İngilizce A1/A2 Seviye Hikayeler


Türkiye’nin en iyi online İngilizce eğitim sistemi olan Konuşarak Öğren’den ücretsiz konuşma dersi almak için tıklayın !

Konuşarak Öğren'i Ücretsiz Deneyin

İngilizce öğrenmek için yapabileceğiniz birçok şey vardır. Bunlardan bir tanesi de İngilizce metin okumak! Okuduğunuz her İngilizce metin, İngilizce’nizi geliştirir. Dikkat etmeniz gereken tek şey kendi seviyenize uygun hikayeler okumak. Başlangıçta okuduğunuz hikayeler basit ve anlaşılır olmalı. Yeni öğrenenler için A1 ve A2 seviyesindeki İngilizce basit hikayeler oldukça idealdir. Basit ve kısa cümleleri, günlük hayatta sıkça duyabileceğiniz kelimeleri ile yeni başlayanları zorlamaz ve gelişmelerinde oldukça yardımcı olur.

A1 ve A2 seviyesi hikayelerin güzelliği ise çok rahat anlaşılmalarıdır. İngilizce kitap okumaya biraz alıştıktan sonra hiç takılmadan okumaya hatta çevirmeye başlayabilirsiniz. Bu şekilde A1 A2 seviye metinleri okumaya alıştıktan sonra da yavaşça B1 B2 seviyesine geçebilirsiniz. Bu içerikte de metinleri okuyup önce kendiniz çevirmeye ve anlamaya çalışabilirsiniz. Bu sayede hem kendinizi geliştirir hem de zorlanmamış olursunuz.

Bu içeriğimizde İngilizceyi yeni öğrenenler için A1 ve A2 seviye İngilizce metinleri çevirileri ile paylaştık. Paylaştığımız A Party in The Savannah (Savannah’da Parti), Beatiful Babies Are Beatiful (Güzel Bebekler Güzeldir), When Lions Come To Town (Aslanlar Şehre Geldiğinde), The Old Witch And The Wish (Yaşlı Cadı ve Dilek), The Most Beatiful Garden (En Güzel Bahçe), Eight Days Before Christmas (Yılbaşından 8 Gün Önce), Dreams Can’t Be Too Big (Hayaller Çok Büyük Olamaz), The Astronaut from Bolero (Bolero’lu Astronot) hikayelerini okuyarak kendiniz çevirmeyi deneyebilir ve karşılaştırabilirsiniz ya da çevirilerini okuyarak nasıl çevirmeniz gerektiğine dair bilgi edinebilirsiniz.

A Party in The Savannah (Savannah’da Parti)

King Lion was a happy beast. He had a gorgeous wife. Her name was Queen Lioness but she loved to be called Queen Li. She made a lovely couple with her husband. Together, they had six chubby cubs that were the envy of many animals in the kingdom.

Kral Aslan mutlu bir hayvandı. Muhteşem bir eşi vardı. Eşinin adı Kraliçe Aslan’dı ama Kraliçe Li olarak anılmaktan hoşlanırdı. Kocasıyla güzel bir çiftlerdi. Birlikte, krallıktaki birçok hayvanın kıskandığı altı tombul yavruları vardı.

One sunny day, King Lion called Queen Li.

Güneşli bir günde Kral Aslan, Kraliçe Li’yi çağırdı.

“My dear wife, I would like to celebrate our happiness with all the animals in the kingdom. I want to organise a party for them.”

“That’s an excellent idea! When do you want to have this party?”

“I don’t know yet. I need to find enough food for everyone. You also have to find a nice place with enough water for all of us. This party could last for days and I don’t want anyone to starve or die from thirst.”

“Don’t worry. I know a freshwater stream not far from here. The water is very cool and there is enough shade for all of us. There is also a lot of thick grass there. Herbivores and omnivores will love it. Everyone should have fun on that day, even carnivores like us. Our party is going to be the best that the kingdom has ever had.”

“Sevgili eşim, mutluluğumuzu krallıktaki tüm hayvanlarla kutlamak istiyorum. Onlar için bir parti vermek istiyorum.”

“Mükemmel bir fikir. Partiyi ne zaman yapmak istiyorsun?”

“Henüz bilmiyorum. Herkese yetecek kadar yiyecek bulmamız lazım. Ayrıca hepimize yetecek kadar suyu olan güzel bir yer bulmalısın. Bu parti günlerce sürebilir ve kimsenin açlıktan ya da susuzluktan ölmesini istemiyorum.”

King Lion agreed with his wife. Everyone was going to remember their party, even days after it was over thanks to the hosts’ excellent organisational skills.

Kral Aslan karısıyla anlaştı. Ev sahiplerinin mükemmel organizasyon becerileri sayesinde, parti bittikten günler sonra bile herkes partisini hatırlayacaktı.

Beatiful Babies Are Beatiful (Güzel Bebekler Güzeldir)

Tami and Talu are twins and they live in our street. They are very tall and talkative. This is why it hard to miss them. Think of it: two people that look alike and they tower over every single body. How can you not see them? Not seeing them is an impossible task.

Tami ve Talu ikizler ve bizim sokakta yaşıyorlar. Çok uzun boylu ve gevezedirler. Bu yüzden onlarıfark etmemek zordur. Bir düşünün: Birbirine benzeyen ve herkesten uzun iki insan. Onları nasıl görmezsin? Onları görmemek imkansız bir iştir.

Tami and Talu are two handsome young men who know how to talk to young women. They treat girls with respect and this is what girls like —to be treated with respect at all times. The twins know how to do this and they are treated well in return.

Tami ve Talu, genç kadınlarla nasıl konuşulacağını bilen iki yakışıklı genç adamdır. Kızlara saygılı davranırlar ve kızların da sevdiği şey budur — her zaman saygıyla karşılanmak. İkizler bunu nasıl yapacaklarını biliyorlar ve karşılığında kendilerine de iyi davranılıyor.

Tami and Talu were once beautiful babies. Everyone in our neighbourhood knew them because they were a marvel to look at. They were big and tall, and healthy and everything. On top of that, their resemblance was a marvel to look at. Tami and Talu made their mother very proud.

Tami ve Talu bir zamanlar çok güzel bebeklerdi. Mahallemizdeki herkes onları tanıyordu çünkü onları izlemek harikaydı. İri ve uzun boyluydular, sağlıklıydılar ve birçok şey daha. Bunun da ötesinde, benzerlikleri görülmeye değerdi. Tami ve Talu annelerini çok gururlandırdılar.

Tami and Talu’s mother is still proud of her twins. They are two strong young men who never talk back to her with disrespect. Besides, they make her laugh and help her with many household tasks every single day. Those two boys can even cook! What a blessing they are. Tami and Talu will make their future wives proud. Indeed, beautiful babies are beautiful.

Tami ve Talu’nun annesi hala ikizleriyle gurur duyuyor. İkizler annelerine asla saygısızca cevap vermeyen iki güçlü genç adam. Ayrıca, annelerini güldürürler ve her gün birçok ev işinde ona yardım ederler. Bu iki çocuk yemek bile yapabilir! Onlar ne büyük nimet. Tami ve Talu müstakbel eşlerini gururlandıracaklar. Güzel bebekler gerçekten de güzeldir.

Tami and Talu want to marry. They want to get out of their parents’ home and start families of their own. First of all, they have to get jobs and have a stable income before they can have beautiful babies of their own. Their mother is not worried though and she knows that they will turn into beautiful fathers. These two future parents, her own sons, will make their own sons happy and proud.

Tami ve Talu evlenmek istiyorlar. Ebeveynlerinin evinden çıkmak ve kendi ailelerini kurmak istiyorlar. Her şeyden önce, kendi güzel bebeklerine sahip olabilmeleri için önce iş bulmaları ve devamlı gelire sahip olmaları gerekiyor. Ancak anneleri endişelenmiyor ve güzel babalar olacaklarını biliyor. Gelecekteki bu iki ebeveyn, kendi oğullarını mutlu ve gururlu yapacak.

Tami and Talu are two proud young men. They work hard every single day and they make the most of their time. Most of all, they never bother anyone because they have no time to waste. You can almost read this on their foreheads.

Tami ve Talu iki gururlu genç adamdır. Her gün çok çalışıyorlar ve zamanlarını en iyi şekilde değerlendiriyorlar. Hepsinden önemlisi, hiç kimseyi rahatsız etmezler çünkü kaybedecek zamanları yoktur. Bunu neredeyse alınlarından okuyabilirsiniz.

 When Lions Come To Town (Aslanlar Şehre Geldiğinde)

My grandfather says that fear is a wild animal that you create in your head.

Büyükbabam korkunun kafamızda yarattığımız bir hayvan olduğunu söylerdi.

“You should take a stick and chase it if you don’t want it to pester you,” he often tells me when I am scared in the middle of the night and I run to him for comfort.

Gecenin bir yarısı korkup, rahatlamak için ona koştuğumda “Seni rahatsız etmesini istemiyorsan bir sopa alıp ona koşmalısın” derdi sık sık.

“Go back to bed and don’t be afraid of things that don’t exist. Now let me sleep.”

“Şimdi yatağa geri dön ve var olmayan şeylerden korkmayı bırak. Uyumam lazım.”

I eventually mumble an apology and drag my feet to my room. The bed always looks sinister and I make it a point to sleep on the floor.

En sonunda bir özür mırıldanırdım ve ayaklarımı sürükleyerek odama giderdim. Yatağım her zaman uğursuz görünürdü, ben de bu yüzden yerde uyumak için sebep olarak kullanırdım.

Sometimes, I get so scared and I become sweaty. Shadows lurk in the dark and I just cannot think straight. I try to be brave like grandfather and I never run to him again.

Bazen çok korkuyorum ve terliyorum. Gölgeler karanlıkta gizleniyor ve ben doğru dürüst düşünemiyorum. Büyükbabam gibi cesur olmaya çalışıyorum ve bir daha asla ona koşmuyorum.

Later, when things get really bad, I imagine what I will do the following day with my best friend, Limbani. His name means ‘be strong’ in our Chichewa language and I want to be so strong that the lion in my head will take fright and escape. He will be so surprised of my strength that he will take flight like the impalas he usually hunts in the wilderness.

Daha sonra, işler gerçekten kötüye gittiğinde, ertesi gün en iyi arkadaşım Limbani ile ne yapacağımı hayal ediyorum. Adı Chichewa dilinde ‘güçlü ol’ anlamına geliyor ve o kadar güçlü olmak istiyorum ki kafamdaki aslan korkup kaçsın. Gücüme o kadar şaşıracak ki, vahşi doğada avladığı antiloplar gibi uçup gidecek.

Limbani will be proud of me too. He is a good friend and I look up to him. We play together all the time when we are not at school. His parents own a grocery store. From time to time, his father gives us sweets when we run different kinds of errands for him. Occasionally, he makes us work with him in the store. It is generally a privilege and customers are surprised to see us counting well and giving the correct change. We rarely make mistakes.

Limbani de benimle gurur duyacak. O iyi bir arkadaş ve ben ona özeniyorum. Okulda olmadığımız zamanlarda hep birlikte oynarız. Anne ve babasının bir bakkalı var. Zaman zaman babası için farklı işler yapıyoruz ve karşılığında tatlı alıyoruz. Arada sırada mağazada kendisiyle birlikte çalışmamızı sağlıyor. Bu genellikle bir ayrıcalıktır ve müşteriler bizim iyi saydığımızı ve doğru para üstü verdiğimizi görünce şaşırırlar. Nadiren hata yaparız.

Today, I have a master plan because I am fed up of being constantly harassed by the lion in my sleep. Moreover, grandfather has had enough of me bursting into his room, shouting as if a pride of lions were on my heels.

Bugün ustaca bir plan yaptım çünkü uykumda aslanın sürekli tacizinden bıktım. Üstelik büyükbabam, sanki arkamda bir aslan sürüsü varmış gibi, odasına dalıp bağırmamdan bıktı.

Therefore, tonight, I will not be taken unawares. They say that the best defence is attack. I am not afraid now. If the lion thinks I am weak and he can just pick on me, he will be in for a big surprise. It will surely remind him of this African proverb: If you think you are too small to make a difference you haven’t spent a night with a mosquito.

Bu nedenle, bu gece, gafil avlanmayacağım. En iyi savunma saldırıdır derler. Şimdi korkmuyorum. Aslan benim zayıf olduğumu düşünürse ve bana saldırabilirse büyük bir sürprizle karşılaşacak. Bu ona mutlaka şu Afrika atasözünü hatırlatacaktır: Fark yaratamayacak kadar küçük olduğunuzu düşünüyorsanız, sivrisinekle bir gece geçirmemişsinizdir.

If the lion comes after me tonight, I’ll be like a mosquito.

Aslan bu gece peşimden gelirse sivrisinek gibi olacağım.

First, I have already prepared a pack of books that I have placed on my bedside table. I will read these until I feel sleepy enough to turn off the lights. The lion only makes his visits in the dark because he is afraid of the light.

İlk olarak yatağımın yanına bir sürü kitap dizdim. Işıkları kapatacak kadar uykum gelene kadar bunları okuyacağım. Aslan, ışıktan korktuğu için sadece karanlıkta geliyor.

Secondly, I have put the biggest stick I could find in one corner of the room. If he sees me branding it, he will be scared and he will bolt for his life.

İkinci olarak bulabildiğim en büyük sopayı odanın bir köşesine koydum. Elimde bunu görünce korkacak ve canı pahasına kaçacak.

Next, if sticks don’t scare him, I have a torch that I will turn on as soon as he tries to attack me. Lions cannot stand brightness. This will scare him off and he will never think of stepping into my house again.

Sonra, sopalar onu korkutmazsa, bana saldırmaya çalıştığı anda yakacağım bir meşalem var. Aslanlar ışığa dayanamazlar. Bu onu korkutacak ve bir daha asla evime adım atmayı düşünmeyecek.

Finally, I know that if everything does not work according to my plan, I can always go to grandfather. He is courageous, despite his old age, and he will keep me safe. He ALWAYS does.

Son olarak, her şey planıma göre gitmezse, her zaman büyükbabama gidebileceğimi biliyorum. Yaşına göre oldukça cesurdur ve beni güvende tutar. HER ZAMAN yapar.

And thinking of it, lions don’t really come to town, do they? They stay in the jungle and do not visit human beings willy-nilly.

Aslında düşününce aslanlar kasabaya pek gelmiyor, değil mi? Ormanda yaşıyorlar ve ister istemez insanları ziyaret etmezler.

My lion will stay home with his family tonight and I will sleep like a baby.

Aslanım bu gece ailesiyle birlikte evde kalacak ve ben bebek gibi uyuyacağım.

The Old Witch And The Wish (Yaşlı Cadı ve Dilek)

I am not afraid of the old woman who greets me each time I meet her when I am on my way to school. Most of my friends are. I don’t know why. She always smiles at me when she sees me. I think she is very friendly and I would like to know where she lives.

Okula giderken her karşılaştığımda beni karşılayan yaşlı kadından korkmuyorum. Arkadaşlarımın çoğu korkuyor. Nedenini bilmiyorum. Beni gördüğünde bana hep gülümsüyor. Bence çok arkadaş canlısı ve nerede yaşadığını bilmek istiyorum.

“Good morning my son,” she says.

“Günaydın evlat” dedi.

“Good morning. How are you today?”

“Günaydın. Bugün nasılsın?”

 “I am fine; I am fine, thank you. What a lovely boy you are…now hurry up, my son. You don’t want to miss your bus, do you?”

“İyiyim, iyiyim. Sen ne tatlı bir çocuksun…şimdi acele et oğlum. Otobüsünü kaçırmak istemezsin, değil mi?”

My friends say I should never talk to her. Rumour has it that she is a witch. She is said to fly at night. I don’t know if anybody has ever seen her do that. Limbani, my best friend, says I should avoid her at all costs.

Arkadaşlarım onunla asla konuşmamam gerektiğini söylüyor. Onun bir cadı olduğu söylentisi ortalıkta dolaşıyor. Geceleri uçtuğu söyleniyor. Onu daha önce bunu yaparken gören var mı bilmiyorum. En iyi arkadaşım Limbani, ne pahasına olursa olsun ondan uzak durmam gerektiğini söylüyor.

“That woman is childless. She has no family and she always talks to strangers. Sometimes she insults them without any reason at all. There is something wrong with her. Charles, you should never talk to anyone who is shunned by everybody. It brings bad luck. I wish you would just listen to me.”

“O kadının çocuğu yok. Ailesi yok ve sürekli yabancılarla konuşuyor. Bazen onlara sebepsiz yere hakaret ediyor. Onunla ilgili bir sorun var. Charles, herkes tarafından dışlanan biriyle asla konuşmamalısın. Kötü şans getirir. Keşke beni dinleseydin.”

Maybe my friends are right. I should choose another route. There are many buses I can take to school. Maybe she is all nice and lovely to me because she would like to eat me one day. I wouldn’t want to be anybody’s dish.

Belki arkadaşlarım haklıdır. Başka bir yol seçmeliyim. Okula gidebileceğim birçok otobüs var. Belki bir gün beni yemek istediği için bana karşı iyi ve sevecendir. Kimsenin yemeği olmak istemem.

I just wish she would stop being kind to me. It is difficult to be rude to people that show you goodwill, isn’t it? Anyway, I will try…

Keşke bana karşı nazik olmayı bıraksa. Size iyi niyet gösteren insanlara kaba davranmak zor, değil mi? Her neyse, deneyeceğim…

Today is the day. I decide to leave earlier than usual. I want to catch the 7:30 bus that stops near the supermarket where we buy snacks at breaktime. I walk faster than usual. I am feeling tense. If only I could be in my classroom right now. I am just confused.

Bugün o gün. Her zamankinden daha erken ayrılmaya karar verdim. Mola saatinde abur cubur aldığımız süpermarketin yanından geçen 7:30 otobüsüne binmek istiyorum. Normalden daha hızlı yürüyorum. Gergin hissediyorum. Keşke şu an sınıfımda olabilseydim. Sadece kafam karıştı.

There many people in the street already. I feel extremely tense. Each step I take draws me closer to the bus stop. I think I will make it. I want to make it.

Zaten sokakta çok insan var. Bazı yüzler tanıdık geliyor. Son derece gergin hissediyorum. Attığım her adım beni otobüs durağına biraz daha yaklaştırıyor. Sanırım başaracağım. Bunu yapmak istiyorum.

“It looks like you want to take a different bus today.”

“Bugün farklı bir otobüse binmek istiyor gibisin.”

The voice is familiar. I hear it every day when I am going to school. I wish I had never heard that voice before. It sounds nice but today it carries a different meaning. Without looking back, I start running. I run as fast as my heels can carry me. My limbs are light and they do not betray me. I arrive safely at school. I recount the story of my survival. My classmates are stunned.

Ses tanıdık. Her gün okula giderken duyuyorum. Keşke o sesi daha önce hiç duymamış olsaydım. Kulağa hoş geliyor ama bugün farklı bir anlam taşıyor. Arkama bakmadan koşmaya başladım. Topuklarımın beni taşıyabileceği kadar hızlı koşuyorum. Uzuvlarım hafif ve bana ihanet etmiyorlar. Okula güvenli bir şekilde geliyorum. Hayatta kalma hikayemi anlatıyorum. Sınıf arkadaşlarım şaşkın.

“We told you!’ they finally say.

“Sana söylemiştik!” diyorlar sonunda.

The next day, I go to school with Limbani. We take yet another route. We do not meet the old lady. Gradually, I start forgetting her.

Ertesi gün Limbani ile okula gidiyorum. Başka bir rotaya giriyoruz. Yaşlı kadınla karşılaşmıyoruz. Yavaş yavaş onu unutmaya başlıyorum.

“She must be dead by now,” Limbani says. “We can try the old route just to see if she is still around.”

Limbani, “Şimdiye kadar ölmüş olmalı,” diyor. “Hâlâ etrafta olup olmadığını görmek için eski yolu deneyebiliriz.”

Unfortunately, she is. She smiles at us when she sees us.

Maalesef hayatta. Bizi görünce gülümsüyor.

“Good morning my sons,” she says.

“Günaydın evlatlar.” diyor.

“Good morning.” stutter.

“Günaydın” diye kekeledim.

“Good morning old witch,” Limbani shouts. “Leave us alone or my father will deal with you.”

“Günaydın yaşlı cadı,” diye bağırıyor Limbani. “Bizi rahat bırak yoksa babam seninle ilgilenir. “

I am shocked by Limbani’s words. It is not good to talk to elderly people in such a way. No one has seen the old witch at her ‘job’ after all. It is not a crime to be childless, I think. I come to my senses.

Limbani’nin sözleri karşısında şok oldum. Yaşlı insanlarla bu şekilde konuşmak iyi değil. Sonuçta kimse yaşlı cadıyı “işinde” görmedi. Bence çocuksuz olmak suç değil. Aklım başıma geliyor.

“Don’t mind him agogo. My friend didn’t sleep well last night.”

“Ona aldırma. Arkadaşım dün gece iyi uyuyamadı.”

She is crying. You can read the hurt in her eyes.

Ağlıyor. Acıyı gözlerinden okuyabilirsiniz.

“Crocodile tears!” Limbani blurts out jagged words.

“Timsah gözyaşları!” Limbani sert kelimeleri düşünmeden söylüyor.

“I wish you were kinder to me. I am just a lonely woman. I don’t know what wrong I have done to you or your friends, but please forgive me.”

“Keşke bana karşı daha nazik olsaydın. Ben sadece yalnız bir kadınım. Sana ya da arkadaşlarına ne hata yaptım bilmiyorum ama lütfen beni affet.”

“Goodbye agogo,” I say. “I am afraid we will miss our bus. Take good care of yourself and don’t mind us.”

“Güle güle,” diyorum. “Korkarım otobüsü kaçıracağız. Kendine iyi bak ve bize aldırma.”

“Oh, I am sorry my sons for keeping you for so long. Your teachers won’t be happy. What lovely boys you are…now hurry up, my sons. You don’t want to miss your bus, do you?”

“Ah, oğullarım sizi bu kadar uzun süre tuttuğum için üzgünüm. Öğretmenleriniz mutlu olmayacak. Siz ne güzel çocuklarsınız…şimdi acele edin oğullarım. Otobüsünü kaçırmak istemezsin, değil mi?”

The Most Beatiful Garden (En Güzel Bahçe)

Everyone agrees this is the most beautiful garden. Only one person knows how long this garden has been here.

Herkes bunun en güzel bahçe olduğu konusunda hemfikir. Bu bahçenin ne kadar süredir burada olduğunu sadece bir kişi biliyor.

He tells anyone who wants to hear the story. We believe him because he is the oldest man in our village.

Hikayeyi duymak isteyen herkese anlatıyor. Köyümüzün en yaşlı adamı olduğu için ona inanıyoruz.

The story never gets old though. It is one of the best and most fascinating stories I’ve ever heard. I guess you are curious and you want to know what it is about.

Yine de hikaye asla eskimiyor. Duyduğum en iyi ve en etkileyici hikayelerden biri. Sanırım merak ediyorsun ve ne hakkında olduğunu bilmek istiyorsun.

Once upon a time there was a very rich family in this same village. They were not the wealthiest people in the country but they had a lot of land and cattle. Their food baskets were the fullest and their clothes were made from the most colourful and expensive fabrics any one could get.

Bir zamanlar aynı köyde çok zengin bir aile varmış. Ülkenin en zengin insanları değillerdi ama çok fazla toprakları ve sığırları varmış. Yemek sepetleri dolup taşıyordu ve kıyafetleri, herkesin alabileceği en renkli ve pahalı kumaşlardan yapılmıştı.

However, they were not happy. In fact, they were the unhappiest family in the village and no one could understand.

Ancak mutlu değillerdi. Hatta onlar köyün en mutsuz ailesiydi ve kimse anlayamazdı.

They walked about with slumped shoulders and sad eyes. No laughter came out of their mouths and no joy could be seen in their home. Their conversations were dull and full of melancholy.

Düşmüş omuzlar ve üzgün gözlerle dolaşırlardı. Ağızlarından hiçbir kahkaha çıkmazdı ve evlerinde neşe görülmezdi. Konuşmaları donuk ve melankoli doluydu.

One day, the head of the family decided to do something about their problem. He called his younger brother.

Bir gün, ailenin reisi sorunlarıyla ilgili bir şeyler yapmaya karar verir. Küçük kardeşini aradı.

“ My dear brother Misozi, listen to me. I think I’ve found the solution to our troubles.”

“Sevgili kardeşim Misozi, beni dinle. Sanırım sorunlarımıza çözüm buldum.”

 “Do not tell me that Mavuto. Our problems are the worst in the whole world and we will never be able to solve them.”

“Bana bunları söyleme Mavuto. Sorunlarımız dünyanın en kötüsü ve onları asla çözemeyeceğiz.”

“ This will work, believe me.”

“Bu işe yarayacak, inan bana.”

 “ I hope this will not turn out to be the craziest scheme you have ever come up with.”

“Umarım bu şimdiye kadar bulduğunuz en çılgın plan olmaz.”

“ Don’t worry. Just wait and see. You will be the most surprised person in the entire universe.”

“Merak etme. Sadece bekle ve gör. Tüm evrendeki en şaşırmış insan olacaksın.”

The following day, Mavuto chose a piece of land not far from their house. It was dry and full of weeds. No one wanted to use it because it was difficult to tame.

Ertesi gün Mavuto, evlerinden çok uzakta olmayan bir toprak parçası seçti. Kuru ve yabani otlarla doluydu. Zor olduğu için kimse kullanmak istemedi.

“I will turn this into the most beautiful garden anyone has ever seen.”

“Bunu şimdiye kadar görülen en güzel bahçeye çevireceğim.”

Like a mad man, he started digging and digging, removing stones and rubbish so as to prepare the ground for planting. He watered the ground every single day until it became soft and luscious. Soon, it was time to plant flowers, trees and vegetables.

Çılgın bir adam gibi kazmaya, toprağı ekmek için zemini hazırlamak için taşları ve çöpleri çıkarmaya başladı. Toprağı yumuşak ve tatlı hale gelene kadar her gün suladı. Bir süre sonra çiçek, ağaç ve sebze dikme zamanı gelmişti.

His mood got better as time passed. He laughed more and his happiness was contagious. Later on, his wife and children joined and helped him to take care of the garden. What a sight! The complaints and fights had disappeared. What remained was the loveliest family in the whole village. The children shrieked with unfettered joy and the adults no longer shouted at one another for no reason at all. It was the most beautiful thing to see.

Zaman geçtikçe ruh hali düzeldi. Daha çok güldü ve mutluluğu bulaşıcıydı. Daha sonra eşi ve çocukları da katılarak bahçeyle ilgilenmesine yardım etti. Ne manzara ama! Şikayetler ve kavgalar ortadan kalkmıştı. Geriye kalan, tüm köyün en sevimli ailesiydi. Çocuklar sınırsız bir sevinçle çığlık attılar ve yetişkinler artık sebepsiz yere birbirlerine bağırmıyorlardı. Görmesi en güzel şeydi.

A lot of time has passed since then. The old man says that the garden has been tended by at least three generations. Today, the family is not as affluent as it used to be. Rumour has it that they say that the garden is their most valuable possession. They take care of it as if it was an egg that could break at any moment.

O zamandan beri çok zaman geçti. Yaşlı adam, bahçeye en az üç kuşak tarafından bakıldığını söylüyor. Bugün aile eskisi kadar varlıklı değil. Söylentiye göre bahçenin en değerli varlıkları olduğunu söylüyorlar. Her an kırılabilecek bir yumurtaymış gibi ilgileniyorlar.

The most beautiful garden in the village is the key to their happiness.

Köyün en güzel bahçesi onların mutluluğunun anahtarıdır.

Eight Days Before Christmas (Yılbaşından 8 Gün Önce)

The clock reads a quarter past seven.

Saat yediyi çeyrek geçiyor.

My boss gave me a letter yesterday. He said I should open it eight days before Christmas. I don’t know if it is a pay rise or simply a letter of dismissal. You never know with these people.

Patronum dün bana bir mektup verdi. Noel’den sekiz gün önce açmamı söyledi. Bu bir maaş artışı mı yoksa sadece bir işten çıkarma mektubu mu bilmiyorum. Bu insanları asla anlayamazsınız.

This is why I haven’t read it yet. I know that my mood can be affected in two extreme ways. I will read it when I’m sure that I can handle its contents.

Bu yüzden henüz okumadım. Ruh halimin iki aşırı şekilde etkilenebileceğini biliyorum. İçeriğini kaldırabileceğimden emin olduğumda okuyacağım.

I am now going to work. The traffic is very busy. I feel tired but I do not let the general atmosphere affect me. It is easy to get upset in these conditions. The cars are moving like snails and you can see the other drivers getting impatient with each passing second.

Şimdi işe gidiyorum. Trafik çok yoğun. Yorgun hissediyorum ama genel atmosferin beni etkilemesine izin vermiyorum. Bu koşullarda üzülmek kolaydır. Arabalar salyangoz gibi hareket ediyor ve diğer sürücülerin her geçen saniye sabırsızlandığını görebilirsiniz.

I turn on the radio and look for music stations. There are mostly Christmas adverts: where to buy the best toys; where to get the finest food; where to spend Christmas Eve if you plan to go somewhere. I listen, my eyes set on the road in front of me.

Radyoyu açıp müzik istasyonlarını arıyorum. Çoğunlukla Noel reklamları var: en iyi oyuncaklar nereden alınır; en iyi yiyecek nereden alınır; Bir yere gitmeyi planlıyorsanız Noel arifesini nerede geçireceksiniz. Dinliyorum, gözlerim önümdeki yolda.

Sometimes I cast an occasional glance at the sidewalks. They are teeming with different kinds of people. Most of the are like me: middle-aged, male, weary and heading towards unwelcoming workplaces.

Bazen ara sıra kaldırımlara bakarım. Farklı türden insanlarla iç içedirler. Çoğu benim gibi: orta yaşlı, erkek, yorgun ve istenmeyen iş yerlerine doğru gidiyor.

I see a few students too. They have faces that are beaming with unexpected joy.  Is it the festive season? Are they happy because they will be on holiday soon? Have they recently passed an exam? Are they looking forward to get the latest i-Phone or i-Pad? They look happy, I must say. I envy their nonchalance. I envy their spirited gaits and youthful expectation.

Birkaç öğrenci de görüyorum. Beklenmedik bir neşeyle parlayan yüzleri var. Bayram mevsimi mi? Yakında tatile çıkacakları için mi mutlular? Son zamanlarda bir sınavı geçtiler mi? En yeni i-Phone veya i-Pad’i almak için sabırsızlanıyorlar mı? Söylemeliyim ki mutlu görünüyorlar. Onların umursamazlıklarını kıskanıyorum. Onların neşeli yürüyüşlerine ve gençlik beklentilerine imreniyorum.

Decorations have been installed and I am sure that at night they must be a pretty sight. There are fairy lights of course and garlands made from real fir trees. The baubles are colourful and spectacular. There are all sorts of ornaments on shop windows. They look inviting and welcoming.

Süslemeler yapıldı ve eminim ki geceleri güzel bir manzara olmalı. Tabii ki peri ışıkları ve gerçek köknar ağaçlarından yapılmış çelenkler var. Biblolar rengarenk ve göz alıcı. Dükkan vitrinlerinde her türlü süs eşyası var. Davetkar ve misafirperver görünüyorlar.

I remember that I have to buy my children Christmas presents. My son wants the latest PlayStation and my daughter wants a professional microphone to record her songs. I will buy perfume for my wife. I have no idea what I will get for myself. Maybe I should wait until I read the letter. If it’s good news, I might spend more money. If it’s bad news, then budget adjustments need to be made. Little food will be bought; cheap wine will grace our dinner table; fruits will be our perfect dessert and nothing will be allowed to go to waste.

Çocuklarıma Noel hediyesi almam gerektiğini hatırlıyorum. Oğlum en yeni PlayStation’ı istiyor ve kızım şarkılarını kaydetmek için profesyonel bir mikrofon istiyor. Eşime parfüm alacağım. Kendime ne alacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Belki de mektubu okuyana kadar beklemeliyim. Bu iyi bir haberse, daha fazla para harcayabilirim. Kötü haberse, bütçe ayarlamaları yapmalıyım. Daha az yiyecek satın alınacak; ucuz şarap soframız; meyveler bizim mükemmel tatlımız olacak ve hiçbir şeyin boşa gitmesine izin verilmeyecek.

After one hour and forty-five minutes, I reach my office building. All my colleagues but one have already arrived. We have an open space configuration and you can almost see what everybody is doing. I walk sheepishly to my desk and start working immediately. My boss sees me arriving of course. I hope this is not an excuse for him to fire me.

Bir saat kırk beş dakika sonra ofis binama ulaşıyorum. Biri hariç tüm meslektaşlarım çoktan geldi. Ofisimiz açık alanda ve neredeyse herkesin ne yaptığını görebilirsiniz. Çaresizce masama yürüyorum ve hemen çalışmaya başlıyorum. Patronum tabii ki geldiğimi görüyor. Umarım bu beni kovması için bir bahane değildir.

In the evening, I ostentatiously leave one hour later than everybody else to make up for the time I lost this morning. When I am leaving, I see a fake Father Christmas passing by with a bag full of things. He is thin and his beard is almost dropping from his droopy face.

Akşam, bu sabah kaybettiğim zamanı telafi etmek için herkesten bir saat sonra göstererek çıkıyorum. Ayrılırken, bir çanta dolusu şeyle geçen sahte bir Noel Baba görüyorum. Zayıf ve sakalı neredeyse sarkık yüzünden düşüyor.

I am happy that my son did not see him because he still believes that there is man who pays us a visit each Christmas Eve. He, and not me, is the one that gives him toys if he has been nice and well-behaved during the year.

Oğlum onu ​​görmediği için mutluyum çünkü her Noel arifesinde bizi ziyaret eden bir adam olduğuna hâlâ inanıyor. Yıl boyunca iyi ve uslu davrandıysa, ona oyuncakları veren ben değil odur.

I arrive home late. My wife has almost finished preparing dinner and the kids are watching TV. I go straight to the bedroom to drop my briefcase.

Eve geç geliyorum. Karım akşam yemeğini hazırlamayı neredeyse bitirdi ve çocuklar televizyon izliyor. Çantamı bırakmak için doğruca yatak odasına gidiyorum.

“Have you finally read the letter?” My wife asks me as soon as I join her in the kitchen. She gives me a small kiss on my forehead.

“Sonunda mektubu okudun mu?” Karım mutfakta ona katılır katılmaz bana soruyor. Alnıma küçük bir öpücük konduruyor.

“No, not yet,” I reply. “I will read it when the right time arrives.”

“Hayır, henüz değil,” diye yanıtlıyorum. “Doğru zaman geldiğinde okuyacağım.”

“I don’t know why someone would do something like that. Why can’t he just tell you to read the letter whenever you want? Everything will be settled then and we will stop being worried. Do you think it’s a nice surprise?”

“Bir insan neden böyle bir şey yapar bilmiyorum. Neden sana mektubu istediğin zaman okumanı söylemiyor? O zaman her şey çözülecek ve endişelenmeyi bırakacağız. Sence bu hoş bir sürpriz mi?”

“I don’t know really. It could be anything.”

“Gerçekten bilmiyorum. Her şey olabilir.”

My wife hugs me and tells me that we will all be fine.

Karım bana sarılıyor ve hepimizin iyi olacağını söylüyor.

Time passes slowly and when then the fateful day arrives, I shiver with dreadful expectation. What is in the letter?

Zaman yavaşça geçiyor ve o vahim gün geldiğinde korkunç bir beklentiyle titriyorum. Mektupta ne var?

My wife asks if she can read it with me but I decline her thoughtful offer.

Karım benimle okuyabilir miyiz diye soruyor ama düşünceli teklifini reddediyorum.

I close the bedroom door and sit on the bed. Carefully opening the envelop with my fingers and then a ruler, I start reading the letter:

Yatak odasının kapısını kapatıp yatağa oturdum. Zarfı önce parmaklarımla sonra da cetvelle dikkatlice açarak mektubu okumaya başlıyorum:

Dear Mr. Christopher Bright,

Sayın Bay Christopher Bright,

I am pleased to announce that we have decided to organise a Christmas party for the children of our employees this year.

Bu yıl çalışanlarımızın çocukları için bir Noel partisi düzenlemeye karar verdiğimizi duyurmaktan mutluluk duyuyorum.

It is my pleasure to inform you that you will be our first Father Christmas.

İlk Noel Babamız olacağınızı size bildirmekten mutluluk duyuyorum.

We will provide you with more details regarding the organisation of this exceptional event.

Busıradışı etkinliğin organizasyonu hakkında size daha fazla ayrıntı vereceğiz.

Wishing you all the best.

Hepinize en iyisini diliyorum.

Sincerely,

İçtenlikle,

Jack Robinson

Jack Robinson

Ha, ha, ha, the nerve of him!

Ha, ha, ha, şu davranışa bak!

I went out of the bedroom and announced the good news to my wife. She heaved a sigh of relief, of course, and vowed that she would take a lot of pictures of me. You don’t get to see your husband dressed as Father Christmas every day of the week!

Yatak odasından çıktım ve karıma müjdeyi verdim. Tabii ki rahat bir nefes aldı ve bir sürü fotoğrafımı çekeceğine söz verdi. Kocanızı haftanın her günü Noel Baba gibi giyinmiş olarak göremezsiniz!

Dreams Can’t Be Too Big (Hayaller Çok Büyük Olamaz)

“You’re going to Blantyre Secondary School.”

“Blantyre Ortaokuluna gidiyorsun.”

I cannot believe the news. I am finally going to my school of choice!

Haberlere inanamıyorum. Sonunda seçtiğim okula gidiyorum!

“You deserve it my son.”

“Sen bunu hak ediyorsun oğlum.”

My mother is weeping but her tears are of joy. She is happy for me, and proud- I can it see it from the way she keeps on straightening my collar.

Annem ağlıyor ama gözyaşları sevinçten. Benim adıma mutlu ve gururlu- yakamı düzeltmeye devam etmesinden bunu anlayabiliyorum.

“We have to buy new clothes for you.”

“Sana yeni kıyafetler almalıyız.”

“Don’t bother yourself Wamama. I’m only going to Blantyre after all!”

“Kendini rahatsız etme Wamama. Ne de olsa Blantyre’a gidiyorum!”

“To the city you mean. I don’t want my son to fail because he didn’t have any decent clothes. You will have two new pairs of trousers and three shirts, not forgetting the uniform.”

“Şehre demek istiyorsun. Oğlumun düzgün kıyafetleri olmadığı için başarısız olmasını istemiyorum. İki çift pantolonun ve üç gömleğiniz olacak, üniformayı da unutmuyorum.”

I open my mouth to protest but my father and mother will hear none of it. They are strong, my parents, they are. They work hard for me, for us, for everyone in the family. They really want us to succeed.

İtiraz etmek için ağzımı açıyorum ama annem ve babam hiçbirini duymayacak. Onlar güçlüler, benim ailem, onlar güçlüler. Benim için, bizim için, ailedeki herkes için çok çalışıyorlar. Gerçekten başarılı olmamızı istiyorlar.

It was not easy to get the money for my school fees, but they managed. I see the strain in their weary eyes, on their hunched backs, in their tired legs. You will not hear them complaining though. Never. They say that complaints never fed anyone in this world. You have to wake up in the morning and do everything you can to live a dignified life. ‘Dignity’ is my father’s favourite word. You can be poor but that does not mean the world has to see your misery.

Okul giderlerim için parayı bulmak kolay olmadı ama başardılar. Yorgun gözlerinde, kambur sırtlarında, yorgun bacaklarındaki gerginliği görüyorum. Yine de şikayet ettiklerini duymayacaksınız. Asla. Şikayetlerin bu dünyada kimseyi beslemediğini söylüyorlar. Sabah uyanıp haysiyetli bir hayat yaşamak için elinizden gelen her şeyi yapmalısınız. ‘Haysiyet’ babamın en sevdiği kelimedir. Fakir olabilirsiniz ama bu, dünyanın sizin sefaletinizi görmesi gerektiği anlamına gelmez.

This is why we are always dressed in clean and well-mended clothes. We also put on shoes all the time. Our hair is always combed. No, you will not see us walking in rags. We wake up early in the morning to sweep our yard and our house. We take great care of ourselves and our environment because we know that it is necessary. It is necessary to love ourselves and where we live. We can be poor but we do not have to look poor. This is how we triumph over our circumstances.

Bu yüzden her zaman temiz ve bakımlı giysiler giyeriz. Ayrıca sürekli ayakkabı giyiyoruz. Saçlarımız hep taranır. Hayır, bizi paçavralar içinde yürürken görmeyeceksiniz. Sabah erkenden bahçemizi ve evimizi süpürmek için uyanıyoruz. Kendimize ve çevremize çok özen gösteriyoruz çünkü bunun gerekli olduğunu biliyoruz. Kendimizi ve yaşadığımız yeri sevmek gerekir. Fakir olabiliriz ama fakir görünmek zorunda değiliz. Yaşam koşullarına karşı bu şekilde zafer kazanırız.

My parents say we have to keep on dreaming. If we wallow in our misery, we will never get out of this place. We have to look farther than the horizon, higher than the sky, deeper than the lake. Our possibilities are endless, they insist. We are going to make it.

Ailem hayal kurmaya devam etmemiz gerektiğini söylüyor. Eğer sefalet içinde yuvarlanırsak, bu yerden asla çıkamayız. Ufuktan daha uzağa, gökyüzünden daha yükseğe, gölden daha derine bakmalıyız. İmkanlarımız sonsuz diye ısrarla söylüyorlar. Bunu başaracağız.

I have big dreams. My dreams are so big that they sometimes keep me awake at night. I know that I will achieve them, of course, I will. It is no use to have dreams if you cannot do anything about them. My mother says what matters is the purpose. “Dream my children, dream,” she often tells us. “ You can be anything you want in this world, you can be anything. Don’t be afraid, be strong. Be strong my children and work towards your dreams.” I love my parents, I really do. I will make them very happy one day, I will really do.

Büyük hayallerim var. Rüyalarım o kadar büyük ki bazen geceleri beni uyanık tutuyorlar. Bunları başaracağımı biliyorum, elbette başaracağım. Onlar hakkında hiçbir şey yapamıyorsanız, hayal kurmanın hiçbir faydası yoktur. Annem önemli olanın amaç olduğunu söylüyor. “Hayal edin çocuklarım hayal edin.” diyor bize sık sık. “Bu dünyada istediğiniz her şey olabilirsin, her şey. Korkma, güçlü ol. Güçlü olun çocuklarım ve hayalleriniz için çalışın.” Ailemi seviyorum, gerçekten seviyorum. Bir gün onları çok mutlu edeceğim, gerçekten yapacağım.

What are my dreams? Not only do I want to be a surgeon, I also want to be one of the best surgeons in my country. I know I will make it, I will. I will work hard, every single day of my life, I will.

Hayallerim mi neler? Sadece cerrah olmak istemiyorum, aynı zamanda ülkemdeki en iyi cerrahlardan biri olmak istiyorum. Yapacağımı biliyorum, yapacağım. Çok çalışacağım, hayatımın her günü çalışacağım.

Why do I want to be a surgeon? I could be somebody else: a businessman, a lawyer, a judge, a politician, whatever. No, I want to be a doctor who heals people. I want to see people happy. I want to see people realising their dreams. I want to see sorrow become a thing of the past.

Neden cerrah olmak istiyorum? Başka biri olabilirim: iş adamı, avukat, yargıç, politikacı, her neyse. Hayır, insanları iyileştiren bir doktor olmak istiyorum. İnsanları mutlu görmek istiyorum. İnsanların hayallerini gerçekleştirdiğini görmek istiyorum. Üzüntünün geçmişte kaldığını görmek istiyorum.

During those restless nights, I think of my future, of what I will become, of what I will do. I picture myself receiving my final degree. I just cannot wait. This is what enables me to get out of bed at sunrise. I have so much energy, I do not know what to do with it!

O huzursuz gecelerde geleceğimi ne olacağımı ne yapacağımı düşünüyorum. Kendimi son derecemi alırken hayal ediyorum. Sabırsızlanıyorum. Güneş doğarken yataktan kalkmamı sağlayan şey bu. O kadar çok enerjim var ki onunla ne yapacağımı bilmiyorum!

When I have finished helping my parents with their chores, I sit down under the shade of our precious mango tree and then I read. I read until I cannot read any more. I read everything I can get my hands on. Each time I finish a book, I know I am getting closer to my dream.

Aileme ev işlerinde yardım etmeyi bitirdiğimde değerli mango ağacımızın gölgesine oturur ve kitap okurum. Daha fazla okuyamayacak duruma gelene kadar okuyorum. Elime geçen her şeyi okurum. Her kitabı bitirdiğimde, hayalime daha da yaklaştığımı biliyorum.

Being selected to Blantyre Secondary School is just the first step to my bright future. My parents will no longer suffer, I promise them, they never will.

Blantyre Ortaokuluna seçilmek, parlak geleceğimin sadece ilk adımı. Ailem artık acı çekmeyecek, onlara söz veriyorum, asla çekmeyecekler.

The Astronaut from Bolero (Bolero’lu Astronot)

I decided to become an astronaut when I was four years old. It was a magazine clipping that triggered this passion for space. I am now fifteen years old and I still believe that I will be part of a spaceship crew one day.

Dört yaşındayken astronot olmaya karar verdim. Bu uzay tutkusunu tetikleyen bir dergi kupürüydü. Şimdi on beş yaşındayım ve hala bir gün bir uzay gemisi ekibinin parçası olacağıma inanıyorum.

In fact, I am not the only one to have such high ambitions. My best friend, Mwiza, is passionate about planes. He spends his free time making Boeing models that he sells to us. You will not see him wasting his energy on useless things because he wants to be a pilot in fifteen years’ time. Fifteen years, not less, not more. He talks about this day in and day out. Aircrafts are his whole world.

Aslında, bu kadar yüksek hırsları olan tek kişi ben değilim. En iyi arkadaşım Mwiza, uçaklar konusunda tutkulu. Boş zamanını bize sattığı Boeing modellerini yaparak geçiriyor. On beş yıl sonra pilot olmak istediği için enerjisini gereksiz şeylere harcadığını görmeyeceksiniz. On beş yıl, daha az değil, daha fazla değil. Her gün bu konuyu konuşuyor. Uçaklar onun bütün dünyasıdır.

My own brother wants to be a scientist. Each month, he invents plays in which someone from Bolero discovers the treatment for Aids or another incurable disease. We like his plays because they give us a lot of hope and strength. He has a special heart, my brother. He will do great things for us one day.

Kendi kardeşim bilim adamı olmak istiyor. Her ay, Bolero’dan birinin Aids’in veya başka bir tedavisi olmayan hastalığın tedavisini keşfettiği oyunlar icat ediyor. Oyunlarını seviyoruz çünkü bize çok fazla umut ve güç veriyorlar. Kardeşimin özel bir kalbi var. Bir gün bizim için harika şeyler yapacak.

I should also mention Takondwa. She says that she is going to be an architect. She is really pretty and intelligent. I am sure she will transform Bolero into a five-star village and more than that. I know she will do it. Takondwa has a tough spirit.

Takondwa’dan da bahsetmeliyim. Mimar olacağını söylüyor. O gerçekten güzel ve zeki. Bolero’yu beş yıldızlı bir köye ve bundan daha fazlasına dönüştüreceğinden eminim. Yapacağını biliyorum. Takondwa’nın sert bir ruhu vardır.

We live by our passions. I have several pictures of telescopes, spaceships and space shuttles. You will see them on the walls of the bedroom I share with my two younger cousins. On the floor, I have a collection of space-related objects. One of them is a miniature of Jupiter planet that Mwiza gave me a year ago.  I was so surprised when he showed me this that I could not speak for several minutes. In the end I cried because what he did was very beautiful.

Tutkularımızla yaşarız. Elimde birkaç teleskop, uzay gemisi ve uzay mekiği fotoğrafı var. İki genç kuzenimle paylaştığım yatak odasının duvarlarında onları görebilirsiniz. Yerde, uzayla ilgili nesneler koleksiyonum var. Bunlardan biri Mwiza’nın bana bir yıl önce verdiği Jüpiter gezegeninin minyatürü. Bunu bana gösterdiğinde o kadar şaşırdım ki birkaç dakika konuşamadım. Sonunda ağladım çünkü yaptığı şey çok güzeldi.

Being an astronaut is all I ever think of. At night the stars seem very far but they still retain their shining beauty. I wonder how it would feel like to be near them, to touch them, to admire their radiance.  I recently read about the man who walked on the moon. His surname is Armstrong, I have forgotten his first name. I even saw his photograph where he is dressed in what they call a space suit, I think. I will wear one of those one day, surely. I wonder what my mother will think of her handsome son.

Bir astronot olmak, tek düşündüğüm şey. Geceleri yıldızlar çok uzak görünüyor ama yine de parlak güzelliklerini koruyorlar. Yanlarında olmanın, onlara dokunmanın, ışıltılarına hayran olmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyorum. Geçenlerde ayda yürüyen adam hakkında bir şeyler okudum. Soyadı Armstrong, adını unuttum. Hatta uzay giysisi dedikleri bir kıyafetle giydiği fotoğrafını bile gördüm sanırım. Bir gün mutlaka giyeceğim. Annemin yakışıklı oğlu hakkında ne düşüneceğini merak ediyorum.

Our teachers are always encouraging us to think of the impossible. They stretch our minds and horizons. My favourite subject is Geography. The teacher is a walking encyclopaedia, I tell you. We are all fascinated by what he knows about faraway countries, but it is his jokes we love the most. If he catches you dozing off in class, he screams at the top of his voice, calling your name: “ Wake up Vitumbiko! The Express bus for Blantyre is leaving without you!” You can imagine the culprits’ reactions and our hilarity! We cannot stop laughing in Mr. Nyirenda’s class.

Öğretmenlerimiz bizi her zaman imkansızı düşünmeye teşvik ederler. Aklımızı ve ufkumuzu genişletiyorlar. En sevdiğim ders Coğrafya. Size söylemeliyim, öğretmenimiz yürüyen bir ansiklopedidir. Hepimiz onun uzak ülkeler hakkında bildiklerine hayran kalırız ama en çok onun şakalarını severiz. Sizi sınıfta uyuklarken yakalarsa, yüksek sesle bağırır ve adınızı söyler: “Uyan Vitumbiko! Blantyre’ye giden Ekspres otobüs sensiz ayrılıyor!” Suçluların tepkilerini ve neşemizi hayal edebilirsiniz! Bay Nyirenda’nın dersinde gülmeden edemiyoruz.

Next month, I will no longer be in Bolero. I have to go to a better secondary school in Lilongwe. I will live with my mother’s brother, Mr. Kayira. He works as an accountant in a bank. He is very hardworking and thoughtful so I do not want to disappoint him by being careless. His wife is also very kind. She is a Science and Mathematics teacher- what a nice surprise! I will learn as much as I can from her.

Önümüzdeki ay artık Bolero’da olmayacağım. Lilongwe’de daha iyi bir ortaokula gitmem gerekiyor. Annemin erkek kardeşi Kayira Bey ile yaşayacağım. Bir bankada muhasebeci olarak çalışıyor. Çok çalışkan ve düşünceli, bu yüzden dikkatsiz davranarak onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Eşi de çok nazik. O bir Fen ve Matematik öğretmeni – ne hoş bir sürpriz! Ondan öğrenebileceğim kadar çok şey öğreneceğim.

My future guardians stay in Kawale, in a three-bedroom house with running water and built-in toilets. They even have a fridge and a cooker. It will be a big change from my life here. Forget the paraffin, forget the candles-I will be able to read as many books as I want at night thanks to the electricity. I will have no excuses if I fail. Mr Nyirenda warned us anyway-“If he catches one of us on a lousy job in the future, he will drag us back to school, even if we have our own children or we are sporting gray hair on our heads!”. I think he was not joking this time.

Gelecekteki koruyucularım Kawale’de akan suyu ve gömme tuvaletleri olan üç yatak odalı bir evde kalıyor. Buzdolabı ve ocak bile verdiler. Buradaki hayatımda büyük bir değişiklik olacak. Parafini unut, mumları unut – Elektrik sayesinde geceleri istediğim kadar kitap okuyabileceğim. Başarısız olursam hiçbir mazeretim olmayacak. Bay Nyirenda yine de bizi uyardı – “İleride birimizi berbat bir işte yakalarsa, kendi çocuklarımız olsa veya kafamızda gri saçlar olsa bile bizi okula geri götürür!”. Sanırım bu sefer şaka yapmıyordu.

I am going to miss my family and friends a lot. It is the price to pay for my burning ambitions. I will come back here though. I cannot imagine staying away from my place of birth forever. I will come back to see Mwiza and Mr. Nyirenda. I will come back to be with my old and well-deserving parents. By then, they will be calling me ‘the Astronaut from Bolero’. To say the truth, I will not mind this nickname. Not at all. Not for a single second!

Ailemi ve arkadaşlarımı çok özleyeceğim. Yakıcı hırslarım için ödemem gereken bedel bu. Yine de buraya geri geleceğim. Doğduğum yerden sonsuza kadar uzak kalmayı hayal edemiyorum. Mwiza ve Bay Nyirenda’yı görmeye geleceğim. Yaşlı ve iyi niyetli ailemle birlikte olmak için geri döneceğim. O zamana kadar bana “Bolero’lu Astronot” diyecekler. Gerçeği söylemek gerekirse, bu lakaba aldırmayacağım. Hem de hiç. Bir saniye bile!

İngilizce Metin Çevirisinin Önemi

İngilizce metinleri anlamak başlangıçta herkes için zordur. Ancak okuma yeteneklerinizi geliştirmek için yapabileceğiniz birçok şey vardır. Bunlardan bazıları kelime bilginizi geliştirmek, dil bilginizi geliştirmek ve metin çevirmektir. Metin çevirmek gözünüzde bir anda büyüyebilir. Ancak kendi seviyenizdeki metinleri çevirmeye uğraşırsanız düşündüğünüzden daha kolay olduğunu keşfedeceksiniz.

Metinleri çevirdikçe İngilizce cümle mantığına alışırsınız. Bu sayede metinleri okurken anlamaya başlarsınız. Başlangıçta okuduğunuz metinler de basit olacağından dolayı hızlıca alışırsınız. İngilizce mantığına alışmanız, tüm İngilizce yeteneklerinizi geliştiren bir şeydir çünkü İngilizce düşünme yeteneğinizi geliştirmiş olursunuz. Bundan dolayı İngilizce metin çevirmek sizin için çok yararlıdır.

İngilizce Metin Çevirisi Nasıl Yapılır?

İngilizce metinleri çevirmek için her şeyden önce metni bir kere okumalısınız. Bu sayede cümlelere ve kelimelere daha aşina olabilirsiniz. Metni okuduktan sonra bilmediğiniz kelimeleri öğrenmeli ve ardından çeviriye başlamalısınız.

İngilizce metinleri çevirmek için öncelikle cümleleri nasıl çevirmeniz gerektiğini bilmelisiniz. İngilizce cümle yapısı Türkçe’nin tam tersi olduğu için cümleleri tersten okuyarak çevirmelisiniz. Bunun mantığını kavradıktan sonra basit cümleleri rahatlıkla çevirebilirsiniz. Çeviriye de A1 ve A2 seviyedeki cümleleri çevirerek başlamalısınız. Basit cümleleri bile çevirmeniz size çok yardımcı olacaktır.

İngilizce Metin Okumanın Yararları

İngilizcenizi tek bir yöne odaklanarak geliştiremezsiniz. Bu yüzden her alanı aynı anda geliştirmeye çalışmalısınız. İngilizce dilbilgisi öğrendiğiniz gibi kelime de öğrenmelisiniz. Bu ikisini aynı anda yapmanın iyi yolu da İngilizce Metinler okumaktır. Okuduğunuz İngilizce hikayeler sayesinde her alanda kendinizi geliştirirsiniz. Yeni cümle yapıları görürsünüz, yeni kelimeler öğrenirsiniz, gün içinde kurulabilecek diyaloglara dair bilgiler edinirsiniz.

Üstelik okuduğunuz metnin çevirisini yaparak İngilizcenizi daha da geliştirebilirsiniz. Sadece okuyup anlamak sizi geliştirir ancak tam olarak anlamadığınız için en yüksek verimi sağlamaz. Metinleri tam olarak çevirmeye başladığınızda en yüksek verimi elde edersiniz çünkü tüm bilginizi kullanmış olursunuz.

Konuşarak Öğren ile Kendinizi Geliştirin

İngilizce öğrenmenin en iyi yolu devamlı çalışmak ve maruz kalmaktır. Devamlı çalışıp bir şeyler öğrendikten sonra da tekrar etmeniz asla unutmamanızı sağlar. Bu tekrarı da anadili İngilizce olan eğitmenlerle yapabilirsiniz! Üstelik aldığınız her eğitimle İngilizceniz birçok yönden gelişir. Hem konuşmanızı hem dinlemenizi geliştirmek için Konuşarak Öğren’e gelin!

 

Online İngilizce Konuşma Kursu: Konuşarak Öğren

Adınızı soyadınızı giriniz!

Geçerli bir e-posta adresi giriniz!

Geçerli bir cep telefonu numarası giriniz!

Şifreniz en az 4 karakter olmalıdır!

Bilgileri eksiksiz doldurunuz!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Son Yazılar

İngilizcenizi Geliştirin

Türkiye'nin %100 başarı garantili tek online İngilizce kursunu ücretsiz deneyin.

Adınızı soyadınızı giriniz!

Geçerli bir e-posta adresi giriniz!

Geçerli bir cep telefonu numarası giriniz!

Şifreniz en az 4 karakter olmalıdır!

Bilgileri eksiksiz doldurunuz!

Bilgi Mesajı