecburiyet, zorunluluk
- exigent:acil, müşkülpesent, titiz, zorlayıcı
- exiguity:azlık, darlık, kıtlık, yokluk
- exiguous:dar, kıt, yetersiz
- exile:kovmak, sürgün, sürgün etmek, sürgünde yaşama, sürgüne göndermek, sürmek, sürülme
- exiled:kovmak, sürgün etmek, sürgüne göndermek, sürmek
- exiling:kovmak, sürgün etmek, sürgüne göndermek, sürmek
- exist:bulunmak, olmak, var olmak, yaşamak
- existantialism:varoluşçuluk
- existed:bulunmak, olmak, var olmak, yaşamak
- existence:hayat, olma, ömür, varlık, varoluş
- existent:bugünkü, mevcut, var olan
- existentialism:varoluşçuluk
- existentialist:varoluşçu
- existing:bugünkü, mevcut, olma, var olan
- exists:bulunmak, olmak, var olmak, yaşamak
- exit:çıkış, çıkmak, ölmek, ölüm, sahneden çıkma, sahneden çıkmak
- exiting:çıkmak, ölmek, sahneden çıkmak
- exoderm:dışderi, ekzoderm
- exodus:akın, göç, toplu göç
- exogamy:aile dışından evlilik, dışardan evlenme
- exonerate:aklamak, muaf tutmak, suçsuz çıkarmak, temize çıkarmak
- exonerated:aklamak, muaf tutmak, suçsuz çıkarmak, temize çıkarmak
- exonerating:aklamak, muaf tutmak, suçsuz çıkarmak, temize çıkarmak
- exoneration:beraat, muafiyet, temize çıkarma
- exorbitance:aşırılık, fahişlik, ileri gitme
- exorbitant:aşırı, çok fazla, fahiş
- exorcism:cinleri okuyarak defetme, dua ile defetme, kovma duası
- exorcist:cinci, cinci hoca, dua ile ruhları defeden kimse
- exorcize:cin çıkarmak, cinlerden kurtarmak, dua ile defetmek
- exordium:başlangıç, giriş, önsöz
- exoteric:anlaşılır, genel, harici, sıradan
- exoterically:anlaşılır biçimde, genellikle, harici olarak
- exothermic:ekzoterm, ısı çıkaran, ısı verici
- exotic:acayip, başka iklime ait, egzotik, garip, yabancı
- expand:açılmak, açmak, büyümek, büyütmek, dönüşmek, gelişmek, genişlemek, genişletmek, şişirmek, şişmek, yayılmak
- expanding:büyüyen, genişleyen
- expanse:açılma, geniş alan, genişlik, yayılma
- expansion:büyüme, gelişme, genişleme, genişlik, genleşme, ilerleme
- expansionism:genişleme politikası, yayılma politikası
- expansive:açık, açık sözlü, geniş, genişleyen, taşkın, yaygın, yayılan
- expansiveness:açık sözlülük, açılma, genişleme, konuşkanlık, yayılma
- expatiate:ayrıntılı yazmak, etraflıca açıklamak
- expatriate:gurbetçi, sürgün edilmiş, sürgün edilmiş kimse, sürgün etmek, sürmek, yabancı ülkede yaşayan, yabancı ülkede yaşayan kimse
- expatriates:gurbetçi, sürgün edilmiş kimse, sürgün etmek, sürmek, yabancı ülkede yaşayan kimse
- expatriation:göç, sürgün, vatandaşlıktan çıkarılma, yabancı ülkeye yerleşme
- expect:beklemek, sanmak, ümit etmek, ummak
- expectance:bekleme, beklenti, bekleyiş, ümit, umut
- expectancy:bekleme, beklenti, bekleyiş, ümit, umut
- expectant:bebek bekleyen, beklentisi olan, bekleyen, gebe, hamile, miras beklentisi olan kimse, sabırsızlanan, ümitli, umutlu
- expectation:bekleme, beklenilme, beklenti, mirasa konma beklentisi, olasılık, ümit, umma, umut
- expectations:bekleme, beklenilme, beklenti, mirasa konma beklentisi, olasılık, ümit, umma, umut
- expected:beklemek, sanmak, ümit etmek, ummak
- expecting:çocuk bekleyen, gebe, hamile
- expectorant:balgam söktürücü, balgam söktürücü ilaç
- expectorate:balgam çıkarmak, kan tükürmek, öksürerek çıkarmak, tükürmek
- expectorating:balgam çıkarmak, kan tükürmek, öksürerek çıkarmak, tükürmek
- expectoration:balgam, tükürme
- expedience:çare, çıkar, çıkar yol, menfaat, uygunluk
- expediency:çare, çıkar, çıkar yol, menfaat, uygunluk
- expedient:avantajlı, çare, çıkarcı, çıkarlara uygun düşen, önlem, tedbir, uygun, yerinde, yol
- expedite:göndermek, hızlandırmak, kolaylaştırmak, yollamak
- expediting:göndermek, hızlandırmak, kolaylaştırmak, yollamak
- expedition:acele, çabukluk, hız, sefer, sevk
- expeditionary:sefere ait, sevkedilen
- expeditions:acele, çabukluk, hız, sefer, sevk
- expeditious:çabuk, eli çabuk, hızlı, tez
- expel:çıkarmak, dışarı atmak, kovmak, sürgün etmek, sürmek
- expelled:çıkarmak, dışarı atmak, kovmak, sürgün etmek, sürmek
- expellee:kovulan kimse, sürgün
- expelling:kovma
- expend:bitirmek, harcamak, sarfetmek, tüketmek
- expendable:gereksiz şeyler, gözden çıkarılabilir, gözden çıkarılan birlik, harcanabilir
- expendables:gereksiz ğeyler, gereksiz şeyler
- expended:bitirmek, harcamak, sarfetmek, tüketmek
- expending:bitirmek, harcamak, sarfetmek, tüketmek
- expenditure:gider, harcama, masraf, tüketme
- expenditures:gider, harcama, masraf, tüketme
- expense:gider, harcama, masraf
- expenses:giderler, harcamalar, masraflar
- expensive:masraflı, pahalı, pahalıya mal olan
- expensiveness:pahalılık
- experience:başa gelen olay, başına gelmek, başından geçmek, denemek, deneyim, din değiştirme, görmek, hayat, karşılaşmak, maruz kalmak, olay, pratik, tatmak, tecrübe, tecrübe etmek, uğramak, yaşam, yaşamak
- experienced:deneyimli, görgülü, görmüş geçirmiş, kaşarlanmış, tecrübeli, usta
- experiences:başa gelen olay, başına gelmek, başından geçmek, denemek, deneyim, din değiştirme, görmek, hayat, karşılaşmak, maruz kalmak, olay, pratik, tatmak, tecrübe, tecrübe etmek, uğramak, yaşam, yaşamak
- experiencing:başına gelmek, başından geçmek, denemek, görmek, karşılaşmak, maruz kalmak, tatmak, tecrübe etmek, uğramak, yaşamak
- experiment:deneme, denemek, deney, deney yapmak, deneye tabi tutmak
- experimental:denek, deneme niteliğinde, deneyde kullanılan, deneyimle kazanılan, deneysel
- experimentally:deneyerek, deneysel yöntemle
- experimentation:deneme, deney yapma, deneyim, tecrübe
- experimented:denemek, deney yapmak, deneye tabi tutmak
- experimenting:denemek, deney yapmak, deneye tabi tutmak
- expert:bilirkişi, eksper, erbap, ihtisas, usta, üstâd, uzman
- expertise:bilirkişi raporu, ekspertiz, ihtisas, uzmanlık
- expertness:mahirlik, ustalık, uzmanlık
- experts:bilirkişi, eksper, erbap, usta, üstâd, uzman
- expiate:cezasını çekmek, kefaret vermek
- expiation:cezasını çekme, kefaret
- expiatory:kefaret türünden
- expiration:bitiş, nefes verme, son, sona erme, süre sonu, vade
- expiratory:nefes vermekle ilgili
- expire:bitmek, geçerliliğini yitirmek, geçmek, nefes vermek, ölmek, son nefesini vermek, sona ermek, vadesi dolmak
- expired:geçerliliği kalkmış, süresi bitmiş
- expiring:bitmek, geçerliliğini yitirmek, geçmek, nefes vermek, ölmek, son nefesini vermek, sona ermek, vadesi dolmak
- expiry:bitiş, son, sona erme, süre sonu, vade
- explain:açıklama yapmak, açıklamak, anlatmak, hesap vermek, izah etmek
- explainable:açıklanabilir, anlatılabilir
- explained:açıklama yapmak, açıklamak, anlatmak, hesap vermek, izah etmek
- explaining:hesap verme
- explains:açıklama yapmak, açıklamak, anlatmak, hesap vermek, izah etmek
- explanation:açıklama, anlam, izah, manâ, tanımlama, yorum
- explanations:açıklama, anlam, izah, manâ, tanımlama, yorum
- explanatory:açıklayıcı
- expletive:boşluğu dolduran, gereksiz hece, gereksiz sözcük, küfür, pekiştirici sözcük, tamamlayan sözcük, tamamlayıcı
- expletives:gereksiz hece, gereksiz sözcük, küfür, pekiştirici sözcük, tamamlayan sözcük
- explicable:açıklanabilir, anlatılabilir
- explicate:açıklamak, anlatmak, yorumlamak
- explicating:açıklamak, anlatmak, yorumlamak
- explication:açıklama, izah, yorum, yorumlama
- explicit:açık, açık sözlü, aşikâr, belirgin, belli
- explode:aksini ispatlamak, bozmak, çürütmek, havaya uçurmak, infilak etmek, kırılmak, köpürmek, patlak vermek, patlamak, patlatmak, yıkmak
- exploded:aksini ispatlamak, bozmak, çürütmek, havaya uçurmak, infilak etmek, kırılmak, köpürmek, patlak vermek, patlamak, patlatmak, yıkmak
- exploding:aksini ispatlamak, bozmak, çürütmek, havaya uçurmak, infilak etmek, kırılmak, köpürmek, patlak vermek, patlamak, patlatmak, yıkmak
- exploit:faydalanmak, işletmek, istismar etmek, kahramanlık, kötüye kullanmak, kullanmak, macera, sömürmek, üstün başarı, yiğitlik
- exploitation:işletme, istismar, kötüye kullanma, kullanma, sömürme
- exploited:faydalanmak, işletmek, istismar etmek, kötüye kullanmak, kullanmak, sömürmek
- exploiter:işletmeci, istismar eden kimse, kullanan, sömürücü
- exploits:faydalanmak, işletmek, istismar etmek, kahramanlık, kötüye kullanmak, kullanmak, macera, sömürmek, üstün başarı, yiğitlik
- exploration:arama, araştırma, keşif
- explorations:arama, araştırma, keşif
- explorative:arama amaçlı, araştırma, araştırma ile ilgili, keşif türünden
- exploratory:araştırma, araştırma ile ilgili, keşif türünden
- explore:araştırmak, keşfetmek, kontrol etmek, muayene etmek
- explored:araştırmak, keşfetmek, kontrol etmek, muayene etmek
- explorer:araştırmacı, kâşif
- exploring:araştırmak, keşfetmek, kontrol etmek, muayene etmek
- explosion:artış, ateş alma, infilak, kudurma, parlama, patlama, tepesi atma
- explosive:çileden çıkaran, patlamaya ait, patlamaya hazır, patlayıcı, patlayıcı madde, tartışmalı
- exponent:beyan eden kimse, ifade eden şey, katsayı, kuvvet, üs, yorumcu
- exponential:katsayı ile ilgili, üsse ait, üsse ait sayı
- export:dışarıya satmak, dışsatım, ihraç, ihraç edilen, ihraç etmek, ihraç malı, ihracat
- exportation:ihraç, ihraç malı, ihracat
- exported:dışarıya satmak, ihraç etmek
- exporter:ihracatçı
- exporting:dışarıya satmak, ihraç etmek
- exposé:açığa çıkarmak, bırakmak, gerçekleri açıklama, gerçekleri açıklayan kitap, göstermek, ışığa tutmak, ışıklandırmak, karşı karşıya bırakmak, kirli çamaşırları açıklama, maruz bırakmak, ortada bırakmak, ortaya çıkarma, ortaya çıkarmak, sergilemek, terketmek, teşhir etmek
- exposed:açık, ışığa tutulmuş, korunmasız, maruz, ortada
- exposing:açığa çıkarmak, bırakmak, göstermek, ışığa tutmak, ışıklandırmak, karşı karşıya bırakmak, maruz bırakmak, ortada bırakmak, ortaya çıkarmak, sergilemek, terketmek, teşhir etmek
- exposition:açıklama, sergi, sergileme, teşhir, yorumlama
- expositor:açıklayan kimse, yorumcu
- expository:açıklayıcı, izah edici, yorumlayan
- expostulate:eleştirmek, itiraz etmek, öğüt vermek, sitem etmek, uyarmak
- expostulating:eleştirmek, itiraz etmek, öğüt vermek, sitem etmek, uyarmak
- expostulation:dostça uyarı, eleştiri, itiraz, sitem
- exposuee:açığa çıkarma, açıkta bırakma, bırakma, cephe, maruz kalma, ortada bırakma, ortaya çıkarma, poz, sergileme, teşhir
- exposure:açığa çıkarma, açıkta bırakma, bırakma, cephe, maruz kalma, ortada bırakma, ortaya çıkarma, poz, sergileme, teşhir
- expound:açıklamak, yorumlamak
- expounding:açıklamak, yorumlamak
- expressage:nakliye şirketi ile gönderme, nakliye şirketi ücreti
- expressins:anlatım, deyim, eda, ibare, ifade, ifade etme, söz, tabir, yüz ifadesi
- expression:anlatım, deyim, eda, ibare, ifade, ifade etme, söz, tabir, yüz ifadesi
- expressionism:dışavurumculuk, ekspresyonizm
- expressionless:anlamsız, boş, ifadesiz
- expressions:anlatım, deyim, eda, ibare, ifade, ifade etme, söz, tabir, yüz ifadesi
- expressive:anlamlı, canlı, dokunaklı, etkileyici, ifadeli
- expressly:açık, açıkça, bilhassa, kesinlikle, özellikle
- expressway:ekspres yol, otoban
- expropriate:istimlak etmek, kamulaştırmak, malına el koymak
- expropriating:istimlak etmek, kamulaştırmak, malına el koymak
- expropriation:el koyma, istimlak, kamulaştırma
- expulsion:akma, çıkarma, çıkma, kovma, kovulma
- expulsive:çıkaran, kovan
- expunge:çıkarmak, silmek
- expunged:çıkarmak, silmek
- expunging:çıkarmak, silmek
- expurgate:arıtmak, sansürden geçirmek, temizlemek
- expurgated:arıtmak, sansürden geçirmek, temizlemek
- expurgating:arıtmak, sansürden geçirmek, temizlemek
- expurgation:sansür, temizleme
- exquisite:aşırı, hassas, keskin, kibar, nazik, nefis, şiddetli
- extant:geçerliliğini kaybetmemiş, halâ var olan, kaybolmamış
- extemporaneous:anında yapılan, doğaçtan yapılan, hazırlıksız
- extemporary:anında yapılan, doğaçtan yapılan, hazırlıksız
- extempore:anında yapılan, hazırlıksız
- extemporize:doğaçtan söylemek, hazırlıksız yapmak, uyduruvermek
- extemporized:doğaçtan söylemek, hazırlıksız yapmak, uyduruvermek
- extend:avcı hattına yayılmak, büyümek, devam ettirmek, genişlemek, genişletmek, uzamak, uzatmak, vermek, yardım eli uzatmak, yaymak
- extended:büyük, büyütülmüş, geniş, genişletilmiş, uzatılan, uzayan, uzun, yayılmış
- extending:uzatma
- extensibility:uzama kabiliyeti, uzayabilirlik
- extensile:açılır kapanır, genişletilebilir, uzatılabilir
- extension:artırma, dahili telefon hattı, ek, ekleme, genişletme, ilave, temdit, uzantı, uzatılma, uzatma
- extensive:engin, geniş, geniş ölçüde yapılan, uzatılmış, yaygın
- extensively:geniş olarak, uzatılmış olarak, yaygın olarak
- extensor:ekstensor, uzatıcı kas
- extent:alan, boyut, derece, genişlik, kapsam, ölçü, uzunluk, yükseklik
- extenuate:ciddiye almamak, hafife almak, hafifletmek, mazur göstermek
- extenuating:ciddiye almamak, hafife almak, hafifletmek, mazur göstermek
- extenuation:ciddiye almama, hafife alma, hafifletme
- exterior:dış, dış çekim, dış ilişkiler, dış kaynaklı, dış taraf, dış ülkelerle olan, dışarı, harici
- exterminate:imha etmek, kökünü kurutmak, mahvetmek, öldürmek, yok etmek
- exterminated:imha etmek, kökünü kurutmak, mahvetmek, öldürmek, yok etmek
- exterminating:imha etmek, kökünü kurutmak, mahvetmek, öldürmek, yok etmek
- extermination:imha, yok etme
- exterminator:imha eden kimse, yok edici
- extern:gündüzlü öğrenci, stajyer doktor, yatılı olmayan öğrenci
- external:dış, dışarıdan gelen, harici, yabancı ülkelerle olan
- externalize:açığa vurmak, dışa vurmak, dışlamak, maddileştirmek, yansıtmak
- externalizing:açığa vurmak, dışa vurmak, dışlamak, maddileştirmek, yansıtmak
- externally:dıştan, haricen, hariçten
- externals:dış görünüş, dış olaylar, formaliteler
- exterritorial:diplomatik dokunulmazlığa ait, ülkenin yasaları dışında olan
- exterritoriality:diplomatik dokunulmazlık, dokunulmazlık
- extinct:nesli tükenmiş, sönmüş, sönük, soyu tükenmiş, tükenmiş, varisi olmayan, yok olmuş
- extinction:feshetme, imha, nesli tükenme, söndürme, sönme, yok etme, yok olma
- extinguish:baskın çıkmak, bastırmak, ödeyerek bitirmek, ortadan kaldırmak, söndürmek, tüketmek, yıkmak, yok etmek
- extinguished:sönmüş, sönük
- extinguisher:kül tablası, şamdan külahı, yangın söndürücü
- extinguishing:söndürme
- extirpate:imha etmek, kesip atmak, kökünden halletmek, kökünden sökmek, kökünü kazımak, yok etmek
- extirpating:imha etmek, kesip atmak, kökünden halletmek, kökünden sökmek, kökünü kazımak, yok etmek
- extirpation:imha, kökünü kazıma, kökünü sökme
- extol:methetmek, övmek
- extoll:methetmek, övmek
- extolled:methetmek, övmek
- extolling:methetmek, övmek
- extort:gaspetmek, koparmak, tehditle almak, zorla almak, zorla yaptırmak
- extorted:gaspetmek, koparmak, tehditle almak, zorla almak, zorla yaptırmak
- extorting:gaspetmek, koparmak, tehditle almak, zorla almak, zorla yaptırmak
- extortion:fahiş fiyat, gasp, haraç, zorbalık, zorla alma
- extortionate:aşırı, fahiş, zor kullanan
- extortioner:kazıkçı, zorba
- extortionist:kazıkçı, zorba
- extra:ayrıca, ek, ek iş, ekstra, ekstra masraf, ekstra olarak, ekstra şey, fazla, fazladan, figüran, ilave, ilave edilen, ilaveten, olağanüstü, üstün, zam
- extract:alıntı, almak, çekmek, çıkarmak, esas, ihraç etmek, öz, özet, özünü çıkarmak, özüt, sağlamak, seçerek almak, seçme parça, tatmak
- extracted:almak, çekmek, çıkarmak, ihraç etmek, özünü çıkarmak, sağlamak, seçerek almak, tatmak
- extraction:alma, asıl, çekme, çıkarma, ihraç, kare kök alma, köken, nesil, öz, özütünü alma, sızdırma, soy
- extractive:çıkarma ile ilgili
- extractor:çıkarıcı alet, ekstraktör, sökme aleti
- extracts:alıntı, almak, çekmek, çıkarmak, esas, ihraç etmek, öz, özet, özünü çıkarmak, özüt, sağlamak, seçerek almak, seçme parça, tatmak
- extracurricular:branş dışı kalan, ders programı dışı
- extradite:iade etmek, suçluyu ülkesine iade etmek
- extradition:suçlunun ülkesine iadesi
- extrajudicial:dava dışı olan, mahkemede yapılmayan
- extramarital:evlilik dışı
- extramural:kent dışında olan, okul dışı öğrenciler için yapılan
- extraneous:dışarıdan gelen, ikincil, konu dışı olan, konu ile ilgisi olmayan
- extraordinarily:olağandışı olarak, olağanüstü bir biçimde, özel görevli olarak, özel olarak
- extraordinary:fevkalade, olağandışı, olağanüstü, özel, özel olarak görevlendirilmiş, sıradışı
- extrapolate:sonuca ulaşmak, tahmin etmek, verilerden bilinmeyene ulaşmak
- extras:ekstra masraflar, ilave giderler
- extrasensory:olağandışı hislerle ilgili olan, olağanüstü algılama olan
- extraterrestrial:dünya dışı, yeryüzü dışında var olan
- extraterritorial:dokunulmazlık, ülke yasaları dışında olan
- extraterritoriality:dış ülkede politik dokunulmazlık, dokunulmazlık
- extratime:ek süre, uzatma
- extravagance:aşırılık, boşa harcama, delilik, israf, saçmalık, savurganlık, taşkınlık
- extravagances:aşırılık, boşa harcama, delilik, israf, saçmalık, savurganlık, taşkınlık
- extravagant:aşırı, fahiş, müsrif, ölçüsüz, savurgan
- extravaganza:fantezi müzik, serbest tarzda müzik, zengin dekorlu piyes
- extravert:dışa dönük
- extreme:aşırı, aşırı derece, aşırılık, çıkmaz, en uç, en uç nokta, kesin, mutlâk, olağanüstü, ölçüsüz, ölçüsüzlük, şiddetli, sınır, son derece, tezat
- extremely:aşırı, aşırı boyutta, aşırı derecede, fazlasıyla, son derece
- extremes:aşırı derece, aşırılık, çıkmaz, en uç nokta, ölçüsüzlük, sınır, son derece, tezat
- extremism:aşırılık
- extremist:aşırı uç görüşteki kimse, aşırılık yapan kimse, ölçüyü aşan kimse
- extremities:eller ve ayaklar, uzantı
- extremity:aşırı derece, had, sınır, son, son derece, uç
- extricate:açığa çıkarmak, ayrıştırmak, çıkarmak, kurtarmak, salıvermek, serbest bırakmak, zor durumdan çıkarmak
- extricating:açığa çıkarmak, ayrıştırmak, çıkarmak, kurtarmak, salıvermek, serbest bırakmak, zor durumdan çıkarmak
- extrication:ayrıştırma, kurtarma, salıverme, serbest bırakma
- extrinsic:dış, dıştan gelen, eğreti, geçici, ikincil
- extrovert:dışa dönük, dışa dönük kimse
- extrude:çıkarmak, çıkmak, geçirmek, ihraç etmek, pırtlamak, preslemek, sıkıp çıkarmak, sıkmak
- extruding:çıkarmak, çıkmak, geçirmek, ihraç etmek, pırtlamak, preslemek, sıkıp çıkarmak, sıkmak
- extrusion:çıkarma, ihraç etme, kalıptan çekme, sıkma
- exuberance:bolluk, coşku, coşkunluk, laf kalabalığı, taşkınlık
- exuberancy:bolluk, coşku, coşkunluk, laf kalabalığı, taşkınlık
- exuberant:bereketli, bol, canlı, çok, coşkun, hayat dolu, taşkın, verimli
- exude:belirtmek, çıkarmak, dışarı vermek, kaçırmak, sızdırmak, sızmak, terlemek, yaymak
- exuding:belirtmek, çıkarmak, dışarı vermek, kaçırmak, sızdırmak, sızmak, terlemek, yaymak
- exult:bayram etmek, çok sevinmek, iftihar etmek, övünmek, sevinçten havalara uçmak
- exultant:çok sevinçli, sevinçten uçan
- exultation:iftihar, sevinç, sevinçten uçma
- exulting:bayram etmek, çok sevinmek, iftihar etmek, övünmek, sevinçten havalara uçmak
- exurb:şehirden uzak lüks site
- exuviate:deri dökmek, kabuk dökmek, tüy dökmek
- exuviation:deri dökme, deri döküntüsü, dökülmüş kabuk, tüy dökme
- eye:bakış, bakış açısı, dikkatle bakmak, görüş, göz, gözetlemek, ilik, ilmik, izlemek, kanı, kuşkuyla bakmak, nazar, süzmek, tomurcuk
- :bakış, bakış açısı, dikkatle bakmak, görüş, göz, gözetlemek, ilik, ilmik, izlemek, kanı, kuşkuyla bakmak, nazar, süzmek, tomurcuk
- eyeball:göz küresi
- eyebrow:kaş
- eyecatching:dikkat çekici, göz alıcı
- eyed:gözlü
- eyeful:göz dolduran şey, güzel kız, güzel şey
- eyeglass:gözlük camı, tek gözlük
- eyeglasses:gözlük
- eyehole:göz, göz çukuru
- eyeing:dikkatle bakmak, gözetlemek, izlemek, kuşkuyla bakmak, süzmek
- eyelash:kirpik
- eyelet:gözcük, kopça, küçük delik
- eyelid:gözkapağı
- eyepiece:mercek, oküler
- eyes:bakış, bakış açısı, dikkatle bakmak, görüş, göz, gözetlemek, ilik, ilmik, izlemek, kanı, kuşkuyla bakmak, nazar, süzmek, tomurcuk
- eyeshade:güneş siperliği
- eyeshadow:far
- eyeshot:görüş mesafesi
- eyesight:görme yeteneği, görüş uzaklığı
- eyesore:göz zevkini bozan şey, göze batan şey
- eyetooth:köpek dişi
- eyewash:aldatma, göz banyosu, göz boyama, göz yıkama ilacı, palavra, saçmalık, zırva
- eyewitness:görgü tanığı, görgü tanıklığı yapmak
- eying:dikkatle bakmak, gözetlemek, izlemek, kuşkuyla bakmak, süzmek
- eyre:devir, seyahat
- eyrie:kartal yuvası, kuş yuvası
- eyry:kartal yuvası